*Brian Blickenstaff tarafından kaleme alınan bu yazı, ilk olarak Vice‘ta yayımlandı.
Hangi ülkenin futbol milli takımı en iyisi? Şu anda, FIFA’nın resmi sıralamasına bakarsak, bir numarada Almanya var. Haliyle düşününce oldukça mantıklı bir durum zira en son Dünya Kupası’nı Almanya kazandı. Ama ben size FIFA’nın yanıldığını söylüyorum. Dünyanın en iyi milli takımı, henüz Dünya Kupası’nda oynamadı bile. Hatta daha önce büyük bir turnuvada elemeleri bile geçemedi. Yaklaşık 317.000’lik nüfusuyla, ortalama bir Amerikan şehri boyutlarında olan İzlanda’dan bahsediyorum.
Bu yazı yazılırken İzlanda erkek milli futbol takımı FIFA sıralamasında 209 takım arasında 33. sırada bulunuyor (Eylül 2015’te İzlanda ilerlemesini sürdürüp 23. sıraya yükseldi). FIFA’nın ilk 50 takımı arasında büyük farkla en ufak nüfusa sahip olan İzlanda için bu bile başlı başına müthiş bir başarı sayılabilir. Ancak ilk 50’de yer alan ülkeleri nüfuslarına göre sıralarsak, İzlanda 33. sırada kalmıyor, rahat bir şekilde birinciliğe oturuyor. (Bu hesaba göre Almanya 39., Amerika Birleşik Devletleri ise sonunculuğa yerleşiyor)
2014 Dünya Kupası elemelerinde İzlanda, Hırvatistan’la oynadığı play-off’u kaybederek son dakikada katılma hakkını elinden kaçırdı. “Dünya Kupası’na katılma hakkı kazanan en küçük ülke olacaktık,” diyor İzlanda’nın iki teknik direktöründen biri olan Heimir Hallgrímsson. Bu açıklamayı yaparken üzgünden çok iyimser göründüğünü belirtmeliyim. İzlanda’nın bir diğer büyük turnuvaya katılma şansı çok uzak bir tarihte değil.
İzlanda, an itibariyle, 2016 Avrupa Şampiyonası’nda Hollanda, Çek Cumhuriyeti ve Türkiye’nin de yer aldığı eleme grubunda birinci durumda. Hatırlatmakta da fayda var, Hollanda Dünya Kupası’nda yarı finalde oynadı. Ve İzlanda oynadığı maçlar arasında tek mağlubiyetini Çek Cumhuriyeti deplasmanında aldı.
Sürpriz dolu hikayeleri seviyorsanız dikkatle okuyun. Çünkü bu takımı izlemek, bir farenin tüm gücüyle kükremesini izlemekten farksız. Akla takılan asıl soru ise: Nasıl?
1996’da bir bahar gününde, Logi Olfasson, dönemin İzlanda teknik direktörü, Reykjavikli 17 yaşındaki sarışın bir gence yedek kulübesinden kalkıp ısınmasını işaret ediyor. İzlanda o gün Estonya’ya karşı bir hazırlık maçı için sahada. Yedek kulübesinden kalkan genç, Fransa’da Bordeaux ve Belçika’da Anderlecht için oynamış, İzlanda futbolunun simgelerinden sayılan Arnor Guðjohnsen’in yerine oyuna dahil oluyordu. Guðjohnsen, İzlanda tarihinde en çok forma giymiş yedinci, en çok gol atmış dördüncü futbolcuydu. O gün oyuna giren genç, her iki istatistikte de Arnor’u aşacaktı. 17 yaşındaki genç, Arnor’un oğlu Eiður Guðjohnsen’di.
Eiður, en iyi yıllarında Chelsea ve Barcelona için forma giymiş, bu süreçte Premier League’den La Liga’ya, Şampiyonlar Ligi’ne kadar sayısız kupa kazanmış, İzlanda’nın Michael Jordan’ı olarak tanımlanıyor.
“Günümüz gençleri her zaman için Eiður Guðjohnsen’i rol model olarak gördüler” diyor İzlandalı oyuncu menajeri Magnus Magnusson. “Onun varlığı gençlere inanılmaz yardımcı oldu, böylelikle başarılarının kendileri için de mümkün olduğunu gördüler.”
Eiður yetişirken, İzlanda’da çoğu çocuğun sahip olmadığı bir şeye sahipti, oyunun içini dışını bilen, bir mentor ve antrenör görevini üstlenebilecek bir baba. Ancak günümüzde durum pek aynı değil. Bugün İzlanda’da üst seviye bir antrenör bulmak düşünülenden çok daha kolay.
“Şu an dünyanın başka bir yerinde oyuncu başına İzlanda’da olduğundan daha fazla UEFA A ve B lisanslı antrenör düştüğünü sanmıyorum,” diyor teknik direktör Heimir. Kısaca, Avrupa’da profesyonel futbol takımları ve altyapılarında çalışmak için UEFA A ve B lisansına sahip olmak şart. Lisans sistemi sayesinde antrenörlük görevi üstelenmeyi planlayanların vereceği eğitimde bir standart yakalanabiliyor, ve genele bakarsak, lisans sahibi antrenör sayısı arttıkça, o ülkenin futboldaki başarısı da aynı oranda artmakta. İzlanda Futbol Federasyonu’ndan bir yetkilinin verdiği bilgilere göre 2013 yılının sonunda İzlanda’da 563 UEFA B ve 165 UEFA A lisansına sahip antrenör mevcut. Sayının çok fazla olmadığını düşünebilirsiniz, ancak ülke nüfusuna oranlandığında insan başına düşen antrenör sayısı İspanya ve Almanya’dan çok daha fazla.
“Yerleşim yerinin ne kadar büyük veya küçük olduğu hiç önemli değil, her köyde bile, en azından İzlanda Premier Ligi takımlarında çalışanlara denk, kalifiye antrenörler bulmak mümkün,” diye açıklıyor Heimir. “Nerede yaşadıkları farketmiyor, herkes aynı gelişim fırsatına sahip. Bu durumun İzlanda futbolu için müthiş faydalı olduğunu düşünüyorum. Bütün köyler iyi bir antrenöre, çocuklar için en iyi antreman tesislerine sahip olma konusunda oldukça hırslı. Böylelikle yetiştirdikleri başarılı futbolcularla gurur duyabiliyorlar.”
Antrenörlük ülkedeki spor devriminin sadece bir yönü. 90’lı yılların ortasında İzlanda’nın futbol tesislerinin durumu kesinlikle hiç parlak değildi. Kış ayları tesislerde futbol oynamak bazen zor, bazen de imkansız hale gelmekteydi.
İzlanda’nın teknik direktörlük görevine gelmeden önce İzlanda Premier Liginde de futbolculuk yapan Heimir Hallgrímsson, “Günümüzde tesisler, özellikle benim oynadığım dönemle karşılaştırdığımda çok ama çok iyi durumda,” diye açıklıyor durumu. Son on yılda, İzlanda’da yedi tam-saha, dört yarı-saha boyutunda tam teşekküllü kapalı futbol stadı yapıldı. “Artık her okulun bahçesinde beşe beşe maç yapılabilecek suni sahalar mevcut. Hatta her profesyonel ekip suni bir sahaya sahip, böylelikle yıl boyunca çalışabiliyorlar.”
Bu durumun bir sonucu olarak, İzlanda son on yılda daha önceki yıllara nazaran çok daha fazla futbol yeteneği çıkarabildi. Mevcut futbol jenerasyonu gençken başlayan antrenör ve tesis patlaması, günümüzde meyvelerini vermiş gibi görünüyor. Oluşturulan bu sisteme beş yaşından başlayarak günümüzde dahil olan çocuklar ise tesis ve antrenör bolluğundan rahatça yararlanabiliyor. İzlanda Premier Ligi’nin yarı profesyonel olması, ligde oynayan oyuncuların Avrupa takımlarına ucuz meblağlara transfer olmasını sağlıyor. Bu durum da İzlanda için bir ikilem yaratıyor, hırslı bir oyuncunun hayallerine ulaşabilmesi için yurtdışına çıkması olmazsa olmaz. Günümüzde 58 profesyonel ve 23 genç oyuncu Avrupa Liglerinde kendine yer bulmuş durumda.
Bu noktada yazı için yaptığım bütün konuşma ve röportajlar felsefi bir karaktere bürünüyor: başarılı olabilmek adına İzlanda’dan gitmek neredeyse bir zorunluluk. Her ne kadar İzlanda üst seviye genç futbolcular yetiştirebilse de, oyuncuların profesyonel olarak başarıya ulaşabilmeleri ve kendilerini gerçek anlamda deneyebilmeleri için fedakarlık yapıp ülkelerinden ayrılmaları gerekiyor. İzlanda’da 17 yaşına gelmiş bir futbolcuysanız yurtdışına gidip, yalnız başına yaşamayı göze alabilmelisiniz.
Bu sorun “İzlandalı karakterini” ve Kuzey Atlantik’in ortasında ufak bir adada yaşamanın anlamını ortaya koyuyor. İzlandalılar yıllar öncesinde mücadele dolu bir hayat yaşamayı kabullenmişler. Çoğunlukla ıssız bir ada olan İzlanda, Avrupa’da insanların yerleştiği son yerlerden biri. İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’nın en fakir ülkelerinden olsa da, günümüzde en gelişmişlerinden sayılıyor. Ancak mücadele ruhu ihtimallere ve coğrafi zorluklara karşı olduğu gibi durmakta.
Magnus’a göre İzlandalı futbolcular dayanıklılıkları ve savaşçı ruhlarıyla kendilerine isim yapmış durumda. Aynı zamanda sabırları ve çalışkanlıklarıyla da biliniyorlar. Danimarka ekiplerinden FC Nordsjælland’in teknik direktörü Olafur Helgi Kristjánsson, İzlanda dışında üst seviye antrenörlük yapan ilk isimlerden. Kendisi bahsedilen İzlandalı karakterinin futbolun da ötesine ulaştığını belirtiyor.
“İçimizde yer alan istek veya açlık, ne dersek diyelim, sanırım İzlandalı karakterinin en önemli kısımlarından biri bu. Bir teknik direktör olarak benim için de aynı durum söz konusu. İzlanda’da kalıp, küçük göldeki büyük balık olarak hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim. Ama ben daha büyük şeyler başarmak, kendimi profesyonel anlamda zorlamak istedim. Bir tutkuya sahip olmak insanın hem karakterini hem de profesyonelliğini ileriye götürüyor. Tabii bunu yaparken bazı şeylerden fedakârlık etmeye hazır olmalısınız.”
Coğrafi açıdan izole olmuş bir yerde yaşayanlar için gerçeğin vazgeçilmez bir tarafı da bu: Yurtdışına git. Mücadele et. Kendini dene. Olafur, yurtdışına giden gençlerin rahatlayıp, mücadele ruhunu kaybedeceklerinden çok korkmadığını belirtiyor. “İzlanda’daki çocukların futbol oynayabilmek için iyi bir fırsatları var. Ancak sıfırdan başlayıp bir yerlere varmak ve daha da büyüyebilmek için çok ama çok çalışmak gerekli.”
En azından şimdilik mevcut zihniyet yapısıyla İzlanda müthiş bir milli takım kurmayı başardı. Altyapı ve antrenörlük ülke adına bir başlangıç noktası yarattı diyebiliriz. Eiður herkese başarılı olunabileceğini kanıtladı. Ayrıca çoğu oyuncunun beraber yetişip, yıllar boyunca birlikte oynaması da takımın başarısına yardımcı oluyor. “Milli takımlar birlikte çok fazla antrenman yapmıyor, o yüzden takım içinde anlayış ve uyuma sahip olmak her zaman çok işe yaramakta.”
“Biz her zaman için sıkı çalışmaya ve potansiyelimizin üstüne koymaya hazırız” diye devam ediyor Heimir. “Bence bu durum ülkedeki her bireyin karakterinde yer edinmiş durumda. Biz kötü havaya alışığız. Hava sert ve rüzgârlıyken okula yürümeyi küçüklükten itibaren hayatın bir parçası olarak görüyoruz. Genellikle hayata karşı kafa tutabilmeye ve mücadele edebilmeye genç yaşta alışıyoruz. Sonuç almak adına daha da sıkı çalışmaya her zaman için hazırız. Bence bizim en büyük avantajımız da bu.”
Çeviri: Alper Suat Orhan