*Aşağıda bir bölümüne yer verdiğimiz, Paul Simpson tarafından kaleme alınan bu yazı, ilk olarak The Blizzard‘da yayımlanmıştır.
Velvet Underground’un gelmiş geçmiş en iyi rock gruplarından biri olma statüsü, çığır açıcı deha ve bir efsane olan, kendi gruplarını piyasaya sürdüğü, 30.000 hayranının her birinin satın aldığı çıkış albümü The Velvet Underground & Nico’ya dayanmaktadır. Bu baştan çıkarıcı fikir, ilk olarak, Brian Eno ile olan görüşmesinde Lou Reed tarafından ortaya atılır. Aslında, albüm 50.000 yeni gruba ilham olmamasına rağmen iki yıl içinde yaklaşık 50.000 kopya sattı; “Kadifeler” daha çok Beck, David Bowie, Bryan Ferry, the Buzzcocks, Joy Division, Morrissey, Nirvana, Orange Juice, The Pretenders, REM, Jonathan Richman, Patti Smith, Sonic Youth, Talking Heads ve U2 gibilerin ufuklarının açılmasında ilham kaynağı olan grup olarak kabul edilirler.
Peki bütün bunların futbolla ne ilgisi var? Öğle yemeğinde, The Blizzard’ın editörü Jonathan Wilson’la hiç ilham verici bir teknik direktör olup olmadığı konusunda tartıştık. Arsène Wenger gibi 30 yıldır takım yöneten bir adamın neden daha fazla eski oyuncusunu yedek kulübesinde göremiyoruz? Hemen aklıma gelen örnekler; Wycombe Wanderers, Portsmouth ve Azeri kulübü Qabala’daki etkisizliğiyle teknik direktörlük kariyeri suya düşen Tony Adams ve ismini duymanın bile Nottingham Forest taraftarının irkilmesine sebep olan David Platt. Lakabı profesör olan bir teknik direktöre göre Wenger çoğu öğrencisini galvanize etmiş gibi görünmüyor.
Daha sonra, Philippe Auclair’le bu konu üzerine beyin fırtınası yaptık – tamam, adil olmak gerekirse fırtınayı yapan daha çok Philippe’in beyniydi. Ferguson’ın yönetsel akıl hocalığı ilk transferiyle başlar. 1974’te East Stirlingshire patronu olarak 24 yaşındaki iç forvet George Adams’la sözleşme imzaladı.
Adams, Auclair’ın listesindeki 41 isimden ilkiydi. Bazıları iyi üne (Steve Bruce ve Gordon Strachan), diğerleri ise (Paul Ince ve 2007’de Porthmadog’daki saltanatı sadece 4 ay süren Clayton Blackmore) kötü şöhrete kavuşmuştu, çoğu ise (Roy Keane, Mark McGhee, Alex McLeish, Bryan Robson, Ole Gunnar Solskjær) her ikisinden de birazcık nasiplenmişti.
Fergie’nin çocukları Avrupa’nın her köşesine yayıldı; Jordi Cruyff Maccabi Tel Aviv’de teknik direktörlük yaptı, Henning Berg Legia Varşova’yı, Laurent Blanc Paris Saint-Germain’i ve Andrei Kanchelskis de Letonya’da Jurmala’yı çalıştırdı.
Ferguson’ın öğrencileri teknik direktör, asistan veya antrenör olarak İngiltere’de 33, İskoçya’da 13, Galler’de 3, Kuzey İrlanda ve İrlanda’da birer takım çalıştırdılar. Bu yazı yazılırken, Strachan ve McGhee İskoçya’yı, Keane ve Martin O’Neill İrlanda’yı çalıştırıyordu, Gary Neville ise Roy Hodgson’ın İngiltere Milli Takımı’ndaki antrenör ekibindeydi.
Ferguson’ın 41 talebesinden 5’i lig şampiyonluğu kazandı: Berg (Legia Varşova), Blanc (PSG), McLeish (Rangers), Solskjaer (Molde) ve Strachan (Celtic). Blanc’ın ardışık Ligue 1 zaferlerini PSG’nin bütçesine mi yoksa Ferguson’un ilham verici bir örnek olmasına mı borçlu olduğunu tayin etmek oldukça zor. Old Firm (Glasgow Rangers ve Celtic) takımları 118 İskoçya Ligi şampiyonluğunun 99’unu kazandıkları için benzer uyarıları McLeish ve Strachan için de tekrarlayabiliriz.
Oyuncuların kulübeye adım atma süreçleri tutarsızlıklarla doludur. Diego Maradona, Bobby Charlton ve Hristo Stoichkov gibi harika futbolcular genellikle iyi birer teknik direktör olamazlar, buna karşılık Ferguson, Jack Charlton ve José Mourinho gibi daha mütevazi futbolcuların yıldızı parlamıştır. Burada göz önünde bulundurmamız gereken bilinen bir bilinmez ise kişisel tercihlerin rastlantısallığıdır. Mükemmel bir stoper olarak üç Avrupa Kupası kazanarak gelecekte Liverpool’un patronu olması beklenen Alan Hansen, bana hiçbir zaman takım çalıştırmak istemediğini söylemişti: “Kenny Dalglish ve Bobby Robson’a baktım, onların oyuna olan tutkuları bir bağımlılıktı, onsuz yaşayamazlardı. Ben hiçbir zaman böyle hissetmedim.” Ama Hansen’in görüşünün onu Partick Thistle’dan transfer eden Bob Paisley üzerinde bir etkisi olmadı.
Ferguson’ın akıl hocalığı siciliyle aşık atabilecek diğer isimleri araştırmaya başlamadan önce biraz tarihsel bağlam eklemek gerekiyor. Ferguson 1974’te East Stirlingshire’da haftada 40 pound’a part time olarak yöneticilik kariyerine başladığında, futbol oyunu çok daha az kazançlıydı, yayıncılar sadece özel etkinlikler için (FA Cup finalleri, uluslar arası maçlar, Dünya Kupaları ve benzeri) uzman görüşü tedarik ediyordu ve emekli futbolcular için başlıca kariyer seçenekleri bir spor mağazası açmak, bar işletmek veya yönetici olmaktı.
Artık birçok oyuncu milyoner olarak emekli olduğu için veya oyunu çevreleyen kârlı işlere girdikleri için antrenörlüğe olan finansal mecburiyet bugün çok daha az. 1970’lerin başında İngiliz futbolu çok daha dar, çok daha az küreselleşmişti. Oyuncudan menajere olan rota çok daha sadeydi, o UEFA antrenörü lisanslarına ihtiyaç yoktu.
Dolayısıyla Wenger ve Ferguson’ın kılavuz olarak etkilerinin, onların karakterlerini, antrenörlük stillerini veya ilham verme kalitelerini ne kadar yansıttığını ölçmek kolay değil. Aynısı 1970’lerden bu yana ekonomik devrimin futbolu ne kadar dönüştürdüğünün etkisini görmek için de geçerli.
Eğer Wenger, yaklaşımının takdir edildiği Fransa’da kalmış olsaydı ve 90’ların sonunda bilimsel devriminin yarattığı pembe bulutların bir nebze dağıldığı İngiltere’ye gelmeseydi, çok daha fazla sayıda öğrencisini etkilemiş olabilirdi. Ferguson’ın tarzı -veya medyanın onu acımasız, yeri göğü inleten, ateş püsküren diktatör olarak göstermesi- İngiliz yönetim adetlerine ve muhafazakâr dönemde fabrika ustaları için kullanılan bir terim olan, geçmişte oyuncuların hala ‘patron’ olarak adlandırdığı teknik direktörlerle dolu bir futbol endüstrisi için daha doğal bir uyum sağlıyor gibi görünüyordu.
Bazı kulüplerin diğerlerinden daha fazla prestije sahip oldukları da bir gerçektir. Ferguson’ın saltanatı esnasında İngiltere Federasyonu’nun onları sürekli kayırması iddia edile dursun, Manchester United bu sırada İngiltere’deki en güçlü kulüp oldu. CV’sinde United olan herhangi bir oyuncu, antrenör olma konusunda kendinden oldukça emin olabilir. Aynı prensip, teknik adamlığa soyunan Cruyff’un talebelerinin Ajax ve Barcelona’nın süper güç oluşuna ölçülemez derecede borçlu oldukları Hollanda ve İspanya’da da geçerlidir.
Kimin kimi etkilediğine karar vermek dolambaçlı olabilir. Ferguson’ın en etkili hocası onu bir defasında satın almaya çalışan ancak hiçbir zaman çalıştıramayan Jock Stein idi. Pep Guardiola kariyerinde Fabio Capello, José Antonio Camacho, Javier Clemente ve Cruyff gibi hocalarla çalışmasına rağmen “üstadım” diyerek kendisine akıl hocası bellediği isim 2006’da sadece 6 ay top koşturduğu Meksika kulübü Dorados de Sinaloa’nın antrenörü Juan Manuel Lillo’dur.
Aklımızda bu tür uyarılar varken Wenger’i Ferguson ile nasıl kıyaslayabiliriz? Fransız teknik adamın Arsenal’de kullandığı 200’e yakın oyuncunun -bazıları hala oynamaya devam ediyor- 22 tanesi menajer, antrenör veya asistan oldu. Şu anda hala takım çalıştıran tek isim ise 1998-1999 sezonunda yalnızca 3 maçta Arsenal forması giyen ve geçen sene istifa etmeden önce Paraguay’ın dördüncü lig ekiplerinden Deportivo Recoleta’yı yöneten Fabián Caballero.
Bunun dışında, birkaç asistan (Steve Bould, Arsenal; Dennis Bergkamp, Ajax; Giovanni van Bronckhorst, Feyenoord; Scott Marshall, Aston Villa; Sylvinho, Corinthians), sportif direktör (Marc Overmars, Ajax; Edu, Corinthians), Manchester City rezerv takım patronu Patrick Vieira, Letonya 17 Yaş Altı Takımı Teknik Direktörü Igor Stepanovs ve İngiltere Amatör Küme takımlarından Chesnut’ın oyuncu-teknik direktörü Ömer Rıza var. Ve sonra da 2012 yılında Olympique Lyon ile Fransa Kupası’nı kazanan ve üç yıl boyunca Lyon’da minimum bütçe ile maksimum beklentileri karşılamaya çalıştıktan sonra hak ettiği tatilin keyfini süren Rémi Garde var.
Bu tuhaf liste tüm hikayeyi anlatmıyor. Wenger’in öğrencilerinin bazıları şanssız, bazıları ise pervasızdı. Bir dönem Blackburn’de savunma antrenörlüğü yapan Nigel Winterburn, teknik direktör Paul Ince’in kovulmasında pay sahibiydi. Wenger’in Monaco’dan öğrencileri ise oldukça talihsizdiler: Sonny Anderson’un 2011’de İsviçre takımı Neuchâtel Xamax’taki macerası, takım bir Çeçen oligarka satılınca sadece iki maç sürdü. Enzo Scifo ise 2009’da iflas eden Belçika takımı Mouscron’u çalıştırdı. Kariyeri gelecek vaat eden eski Arsenal stoperi Nelson Vivas’ın teknik direktörlük serüveni 2013’te aniden sona erdi: Arjantin ekibi Quilmes’in teknik direktörü olarak seyircilerin arasına dalıp bir taraftarı üç kez yumrukladıktan sonra istifa etti.
Wenger, Monaco’da kupa kazanan bazı oyuncularına ilham verdi. Defansif orta saha Claude Puel, hocası Wenger’in sahadaki teknik direktörüydü. Şu anda Nice takımını çalıştıran Puel, 2000 yılında Monaco ile Ligue 1 şampiyonluğunu kazandı ve 10 yıl sonra Lyon’u Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez çeyrek finaline taşıdı. 2004-2005 sezonundaki Oxford United macerası Rámon Díaz’ın CV’sindeki alçak nokta, ancak eski Monaco santraforu River Plate teknik direktörü olarak 6 lig şampiyonluğu ve 1996 Libertadores Kupası’nı kazandı.
Wenger’in Monaco’dan öğrencisi olan diğer önemli isimler ise Chelsea’yi gösterişli başarısız bir takımdan istikrarlı ve başarılı bir takıma dönüştüren yetenekli İngiliz menajer Glenn Hoddle ve Dünya Kupası’nda Almanya ile yarı finale, ABD ile son 16’ya kalan Jurgen Klinsmann’dır. Wenger’in Monaco’da oynattığı “Çok teknik ve hızlı, tempolu oyun” (Klinsmann’ın kendi sözleri) açıkçası Klinsmann’ın Almanya’sını etkiledi. 1984 ve 1987 yılları arasında Wenger tarafından yönetilen Nancy’den 8 oyuncu antrenör oldu ancak sadece şu anda Metz takımını çalıştıran defans oyuncusu Albert Cartier kalıcı, başarılı bir kariyere imza atabildi. Bu sebeple, Ferguson ve Wenger arasındaki bu zorlu yarışta İskoç teknik adam hala önde, ama onları diğer antrenörlerle nasıl kıyaslayacağız?
Avrupa’nın yönetimsel dehalarının öğrencilerine ait detaylı veriler de, Ferguson’un başarılarının İngiltere’de rakipsiz olduğunu gösteriyor. İlham verme konusunda kesinlikle Don Revie’den daha fazla oyuncuya etki etmiştir. Jack Charlton İrlanda’yı 4 kez üst üste büyük turnuva elemelerinde başarıya ulaştırsa ve 1990 Dünya Kupası’nda çeyrek finale kalsa da, Revie’nin öğrencilerinden hiçbiri, teknik direktör olarak şampiyonluk kazanamadı.
Ama ne Ferguson ne Shankly ne de Paisy, bir ülkenin futbol kültürünü Jock Stein kadar derinden şekillendirememişlerdir. Müthiş İskoç teknik adam en az 46 oyuncusuna antrenörlükte önemli roller almaları konusunda ilham kaynağı olmuştur. Bu sayı İskoçya teknik direktörüyken takımına aldığı oyuncuları kapsamıyor (yönetsel anlamda en önemlileri George Burley, John Grieg, Mackay, McLeish, Maurice Malpas, McGhee, Souness, Strachan and Paul Sturrock). Onun takımında hiç oynamadığı halde ondan ilham alan oyuncuları da kapsamıyor. Pat Nevin’ın yazdığı gibi, “Sir Alex Ferguson üzerinde en büyük etkiyi onun bıraktığını söyler, Craig Brown, Walter Smith ve Jim McLean de hemen hemen aynı şeyi söylüyor.”
Stein’ın muhtemelen en çok gurur duyduğu öğrencisi, 1980’lerde İskoçya Milli Takımı’nda yardımcılığını yapan, 16 lig şampiyonluğu (3 tane Aberdeen’de, 13 tane Manchester United’da) iki Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu ve iki Kupa Galipleri Kupası’nı da içeren 49 kupalık koleksiyonu ile İngiliz futbol tarihinin en başarılı menajeri olan Ferguson’dır.
Bir ülkenin futbol kültürüne yaptığı etki olarak Stein’a benzetilebilecek birkaç antrenörden birisi de 1956 ve 1959 yıllarında Reims’ı Avrupa Kupası finaline taşıyan ve geliştirdiği “şampanya futbolu” adıyla anılan hücum oyunuyla Albert Batteux’dür. 31 yıllık antrenörlük hayatında, Batteux 9 Fransa Ligi şampiyonluğu kazandı (beşi Reims ile ve dördü Saint-Étienne ile) ve Fransa Milli Takımı’nı 1958 Dünya Kupası yarı finaline taşıdı. Fransa Euro 84’ü kazandığında, takımı 1956 Avrupa Kupası finalinde gol atan eski Reims orta sahası Michel Hidalgo çalıştırıyordu. 1998’de Fransa kupayı kazanırken, takımı Batteux’nün Saint-Étienne’de çalıştırdığı eski orta saha oyuncusu Aimé Jacquet yönetmişti.
Batteux’nün talebelerinden 4 tanesi – Hidalgo, Jacquet, Just Fontaine ve Jacques Santini – Fransa Milli Takımı’nı çalıştırdı ve altı tanesi menajer olarak şampiyonluk kazandı: Jacquet (Bordeaux ile 3 kez), Santini (Lyon, 2001), Bram Appel (PSV, 1963), Robert Herbin (1976’da Avrupa Kupası finaline taşıdığı Saint-Étienne ile 4 kez), Pierre Sinibaldi (Anderlecht ile 4 kez) ve Jean Vincent (Nantes ile 2 kez). Batteux’nün kulübede parlayan diğer oyuncuları ise Georges Peyroche (PSG ile Fransa Kupası şampiyonu), José Anigo (Marsilya ile 2004 UEFA Kupası finalisti) ve Victor Zvunka (Guingamp ile Fransa Kupası şampiyonu). Jacquet aynı zamanda Avrupa’nın en üretken futbol akademilerinden biri olan Clairefontaine’in (Fernand Sastre Ulusal Teknik Merkezi) arkasındaki yol gösterici ruhtu.
Cruyff kadar, oyunculara teknik direktörlük yapmak konusunda ilham verebilen sadece birkaç antrenör vardır. 1988 ve 1996 yıllarında arasında Barcelona’da top koşturmuş ve daha sonra antrenörlük yapmamış bir oyuncu bulmak bir istisnadır. İki tane öğrencisi, Barcelona teknik direktörü olarak Şampiyonlar Ligi’ni kazandı: Rijkaard ve Pep Guardiola (2009 ve 2011). Rijkaard ve Guardiola dışında diğer üç öğrencisi ise lig şampiyonluğunu tattı: Ernesto Valverde (2009, 2011 ve 2012 yılında Olympiakos’ta), Óscar Garcia (Maccabi Tel Aviv, 2013) ve Ronald Koeman. Cruyff her ne kadar kendisini Avrupa futbolunda Albert Camus’nün Yabancı‘sı olarak ifade etmeyi sevse de, Bakero, Danny Blind, Albert Ferrer, Gheorghe Hagi, Michael Laudrup, Robert Prosinečki, Stoichkov, Marco van Basten, Johny van’t Schip, Aron Winter gibi isimlere antrenörlük alanında, Frank Arnesen, Txiki Begiristain, Jordi Cruyff ve Andoni Zubizaretta’ya da futbol direktörlüğü konusunda ilham vermiştir.
Guardiola, akıl hocası olan Cruyff’u sorgulayarak ondan çok şey öğrendi. Eski takım arkadaşı Garcia’nın da dile getirdiği gibi “Pep, her şeyi bilmek istiyordu.” Hollandalı ustanın etkisini kabul etmekle birlikte, Guardiola kendi kendisinin hocası olduğunda ısrar ediyor ve “Beni Cruyff yaratmadı” diyerek de ekliyor. Bazen hocanızın güçlü yanları kadar, onun zayıf noktalarından da bir şeyler öğrenirsiniz. 1994 Barcelona kadrosunu, rehavete kapılıp Şampiyonlar Ligi finalinde Milan’a skor tabelasındaki 4-0’lık skordan da daha ezici bir mağlubiyet almıştı. Buradan gerekli dersleri çıkartan Guardiola, 2009’daki ve 2011’deki final maçlarında oyuncularının tamamen odaklanmalarını sağladı.
İlham verici bir etki olarak Batteux, Cruyff, Michels ve Stein’a en çok yaklaşan yegane Alman antrenör 1970’lerin efsanevi Borussia Mönchengladbach takımının mimarı olan Hennes Weisweiler’dır. Weisweiler’ın en meşhur mezunları Jupp Heynckes (Real Madrid ve Bayern ile birer kez Şampiyonlar Ligi kazandı), Berti Vogts (Almanya ile Euro 96 şampiyonu), Winfried Schäfer (Kamerun ile 2002 Afrika Uluslar Kupası galibi), Christoph Daum (3’ü Türkiye’de, birer defa da Avusturya ve Almanya’da olmak üzere 5 lig şampiyonluğu), Marcel Koller (İsviçre ekipleri FC Gallen ve Grasshoppers ile lig şampiyonluğu yaşadı ve şu anda Avusturya Milli Takımı’nın teknik direktörü) ve Horst Köppel (Borussia Dortmund ile 1989’da Almanya Kupası şampiyonu).
Weisweiler aynı zamanda kendisi için de ilham vericiydi. 1958 ve 1970 yılları arasında arasında Köln Spor Akademisi’nde yüzlerce antrenörü eğitmişti. Öğrencilerinden biri de, Köln’de oyuncusu olan Zlatko Čajkovski’ydi. Hırvat oyuncu 1962’de Köln ile Almanya şampiyonluğunu elde etti, antrenör olarak 1967’de Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı kazanan Bayern takımının temellerini attı ve 1970’te Gladbach ile kıyasıya bir mücadeleye girdi. Alman futbolunun en üst üç katmanında yer alan teknik direktörler hala Köln’deki Weisweiler Akademisi’nde çalışmak zorundadır. Akademinin 44. sınıfında Jürgen Klinsmann ve Joachim Löw yer aldı.
Oysa ki Klinsmann ve Löw çok daha karanlık bir figürün izlerini taşıyorlar: Helmut Gross adlı bir inşaat mühendisi. Gündüzleri köprü inşa eden ve geceleri amatör takım çalıştıran Gross, 1981 yılında dördüncü ligdeki Geislingen takımında oyunculara ilk kez alan savunmasını ve top odaklı savunma prensibini öğreten Alman antrenördür. Gross’un transfer ettiği genç oyunculardan birisi de 2009’da Hoffenheim’da koçluk yapan ve şu anda takımın teknik direktörlük görevini üstlenen Markus Gisdol’du. 1989 yılında, VfB Stuttgart’ın genç nüvesini devraldı, Mario Gomez, Sami Khedira ve Timo Hildebrand gibi yeteneklerin cevherlerini ortaya çıkaran sistemin mimarı oldu. Gross’un Stuttgart’taki meslektaşları Löw, Rainer Adrion (daha sonra Almanya 21 yaş altı antrenörü olacaktı) ve Mainz’daki başarılarından ötürü ‘Alman Mourinho’ olarak anılan Stuttgart’ın 19 Yaş Altı takımı teknik direktörü Thomas Tuchel idi.
Frankfurtlu Allgemeine Zeitung’un deyişiyle, Gross ülkenin son dönemdeki en başarılı teknik adamlarının – Klinsmann, Löw ve Jürgen Klopp – çıktığı ‘Almanya’nın güney batısında son derece yenilikçi bir antrenörlük felsefesi’ni kurdu. Şu anda 66 yaşında olan Gross, Red Bull Salzburg ve RB Leipzig takımlarının sportif direktörü olan Ralf Rangnick’e mentörlük ediyor. 1980’lerin sonlarında, Rangnick ve Gross tanıştıktan kısa bir süre sonra, Sacchi’nin Milan’ına kafayı taktılar, piyasadaki en pahalı video oynatıcıyı aldılar ve cihaz aşınana kadar kırmızı-siyahların maç kasetlerini izlediler.
Bazı açılardan, akıl hocası olarak Giovanni Trapattoni’nin sicili Gross’unkine tezattır. Çoğu parlak geçen 41 yıllık antrenörlük kariyerinde, Trapattoni tüm önemli Avrupa kupalarını kazandı. Juventus, Inter ve Bayern’i çalıştırdı. 50’ye yakın talebesi antrenör oldu. Öğrencilerinin arasında Michel Platini, Dino Zoff, Cesare Prandelli ve Lothar Matthäus gibi isimler olmasına rağmen, sadece üç öğrencisi – Antonio Conte, Ramon Diaz ve Walter Zenga– teknik direktör olarak lig şampiyonluğunu tadabildi. Trapattoni’nin Klinsmann, Prandelli ve Zoff gibi bazı öğrencileri – özellikle Dietmar Hamann, Paolo di Canio, Fabrizio Ravanelli ve Mario Basler – teknik direktör olarak başarılı oldular ancak çoğu başarısız oldu ve pes ettiler.
Ferguson, Wenger, Revie, Clough, Shankly, Stein, Batteux, Michels, Cruyff ve Weisweiler’in etkisi benzer şekillerde kendini gösterdi: altın devirleri esnasında, kendi oyuncularına kendi değerlerini yüklediler, bir veya iki kulüpte sükse yaptılar. Buna karşılık, Marcelo Bielsa hiçbir kulüp takımını iki yıldan fazla çalıştıramadı. En uzun teknik direktörlük serüvenini 1998-2004 yılları arasında Arjantin Milli Takımı ile yaşadı. Cesar Luis Menotti ve Carlos Bilardo, Arjantin ile Dünya Kupası’nı kazanmış olabilirler ancak Bielsa muhtemelen çok daha fazla oyuncuyu antrenörlük yapmaları konusunda motive etmiştir.
Bielsa’nın Arjantin teknik direktörü olarak ilk önemli turnuvası 2002 Dünya Kupası’ydı. Turnuva kadrosunda Juan Sebastián Verón (şu anda Estudiantes’te sportif direktör), Matías Almeyda (Banfield’i çalıştırıyor), José Chamot (Almeyda’nın asistanlığını yapıyor), Germán Burgos (Atlético Madrid’te asistan) ve Diego Simeone (Atletico Madrid teknik direktörü olarak 2 Avrupa Ligi ve La Liga şampiyonluğu kazandı) vardı.
Bielsa mirasının en önemli noktası ise en başarılı öğrencilerinin – Martino, Pochettino ve Simeone – onun öğretilerini en çok uygulayanlar olmasıdır. Newell’s günlerinde Bielsa’nın sahadaki komutanı olan Martino, Bielsa’nın taktik tahtasından çıkan yüksek tempo, çabuk dikey paslaşma ve kollektif baskı ve savunma ile 2013 yılında Old Boys ile Arjantin Ligi’nde ipi göğüsledi. Pochettino ise Southampton’da savunmasını inşa ederken en az bir oyuncuyu ayırarak, dikey paslarla oyunu değiştirerek ve ofansif orta saha oyuncusunu üçüncü bölgede önünde üç oyuncuyla oynatarak ustasının prensiplerini uyguladı. Atletico’nun Şampiyonlar Ligi finaline uzanan yolda ise, Simeone’nin takımı topluca kararlı bir oyunla, yoğun bir çalışkanlıkla ve sürekli uzun pasları aramasıyla Bielsavari bir görüntü çizdi.
Guardiola uzun zaman boyunca Bielsa’nın tarzına hayranlık duydu, çalıştırdığı Athletic Bilbao’yu “Sürekli ileri koşuyorlar… ve sonra tekrar geri koşuyorlar. İleri, geri, ileri, geri, büyüleyici” şeklinde yorumluyor. Bir defasında, Guardiola Arjantin’i gezerken o ve Bielsa, Arjantinlinin tuzlukları, ketçap şişelerini, sandalyeleri ve masaları, teorisini anlatmak için kullandığı bir barbekü partisinde 12 saat futbol konuşmuşlar. Aynı gezide, Menotti ve daha sonra Meksika teknik direktörü olan Ricardo la Volpe ile tanışan Guardiola, özellikle la Volpe’nin hücumu başlatan oyuncular üzerindeki vurgusuna ve o kadar özenle çalışma -“birbirlerini adeta birer sevgili gibi anlıyorlardı”- konusundaki ısrarına hayret etmişti.
Guardiola, Sacchi ile bu tarz serbest konulu sohbetlerden hiç zevk almadı, ancak bu onun Sacchi’den bir şeyler öğrenmesine engel olmadı. 2003’te Brescia’ya gitmesinin sebebi ise Sacchi’nin Milan takımının Seria A’yı Avrupa’nın taktiksel olarak en ilgi çekici ligi yapmasıydı.
Sacchi’nin baskıya, biçime ve çalışma azmine vurgu yapan hücumcu 4-4-2’si İtalyan futbolunun savunma fikirli taktiksel tutuculuğunu yerle bir etti. Eski ayakkabı satıcısının, Milan’daki en göze çarpan öğrencileri, iki kez Şampiyonlar Ligi’ni kazanan antrenörler (Rijkaard ve Carlo Ancelotti), üç milli takım antrenörü (Roberto Donadoni, İtalya; Marco van Basten, Hollanda; and Dejan Savicevic, Yugoslavya) ve Chelsea’ya “seksi futbol” oynamayı öğreten ve FA Cup şampiyonluğuna ulaşan Ruud Gullit. Sacchi’nin birçok talebesi antrenörlüğe girişti -Franco Baresi yalnızca Fulham’da teknik direktördü- ancak çok azı başarılı oldu.
Sacchi tarafından İtalya Milli Takımı’na alınmış önemli isimler arasında Conte, Gianfranco Zola ve Roberto di Matteo var. Sacchi, Conte’nin Gök Mavilerin başına geçirilmesini adeta kendisini över gibi “Antonio’nun futbol felsefesi oldukça modern. Oyuncuların antrenmanda sahada yaptıkları küçük hataları düzeltmelerine olanak sağlayan yüksek bir hassasiyetin yanında öğretici olarak da harika meziyetleri var.” diyerek memnuniyetle karşılıyor.
Ancak Conte’nin üzerindeki en büyük etkiyi Marcello Lippi’nin yaptığı açıkça ortada. Otobiyografisinde, eski orta saha oyuncusu motivasyon ve hazırlık konusunda ustasından öğrendiği şeyler olduğunu itiraf ediyor. Aşağılayıcı bir vaka ise ona oyuncuların kendi çıkarlarını asla takımınkinin önüne koymamaları gerektiğini öğretmiş. Lippi onu orta sahadan alıp kanada koyduğunda, Conte La Gazzetta Dello Sport’a bu değişiklik hakkında sızlanmıştı. Öfkelenen Lippi, oyuncularını topladı ve Conte’yi bu bencilce davranışı yüzünden fırçaladı.
Bir noktaya kadar, her başarılı menajer mecazi devlerin omuzlarında duruyor, ancak sadece onlar başarılarının ne kadarını hangi devlere borçlu olduklarını bilebilirler. Rock yıldızları, şairler ve futbol menajerleri özgünlüklerinde ısrarcıdırlar, etkilendikleri kişileri ifşa etmekte gönülsüz davranırlar. Menajerlerin öldürücü egolarını göz önüne aldığımızda, bu tür sanrılar -Steve Jobs’ın “gerçeği çarpıtma alanı” ile eşdeğer- profesyonel bir gereklilik olabilir.
Geriye sadece isimleri saymak kaldı. Eğer bunu yaparsak, Batteux, Bielsa, Clough, Cruyff, Ferguson ve Paisley/Shankly isimlerinden hepsi oyuncularının teknik direktör olması konusunda onlara ilham verdi, Wenger pek değil. Bu, Ferguson’ın Wenger’den daha iyi bir menajer olduğunun kesin bir kanıtı değildir ancak gerçekten gizemlidir.
Çeviri: Şebnem Alkaç