Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BasketbolGündemİyi ve Kötü

Roland Lazenby, Michael Jordan'ı en iyi tanıyanlardan. ABD'li gazeteciye 'Majesteleri'ni sorduk.

Bu yazı ilk olarak Socrates’in Kasım 2016 nüshasında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.


Bir Michael Jordan biyografisi yazmanızın altında yatan motivasyon tam olarak neydi?

Neden mi yazdım? Çünkü Jordan’a dair hâlihazırda anlatılan hikâyelerden daha fazlasının olduğunu düşünüyordum. Siyah- beyaz kaynaşması, ABD’de çok yavaş ilerleyen bir süreçtir. Jordan, ticari güvenceleri sayesinde Afrikalı-Amerikalıların tarihine geçecek düzeyde bir reklam yüzü olarak kullanılmayı başarmıştı. Ben bu Afrikalı-Amerikalı kimliğinin ve mirasının önemli olduğunu düşündüm ve bunu spor üzerinden yeniden bağlamaya çalıştım. Mesela Jerry West, kuzeyden gelen bir çiftçi ailenin çocuğudur ve ben onun kariyerini hep bu kimliğe bağlarım. Bu kimlik, onun hangi seviyede bir rekabetçi olduğunu anlamakta size yardım eder.

Kitapta Jordan’ın aile kökenlerine ve bağlarına geniş yer ayırıyorsunuz. Neden?

Michael Jordan’ın büyük dedesi Dawson Jordan, 1891 yılında dünyaya gelmişti. Aynı yıl, James Naismith basketbolu icat etti. Dawson Jordan’ın basketbolla herhangi bir ilişkisi yoktu. 1.65 boyundaydı ve kötürümdü. Çiftçiydi. Tarım, 19. yüzyılın sonunda ABD’nin birinci geçim kaynağıydı. Yıllar sonra Michael Jordan’ın doğduğu dünya ise bir hayli farklıydı. Buna rağmen Michael, büyük dedesiyle epey vakit geçirdi. Dawson öldüğünde, Michael 14 yaşındaydı. Bilhassa yaşamının ilk 6-7 senesinde onunla çok zaman geçirmişti ve bütün ailesi gibi o da Dawson’a saygıda kusur etmezdi.

Ailenin reisi oydu. Dawson, müşfik bir biçimde aileye hükmediyordu ve çok aktif şekilde çalışıyordu. O yıllarda çiftçi olmak, bir yandan da yasak şekilde alkol satışı yapmak, epey riskli ve zordu. Tüm bunlara rağmen, Dawson Jordan çok çok güçlü bir adamdı. Jordan’ın ailesini araştırmak, benim için keyifli bir deneyimdi. Genel olarak, kitapta çok severek yazdığım bölümler de var, çok zorlandıklarım da… Ancak kitaptan bağımsız, Jordan’ın kariyerini gazeteci olarak takip etmek de farklı bir deneyimdi. Onunla geçirdiğim, Jordan ile röportaj yaptığım, ona sorular yöneltebildiğim, onun deneyimlerini dinleyebildiğim her anın kıymetini bildim. Ama bunu yazmanın en sevdiğim tarafı şuydu; Michael Jordan’ın hayatı üzerine kalem oynatırken aslında sadece yaşamından bahsetmiyordum, bir yandan da kendi hayatımı ve kariyerimi yazıyordum.

Ona dair en sevdiğiniz an ne?

En unutulmazı, onu çıplak gözle ilk seyrettiğim maçtı. 1983 senesiydi ve Charlotteville, Virginia’da Virginia Üniversitesi’ne karşı sahaya çıkmıştı. Dev Ralph Sampson, rakip takımın yıldızıydı. Virginia ile North Carolina arasında büyük bir rekabet vardı. Jordan da başta Virginia’da oynamak istemişti ancak o dönemki koç, onu almamayı tercih etmişti. Michael’ın rekabetçi kişiliğinden alıştığımız gibi, bu reddediliş onun kariyerine olumlu etki yapmış, özellikle Virginia Üniversitesi’ne karşı duyduğu hırsı ve ateşi büyütmüştü. O sene Virginia, evinde arka arkaya birçok maç kazanmıştı. Ancak North Carolina ve MJ karşısında ilk dakikalarda yenik düşmüşlerdi. Buna rağmen geri dönmeyi başardılar. Bitime 1 dakika 30 saniye kala, Ralph Sampson’ın basketi farkı altıya indirdi. Bir sonraki hücumda top yine ondaydı. Ralph Sampson parkenin solunda dirsek hizasından bir orta mesafe şutu çıkarmayı başardı ama sahanın öte yanından gelen Michael Jordan zıplayıp Sampson’ın şutunu blokladı. Bunu öylesine gaddar ve vahşi bir şekilde yapmıştı ki basın tribünündeki herkes bunun hayatlarında gördükleri en acayip şey olduğunu ifade etmişti. Bu blok hâlâ, bir spor yazarı olarak gördüğüm en muazzam atletik gösteri.

1995 yılında, Charlotte’taki bir maç öncesinde soyunma odasında Michael Jordan ile birlikte oturuyordum. Kahvesini yudumluyordu. Kısa süren ilk emekliliğinden sonra basketbola geri dönmüştü ve Charlotte Hornets karşısına çıkmaya hazırlanıyordu. Ona Charlotte’ta yaşanan bu an hakkında bir soru yönelttim.

PHIL JACKSON ELBETTE BÜYÜK ROL OYNADI AMA JORDAN DA BİR BASKETBOL OYUNCUSUNDAN ÇOK DAHA FAZLASIYDI.

Hatırlıyordu. Aradan geçen onlarca seneye rağmen, o da o ânı unutamamıştı. Buna inanılmaz şaşırmıştım. Yani, 1983’teki o âna şahit olmak ve sonra Michael’la bu blok hakkında konuşabilmek muhteşemdi. Michael’ın benimle daha fazla vakit geçirmesini sağlamam uzun sürdü. Bir keresinde, takımla birlikte deplasmana gitmiştim. Maçtan sonra bütün muhabirler, duştan ilk çıkan oyuncuyu beklerdi. Scottie Pippen da her zaman duştan ilk çıkan oyuncu olurdu. Muhabirler onun etrafında toplanırken ben kenara çekilir, Michael’ın çıkmasını beklerdim. Duştan çıkıp soyunma odasına doğru yürürken ben de yanında yürürdüm. Bir soru sormak için sadece birkaç saniyem olurdu. Onunla ilişkimi böyle kurmuştum; çünkü o sorulardan sonra, maçlardan önce benimle biraz daha fazla oturmaya ve konuşmaya başladı.

İnsanlar ona, takım arkadaşlarına karşı nasıl davrandığını sormuyordu. Ben de ona, takım arkadaşlarının hayatını ne kadar zorlaştırdığını sormak istedim. Bunu sorduğumda bana, onları bir çeşit stres testine soktuğunu ve önemli anlarda kendisiyle sahayı paylaşan oyuncuların baskıyı kaldırıp kaldıramayacaklarını öğrenmek istediğini söyledi. Bulls kadrosundaki bazı oyuncular bunu kaldırabiliyor, bazıları ise kaldıramıyordu. Jordan bu testi yaparken çok sertti. Psikolog George Mumford, Michael’ın neden bu kadar rekabetçi bir yapısı olduğunu açıklamıştı bana; merhametli bir insan olabiliyordu ama basketbol oynarken değil! Phil Jackson’ın George Mumford’ı göreve getirme nedeni de Jordan’ın takım arkadaşlarına karşı daha merhametli olmasını sağlamaktı. Bu konuyu hakkıyla konuşmak için de belirli bir zamana ihtiyaç vardı. Jackson, sonraları Kobe Bryant için de Mumford’ı görevlendirdi; takım arkadaşlarına daha merhametli olmasını istiyordu.

Phil Jackson’ın yönlendirmesi olmadan da aynı noktaya ulaşabilir miydi?

Bazı insanlar, Jackson’la çalışmaya başlamadan önce de Jordan’ın o seviyeye hazır olduğunu düşünüyor. Bazıları ise tam aksi fikirde. Açıkçası, bu soruyu dürüstçe cevaplamak zor. Phil Jackson tabii ki büyük bir rol oynadı ama Jordan da bir basketbol oyuncusundan çok daha fazlasıydı; bir koç gibi öğreticiydi ama aynı zamanda da çok sert, azimli ve istekliydi. Tek bir amacı vardı; kazanmak istiyordu. Ancak Jackson’ın dehası ona, takımı daha iyi bir noktaya getirmek için bazı zamanlarda kendinden ödün vermesi gerektiğini öğretti.

Dennis Rodman, “Jordan’la saha dışında konuşmuyordum” demişti. Takım arkadaşı bile bunu derken, siz bir gazeteci olarak ona nasıl yaklaşabildiniz?

Çünkü o bir milyarder. Oyuncularla basketbol salonu içinde konuşabilirsiniz, gazeteciler orada farklı bir yerdedir. Ancak saha dışında size çok fazla zaman ayırmazlar. Michael Jordan’la asla ‘en iyi arkadaşlar’ olmayacağız. Canavarın doğası böyle ve bunda bir sorun yok. Yakın olduğu birkaç kişi var zaten ve bu insanlar da yazdığım biyografi hakkında tamamen iyi düşüncelere sahip değil. Biyografi, bağımsız bir bakış açısı demektir. Michael, içerisinde hem iyiyi hem kötüyü barındırıyor. İkisinin arasında bir yerde. Ben kitabı yazarken, Michael’ı bir insandan fazlasıymış gibi gösterme kaygısı taşımadım. Sadece bağımsız bir biyografi kaleme almak istedim. Amacım, dev bir hayatı özgürce tahlil edebilmekti. Başarmaya çalıştığım şey buydu.

Kitabınızda, Jordan’ın kumar sorunları ve babasıyla ilişkisiyle alakalı bölümler de var. Bu konulara dair görüşleriniz neler?

Babasının cinsel taciz suçlamalarıyla alakalı olarak, Jordan’ın hayatında çok zor dönemler var. Yine kumar alışkanlığıyla ilgili bölümler de var. Ancak bunları bir haber gerçekliğiyle yansıtıyorum, üstelemiyorum. Bu durumları, dönemin şartlarını da anlatarak açıklamaya çalıştım. Mesela, Jordan’ın kumar oynadığı gerekçesiyle basketboldan men edildiğine dair bir spekülasyon vardır. Ancak ben konu hakkında ne bir kanıt gördüm ne de buldum.

Araştırma sürecinde Jordan’a bakış açınız değişti mi peki?

Michael’a karşı muazzam bir saygım vardı. Hakkında hem iyiyi, hem kötüyü, hem de çirkini gördüm ve onu birçok konuda savundum. Elbette benim savunmama ihtiyacı yok; kendisi acılarla başa çıkabilen, sert bir adam.

Süper yıldız yeteneklerine sahip ve benim kendisine hayran olmamı sağlayan şeylerden çok daha fazlasını başarmış. Kitabı yazmaya başladığımda Michael’ın olumsuz yüzüyle daha çok karşı karşıyaydım ancak tüm hikâyeyi kitaba yansıtınca, görünüm değişti. İnsanlar, Jordan’ın ne kadar olağanüstü bir adam olduğunu gördü.

MICHAEL’A KARŞI MUAZZAM BİR SAYGIM VARDI. HAKKINDA HEM İYİYİ, HEM KÖTÜYÜ, HEM DE ÇİRKİNİ GÖRDÜM.

Jordan’la arkadaş olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Eğer öyleyse, onu bir oyuncu olarak değil de arkadaşınız olarak nasıl tanımlarsınız?

Aslında samimiydik. Kitabı yazmayı tamamladıktan sonra elimi sıktı. Ancak yazım sürecinde çok da mutlu değildi. Tabii kimse, kendi biyografisi yazılırken mutlu olmaz. Yardımda da bulundu, hakkını yemeyeyim ama kitabın yazım süreci, benim için daha çok ölü bir insana otopsi yapmak gibiydi.

Son olarak, onu diğerlerinden farklı kılan en önemli özelliği soralım…

O, basketbolda standardı başka bir seviyeye çekti ve diğerleri de bir noktadan sonra Jordan’ın standartlarıyla yaşamına devam etmek zorunda kaldı. Farkı tam olarak buydu.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Umut Işığı

Umut Işığı

3 sene önce
Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce