Bu yazı ilk olarak Socrates’in Kasım 2016 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
2014 yazıydı, telefonum çaldı. Jordan kitabımın piyasaya çıkışından kısa bir süre sonraydı. Mesajı bırakan Laquetta Robinson, “Benimle konuşmaktan mutluluk duyacağını” söylüyordu. Michael Jordan: The Life‘ı yazarken onunla röportaj yapmak için çok uğraşmış ancak cevap alamamıştım. Fikrinin değişmesini, kitabımı okumasına ve beğenmesine borçluydum. Bana ulaştığında, konuşmak için hazırdı.
Robinson, Jordan lisedeyken ve Magic Johnson’a hayranlık beslerken ona ‘Magic Mike’ yazılı araba plakasını hediye eden insandı. North Carolina’daki koçu Dean Smith sonraları, Jordan’ın bu lakaptan vazgeçmesini sağlayanın kendisi olduğunu söyleyecekti. 1980 yılıydı. Jordan, E. A. Laney Lisesi’nde oynuyordu. Laquetta adlı bu genç kız ise Southern Wayne High’ın amigolarından biriydi.
Genç kızın kuzeni Lynwood basketbolcuydu. Southern Wayne’de oynamış ve sonrasında North Carolina’dan burs kazanmıştı. Laquetta, kuzeninin maçlarını diğer ponpon kızlarla birlikte takip ederdi ama bu çoğu zaman zor olurdu; çünkü genç kızın kronik ve hareket kısıtlaması yaratan bir hastalığı vardı. Rahatsızlığın adı ‘jüvenil romatoid artrit’ idi ve bu yüzden bacağında ortopedik destekleyiciler taşıyordu. Ancak tüm engellere rağmen, amigoluk yapmaktan vazgeçmemişti.
Okullarına karşı bir maçta sahaya çıkana kadar, Jordan’ın kim olduğundan haberi yoktu. Sadece o gün, maçtan önce alışılmışın dışında bir hareketlilik sezmiş ve bu yüzden kuzeni Lynwood’un yanına gidip ondan Jordan’ın oyunculardan hangisi olduğunu göstermesini istemişti. Kuzeniyse rakibine duyulan bu ilgiden rahatsızdı. Laquetta, maç başlamadan Jordan’ı buldu. Takım arkadaşı Leroy Smith’le birlikte, atıştırmalıkların olduğu standın oradaydı. Bir şeyler konuşuyorlardı. Biraz kulak kabartınca, onunla alay ettikleri izlenimine vardı.
Hava atışı yapıldıktan sonra Jordan’la alakalı gözlemlerine devam etti. İlk fark ettiği; Michael’ın kritik anlarda dilini dışarıya çıkardığıydı. Hırsı onu çok etkilemişti. O anları ileride, “Kararlılığı ve arzusu beni hayrete düşürmüştü” diyerek anımsayacaktı. Birbirlerine ilgi duymuşlardı. Tüm yanlış anlaşılmalara rağmen Lynwood Robinson’ın maçtan sonra kuzeninin telefonunu Jordan’a vermesi, bunun işaretiydi. Jordan da fazla beklemeyecekti. Birkaç günün ardından Laquetta’yı aradı. Hattın diğer ucundaki ses kızgındı. Kendisiyle alay edildiğini düşünüyordu. Jordan karşı çıktı. Bunun doğru olmadığını söyledi ve konuşmaya devam ettiler. Saatlerce, günlerce… Telefonların ucunda, uzun mesafeli bir ilişki yaşıyorlardı. Hatta o kadar fazla konuşuyorlardı ki telefon faturası yüklü geldiğinden, yöntem değiştirip birbirlerine mektup yazmaya karar vermişlerdi.
Jordan’ın yatağının üst kısmında Laquetta’nın fotoğrafları asılıydı. Genç kıza göre, Jordan diğer insanlara karşı hep maçoydu ama ona karşı öyle değildi. Hassas ve duygusaldı. Jordan ona birçok mektup yazdı. Derslerden sıkıldığında hep kalemini çıkarır; muntazam mavi çizgili, üç spiralli defterini kullanarak bir şeyler karalardı. Laquetta da tüm genç aşıklar gibi, Michael’dan gelen mektupların hepsini saklamıştı. Hatta muhafaza ettiği mektuplardan ikisi, akrabaları tarafından çalınmış ve bunlardan biri 2011’de ortaya çıkmıştı. Laquetta’nın durumdan haberi yoktu. Şikâyette bulunup 5 bin dolar karşılığı satılan mektubu geri aldığında iş işten geçmişti. Mektup çoktan yayılmış, internete düşmüştü.
Jordan’ın yazdıkları, tuhaf ve sonradan okunduğunda mahcup eden türdendi. Amerikan gençliğinin kendini ifade etme konusunda yaşadığı zorluk, Jordan’a da yansımıştı: “Bana, girdiğimiz iddiadan kazandığım ve hakkım olan çeyrekliği verdiğin için çok mutluyum. Yıllığını ödünç almama izin verdiğin için de teşekkür ederim. Bunu okulda herkese gösterdim. Herkes senin çok güzel, genç bir hanımefendi olduğunu düşünüyor ve ben de onlara katılıyorum. Söyledikleri doğru. Lütfen bu yaşananların aklına girmesine izin verme. (Gülücük) Doğum günümde maça gelemediğim için üzgünüm çünkü babam o gün bütün takımı yemeğe çıkardı. Lütfen bana kızma; çünkü 14 Şubat haftasında oraya gelmek için elimden geleni yapacağım. Sen de başarabilme ihtimalime karşılık, lütfen birlikte yapabileceğimiz bir şeyler planla.”
Genç Jordan, aşkını açıklama yönünde gayet hevesli görünüyordu. Fakat her genç âşık gibi, aşkına karşılık bulamama ihtimalini göz önünde bulundurup kendine kaçış yolları hazırlamaktan da geri kalmıyordu.
Mektubun ortaya çıkışının kendisi açısından da sürpriz olduğunu söyleyen Robinson, özel hayatının ihlal edildiğini vurgulamıştı. Haklıydı da… Onun ifadesine başvuran polis, mektup satışıyla bağlantısını bulamamış ve kazançtan pay aldığına dair herhangi bir detaya erişememişti.
Genç Mike’ın ona sık sık iltifat ettiğini söylüyordu ama hemen sonrasında gelen, “Aklına girmesine izin verme!” cümlesiyle bunları geri aldığının da farkındaydı. Girdikleri gizli iddia ve Jordan’ın birkaç çeyreklik kazanma heyecanı, daha o dönemden bazı şeylerin ortaya çıkmaya başladığını göstermişti; Jordan’ın oyun içgüdüleri ve rekabetçiliği, çok yüksek seviyedeydi.
Jordan’ın aşkı, o ilkbaharda zirveyi gördü. Bu da her ergenin aklının bir köşesinde yer etmiş okul balosu dönemine denk geliyordu. Beyazlar içinde oldukları o okul balosunda Laquetta, narin boynuna doğru yükselen dar bir elbise giymişti. Kollarını tamamen kapatmayan elbise, Mike’ın ona aldığı bilekliği gururla sergilemesine olanak sağlıyordu. Saçları ön plandaydı; ortadan basitçe yanlara doğru ayrılmıştı, süs yoktu, toka yoktu, topuz yoktu, fazla özenli hiçbir şey yoktu, parlak gözlerini, görkemli elmacık kemiklerini ve düzgün bir kişiliğin işareti olan masum gülümsemesini ortaya çıkaracak biçimdeydi. Çoğu ergen, balo gecesinde -özellikle de fotoğraf çekimi sırasında- gergin olur ancak Laquetta, epey rahat ve hatta huzurluydu. Balo için hazırlanan sahnenin önünde oturmuş ve ellerini dizlerinin üstünde birleştirmişti. Gösterişten tamamen uzak bir havası vardı ve bunu, herkesin -Mike da dâhil- olduğundan farklı biriymiş gibi görünmeye çalıştığı yaşta yapıyordu.
Kendiliğinden sadeydi. Klastı. Mike ise bir elini kız arkadaşının omzuna atmıştı. Diğer eli cebindeydi. Bu duruş, onun genç yaşta sofistike görünme çabasıydı. Kravatı ve hatta yakasındaki karanfil bile beyazdı. Smokini ile gömleğinin yakası, -tıpkı geleceği gibi- çok büyüktü. Zaten buna alışması gerekiyordu; gelecekte, çok kısa bir süre sonra, saçma sapan golf kıyafetlerinden kendi markasının Jumpman logolu ürünlerine kadar birçok kıyafetin içinde poz verecekti. Gülümsemesi aşırıya kaçmamıştı. Sanki bu ânın kötü olmadığını ama planlarının bundan daha büyük olduğunu itiraf eder gibiydi.
Jordan için, bu hatıranın da çok yakında diğerlerinden bir farkı kalmayacaktı. Ne kadar eğlendiklerini ve iyi zaman geçirdiklerini hatırlamayacak, aklına sadece başka bir yere ulaşmak üzere olduğu gelecekti. Çoğu insan gibi, o da nereye gittiğini bilmiyordu. Fakat bunu öğrenmeye can atıyordu. Yaptığı her şeyin, aslında sadece aradaki boşlukları doldurmaktan ibaret olduğunu düşünmeye başlamıştı bile. Yaşadığı tutkusuz değil, sadece çok masum bir ilişkiydi. Onun için şiirler, mektuplar yazardı. Laquetta, aralarındaki ilişkiyi “Sanki kardeş gibiydik, çok garipti” diye tarif etmişti.
Jordan’ın ailesi, oğullarının kız arkadaşını her yere davet ediyordu. Buluşmalara, gittikleri özel yerlere… Anne Deloris Jordan’ın, gelin adayını sevdiği açıktı ve Robinson’ın dindar oluşu da hoşuna gitmişti. Oğlunun onunla birlikte vakit geçirmesinden çok memnundu. Laquetta’ya anne Jordan’ı sorduğumda, “Çok tatlıydı. Aynı zamanda akıllıca hareket eden, mantıklı biriydi. Bana saygı duyduğunu düşünürdüm, Michael’ın söylediği her şeyi yapmak zorunda olmadığımı söylerdi” cevabını almıştım.
Robinson kısa sürede, Jordan Ailesi tarafından benimsenmişti. Mike ortalarda yokken anne Jordan ve kızlarıyla birlikte dışarıda vakit geçirdiği dahi olurdu. Aileyle ilişkisini anlatırken, onlarla vakit geçirmekten hoşlandığı her hâlinden belliydi: “Mike’ın keyfi kaçtığında ben annesiyle bir yerlere giderdim. Jordan’ları gerçekten sevmiştim. Bana daima onlardan biriymişim gibi davrandılar.”
Mike’ın annesi, gelin adayını o kadar sevmişti ki baba James, oğluna Goldsboro’ya gidebilmesi için araba anahtarlarını vermediğinde, onu otobüs durağına götürmüş ve Laquetta’yı ziyaret etsin diye bilet almıştı.
Ancak zaman geçtikçe işler biraz değişti. Jordan’ın farklı yönleri ortaya çıkmaya başladı. Robinson, onun bazı hareketlerini tolere etmiyordu. Michael’ın da geri adım atmaya niyeti yoktu. Laquetta, o günleri şöyle anlatıyor: “Mike, özgüveni yüksek biri olarak bilinirdi ama bence öyle değildi. Aklındaki ve kalbindeki kapıları çok fazla insana açamazdı. Ben, bu noktada bir istisnaydım. Bu yüzden de ona minnettarım. O, manevi değerlere önem veren bir ailede büyümüş, düzgün bir insandı. Fakat daima, birinden onay almaya ihtiyaç duyardı. Hep kendini kanıtlamak isterdi. Şunu fark ettim ki ona karşı geldiğimde beni dinliyordu. Hata yaptığını itiraf etmiyordu ya da öyle davranmıyordu. Ama dinliyordu.”
Jordan’ın sahada bir yanardağ gibi olduğunu da görmüştü. Patlamaya hazır bir dağdı; çünkü basketbol sahasındayken onun üzerinde bir kontrolü yoktu ve Laquetta’ya göre, bunun nedeni çok basitti: “Mike sahadayken rakiplerine çileden çıkacakları şeyler söyler ve onları provoke ederdi. Böylelikle düzen dışına çıkmalarını, kendi oyunlarından uzaklaşmalarını sağlardı.”
Robinson aynı zamanda, erkek arkadaşının ilk ‘flu game’ine de tanıklık etmişti. Yine Southern Wayne’e karşı oynadığı bir maçta mide bulantısı yüzünden zorlanan Jordan, orta sahadan bir şut sokmasına rağmen okulu Laney’nin kaybetmesine engel olamamıştı. İlişkileri lise hayatları boyunca ve Mike’ın kolejdeki ilk yılına kadar sürdü. Jordan, North Carolina ile 1982 NCAA Şampiyonluğu’nu kazanırken Robinson, sevgilisine New Orleans’tan destek veriyordu. “Mike kolej kariyerinde büyük şeyler yapmaya başlayınca, insanlar ona boyun eğdi. O da bunun avantajını iyi kullandı” dedi, o günleri anlatırken. Erkek arkadaşıyla arası, kolejdeki ikinci yıllarında bozulmuştu. İlişkiyi bitiren taraf Laquetta’ydı ama buna rağmen, eski sevgilisinin ailesiyle iletişimi koparmadı. Aradan yıllar da geçse, özellikle anne Jordan’la görüşmeyi sürdürdü.
Robinson, zaman zaman Michael’dan da haber alıyordu. Sayısız kez, “Evlendin mi?” sorusuna “Hayır!” cevabını vermek durumunda kalmıştı. Eski sevgilisi, bazen saç kesimi ve rengiyle de alay ederdi ama dürüst olmak gerekirse bu konuda fazla kozu yoktu; Laquetta “En azından benim kafamda saç var” dediğinde, sohbet biterdi. Jordan bazen, kırıcı cümleler de kuruyordu. Hatta bir keresinde, “Eğer seninle evlenseydim, bugün Footlocker’da ya da ona benzer bir yerde tezgahtar olurdum” diyecek kadar ileri bile gitmişti. Yine de Michael’ın Juanita Vanoy’la evlenmesi Laquetta’yı şaşırtmıştı. Ayrı oldukları bir dönemdi ve Vanoy, kısa süre içinde hamile kalmıştı. En son konuşmalarından biri, 1995 yılında, Jordan’ın ilk emekliliğinden sonra gerçekleşmişti. Robinson, o günleri şöyle anlatıyordu: “Geri dönmemesini sağlamaya çalıştım. Profesyonel basketbolun onun için yıkıcı olduğunu düşünüyordum. Bu hayat ona zarar veriyordu. Söylediğim buydu. Ona karşı her zaman dürüst olmuştum ama özellikle bu konudaki görüşlerim, Mike’ın hiç hoşuna gitmedi. Zaten ona karşı çıkılmasını ya da görüşlerinin onaylanmamasını sevmezdi.”
Robinson, dindar bir Hristiyan olarak Jordan’ı da sık sık manevi konularda düşünmeye ittiğini söylüyor. Beraber geçirdikleri yılları anlatırken, o günleri hep iyi hatırladığı ve hatırlayacağı konusunda da ısrarcı: “Birlikte gerçekten güzel zaman geçirdiğimizi kabul ediyorum. Ona bakışım hiçbir zaman değişmedi.Bugün bile ona baktığımda, herkesin gördüğü o ‘Ünlü Mike’ı göremiyorum.”