Jason Williams’ın NBA’e giriş yaptığı yıl, ortaokul son sınıftaydım. Basketbolu Fast Break dergisinden, Karşıyaka’nın maçlarını İzmir Atatürk Spor Salonu’nun tribünlerinden, NBA’i Ender Bilgin’in sesiyle Kanal D’den ve NCAA’i de HBB’den takip ediyordum. Basketbol, en keyif aldığım şeylerin başında geliyordu. Okul takımı + mütevazı bir kulüpte forma giyiyordum ve basketbolcu olacağını zanneden her çocuk gibi benim de idollerim vardı. Elbette Michael Jordan, ilk NBA formamın sırtında ismi yazan Anfernee Hardaway, bir-iki yıl sonra hayatıma girecek Vince Carter ve hâlihazırda yeni girmiş Jason Williams…
Şimdi size kalkıp o dönem yaşadığımız imkânsızlıklarımızdan ya da zor elde ettiğimiz için çok sahiplendiğimiz tutkularımızdan falan bahsedecek değilim ama burada bir konunun altını çizmem gerekiyor… 146 sayısı sizin için ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama benim zihnimde 146 sayısının karşısında ‘kol gibi telefon faturaları’ görseli duruyor. Açayım; o dönemler internetin baş verdiği yıllar, yani internet diye bir şey var ama nasıl girersin, ne sürede girersin, girsen ne bulursun gibi soruların cevapları muamma.
Herhangi bir servis sağlayıcıdan satın aldığın internet paketiyle, toplama bilgisayarına taktığın telefon kablosu üzerinden, bugün bile kulaklarımda çınlayan detone, efektsiz ve cızırtılı bir Tatlıses taklidini andıran o dial-up bağlantı sesinin ardından internete girdin diyelim… Video mu izleyeceksin? YouTube yok, inanmazsın benzeri de yok. Ne var? Şimdiki blog mantığında siteler var böyle, televizyondan falan kaydedip kestikleri videoları yüklüyorlar; geneli 20-30 saniye, en uzunu nerden baksan 1-2 dakika, megabyte olarak ederi de 3-4 falan… Basıyorsun download tuşuna, sonra içeri gidiyorsun, bir çay koyuyorsun, çay olana kadar duşa girip çıkıyorsun, kontörlü hattından harcadığın birkaç SMS’le eşinle dostunla konuşuyorsun, sonra da tekrar bilgisayarın başına geçip taze inmiş videonu seyre dalıyorsun. 146 da internetin 900’lü hatları gibi bir şey işte, Telekom’un hızlı ama pahalı servis sağlayıcısı, tüm bu süreçleri kısaltmana yarıyor. Şimdi diyeceksiniz ki: “ABİ SEN NE ANLATIYORSUN?” Hemen cevaplayayım.
Ben Jason Williams’la Vince Carter’ı emek emek indirdiğim o 30 saniyelik videolarla tanıdım. Saatler harcadım, hatırı sayılır meblağda telefon parası harcadım (harcattım), nereden baksan 50-60 videoluk arşiv yaptım ki hâlâ evde bir CD’nin içinde saklarım hepsini. O no-look asistler, tomahawk’lar, windmiller’ler, 360’lar, crossover’lar, üçlükler falan hepsi bende, 360p belki ama bende işte… Namı diğer White Chocolate’ın 2000 All-Star hafta sonunda oynanan Rookies-Sophomores maçındaki dirsek pası dâhil. Belki de en çok o dâhil.
Bugün YouTube sayesinde herkes farkında belki ama James Posey beceriksizi Raef LaFrentz’e faul yapıp tarihin en iyi asistlerinden birini heba etmese o gün tüm dünya bilecekti o pası. Ben hangi sitelerde dolanıyordum o sıralar ve nasıl denk geldim hatırlamıyorum ama videoyu izlediğim ilk ânı hatırlıyorum… Anlamadım. Çok net anlamadım. Başa aldım, yine anlamadım. Görüntü piksel yönünden zayıftı tabii, onun da etkisi vardır ama tekrarı görene kadar gerçekten anlamadım. Ertesi gün Vince Carter smaç yarışmasında sapıtana kadar da etkisinden çıkamadım. Size de tavsiyem, görmediyseniz açıp bir bakın.
En iyi All-Star hafta sonumun hikâyesi bu işte; Jason Williams’la başlayıp Vince Carter’la biten. Bence baya’ iyi…
*Bu yazıyı da içeren NBA All-Star özel dosyası, Socrates’in 2018 Şubat sayısında. Tüm sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.