*Andy Murray’nin kaleme aldığı bu yazı, The Players Tribune‘da yayımlandı.
28 yaşındayım.
Yirmi sekiz… Genç hissettiriyor.
Eskiden böyle düşünmezdim çünkü gençken yirmi sekiz gözüme yaşlı görünürdü.
Şimdi buradayım ve artık biliyorum. Yirmi sekiz genç bir yaş.
28 yaşına basacağım yıl evlendim. Bu ay içerisinde Kim ve ben ilk kez anne-baba olacağız. 28 bir şeylerin başlangıcı gibi.
Bir tenis oyuncusu olarak 28 yaşında hâlâ başarmak istediğim çok fazla şey var. 28 bir zirve. İyi oyunu ve ihtimalleri vadediyor…
Peki 28 bir ömür için nedir?
Hiçbir şey.
En yakın arkadaşım Ross Hutchins, 28 yaşında kansere yakalandı.
Haberi aldığımdaki anlık reaksiyonumu hatırlıyorum. Kızgınlık veya üzüntü değildi. Daha çok, “Pardon?” demiştim.
İnanmamış, tam anlamıyla inanamamıştım. “Ross, bizim Ross? Hodgkin lenfoması mı? Kanser yani…” Zihnimin bir noktasının buna dürüstçe inanamadığını hatırlıyorum.
Ross bazı sebeplerden ötürü en yakın arkadaşlarımdan bir tanesiydi. Bazen “öylesine” arkadaşlarınız olur. Sadece belli zamanları ve anları paylaşır, bunu bilirsiniz. Ross benim için “sürekli” bir dosttu. Çevremde hep olmasını istediğim ve arkamı döndüğümde orada gördüklerimden.
Böyle bir arkadaşa sahip olunca onu bırakmazsınız. Zaten Ross ve benim de ayrılamaz duruma gelişimiz çok zaman almamıştı. Fazlaca ortak yönümüz olması bunda etkiliydi. Ross muhteşem bir atletti ve en sevdiğim antrenman partnerlerimden olmuştu.
Teniste antrenman partneri her şeydir. Maçlar, turnuvalar ve mücadele iyidir. Ancak antrenman; üst düzey bir tenisçinin, insanları hayrete düşürmeye devam edebilmesi için gereklidir. İçeri, dışarı, ileri, geri. Tenis çalışmaları tekrar üzerine kurulu ve monotondur. Kendine has bir fiziksel güç gerektirir.
Onun kanser olduğunu öğrendiğimde, yapabildiğim tek şey inanmamaktı. Tüm o durumu reddetmiştim. Dediğim gibi, tepkim “Hayır, olamaz” değil, daha çok, “Pardon, ne saçmalıyorsunuz?” olmuştu. Tanıdığım en güçlü, en fit insanlardan biriydi. Elit bir sporcu, Davis Kupası seviyesinde bir tenisçiydi. Daha da önemlisi iyi bir adam ve benim en yakın arkadaşımdı.
Ve sadece 28 yaşındaydı.
Bu olanlar hiç hesapta yoktu.
Bir anda kendimi, hayatımda ilk kez kanser gerçeğiyle yüz yüze buldum. Gerçek şuydu: Kanser ayrım yapmaz, fark gözetmez.
Dünyanın en fit ve sağlıklı insanı olun. İyi bir adam ve arkadaş… Fark etmez!
Tabii 28 yaşında da olabilirsiniz.
Kanser insan seçmez. Kör ve asidir. Kim olduğunuzdan ve neye benzediğinizden haberi bile yoktur.
Geriye dönüp baktığımda her şey apaçık. Haberi almak benim için büyük bir şoktu. Ross ve ben çok yakındık… Ama aslında aynıydık da.
Yine de minnettarım. Neyse ki Ross savaşını kazanmayı başardı. Oldukça da iyi gidiyor, tenisi bıraktı ama ATP Oyuncu İlişkileri Departmanı’nın başkan yardımcısı oldu. Hatta bu akşam arkadaşlarımızı da alıp snooker oynamaya gidiyoruz.
Müteşekkirim…
Ancak Ross’un tedavisi ve başarısı, benim kanser konusunda yanlış bir algı geliştirmemi sağladı. Ross genç, güçlü ve iyiydi. Tanıdığım en güçlü insandı ve kanseri kesinlikle yenecekti.
Ama gerçek şu ki herkes kanseri “kesinlikle” yenemiyor. Hayır, işler bu şekilde yürümüyor. Ross şanslıydı.
Onun şanslı olduğunu bir yıl sonra tam anlamıyla gördüm.
Bally ise şanslı değildi. Bally kim mi? Neredeyse üç yıl boyunca Britanya’nın bir numaralı kadın tenisçisi olan Elena Baltacha. Onu Ross’u tanıdığım kadar iyi tanımıyordum ancak tenis dünyası küçük ve burada herkes hakkında bir fikriniz olur. İyi kötü bir şeyler duyarsınız ve eğer birisi ‘çürük elma’ ise bu kulağınıza gelir.
Onun hakkında sadece iyi sözler duydum. Ne kadar alçak gönüllü olduğu, birlikte kolay çalışıldığı, insanlara karşı kibarlığı… Bally harika bir insandı. Tıpkı Ross gibi o da “iyiler”dendi. Annem onu genç yaşından itibaren çalıştırmıştı ve çok severdi. Bizler de öyle.
Karaciğer kanserine yakalandığında, herkes büyük bir şok yaşadı.
Savaşı kaybedip öldüğünde 30 yaşındaydı. Bu, şokun da ötesindeydi. Anlatacak kelimeler bulmaya çalışmış ancak başaramamıştım. İtiraf edeyim bugün bile yapamıyorum.
Ross’la birlikte yaşadığım deneyim beni sarsmış ancak rahatlatmıştı. Kanseri yenmenin normal olduğu yanılgısına düştüm. Ross yapmıştı, bir şampiyon gibi savaşıp başarmıştı. İyi bir insandı ve bu galibiyeti sonuna kadar hak etti. Ama Bally de iyiydi. O da kazanmalıydı fakat olmadı, kaybetti.
İlaçlar, teknoloji ve dünya gelişti. Bu bize kanserin, tıpkı başka ‘basit’ hastalıklar gibi olduğunu düşündürebilir. Teşhis konur, tedavi planlanır, ilacını alır ve iyileşirsin. Hayır, kanser böyle bir şey değil.
Kanser ciddi ciddi insanları öldürüyor. Hem de yaşına, yaşamına bir an bile bakmadan. Bu acımasız ve düşüncesiz hastalıkla arayı kapatmanın tek yolu önce insanların, onun yapabileceklerini bilmesi ve bununla savaşmanın yollarını araması. Oturarak değil çalışarak. Farkındalık yaratarak ve araştırmalar için para toplayarak.
2013 yılında Queens Club’ta Ross onuruna, ‘Rally Against Cancer’ adında bir yardım maçı düzenledik. 2014’teyse bu sefer ‘Rally For Bally’ isimli bir seri maç yapıldı ve Martina Navratilova, Tim Henman, Laura Robson gibi önemli yıldızlar korta çıktı.
Bally’nin zamansız gidişini hatırlatan her şey büyük bir üzüntü yaratsa da 2014’teki maçlar kendi umut ışığını doğurdu. İki etkinlik arasında tam bir yıl geçmişti ve Ross’un bir amacı vardı… Evet, katılmak. İkinci seferde oradaydı. Elinde raket, kortun tam karşısında, karışık çiftlerdeki rakibim olarak.
Bally bunu görebilse ne kadar mutlu olurdu.
Tüm bu çalışmalar ve organizasyonlarla neler başardığımızı görmek benim yaşamımda da değişiklikler yarattı. İnandığım sebepler uğruna aktivizm ve farkındalık yaratmak her şeye değerdi. Sonuçları, başarılanı gördüğümde artık buradan geri dönüşüm yoktu.
Bunları artık hayatımın günlük bir parçası olarak görüyorum. ‘Rally for Bally’ her yıl düzenleniyor ve başka çalışmalarım da var. ‘Andy’s Aces’ liderlik ettiğim bir UNICEF girişimi ve Avrupa’daki göçmen sorunu üzerine çalışıyoruz. ‘Malaria No More’la birlikte de bir diğer korkunç hastalığın kökünü kurutma çabasındayız. Ayrıca WWF ve UFW’in uluslararası iyi niyet elçisi görevlerini sürdürüyorum. Bu çabalar benliğimi şekillendirdi. Kim olduğumu ve kim olarak devam etmek istediğimi artık biliyorum.
Tüm bu girişimlerin gelecekte nerelere varabileceğini görmek beni çok heyecanlandırıyor. Israr ediyorum, siz de katılın. İnanabileceğiniz bir fikir, bir sebep bulmak gerçekten çok kolay.
Benim için çok basit başlamıştı: 28 yaşlı değil, genç.
Oldukça genç.
Ve hayatımızdaki o “iyiler”in birini bile kaybetsek bu çok fazla.
Çeviri: Aras Yetiş (@arasyetis)