Trude Herr’i anlatmak isteyenler, nereden başlayacaklarını bilmekte zorluk çeker. Herr’in öyküsünün hak ettiği değeri bulması için, önce şimendiferin boğucu havası sonrasındaysa hapis hayatının ürkütücü karanlığı içinde ömrü geçen babasına duyduğu hasret ve ona dair yazdığı şarkıları anlatmak bir çözüm gibi durabilir. Trude Herr’i anlatan en doğru öyküyü seçmek pek de kolay değil. Willi Milowitsch’in tiyatrosunda başlayan oyunculuk kariyeri, aşkı uğruna Tunuslu Ahmet ile Sahra Çölü’ne kaçması ya da herkesten uzaklaşmak için hayatının son yıllarını Fiji Adaları’nda geçirmesi seçeneklerden bazıları…
Belki de Niemals geht man so ganz (Hiçbir zaman tam olarak gitmezsin) şarkısını anımsayarak, Trude Herr’i bir cümlede anlatabilirsiniz. Niemals geht man so ganz dillere destan, kitaplara kapak, veda mektuplarına başlık oldu yıllarca. Hasret çekenlere umut oldu bu unutulmaz eser.
Herr’in vefatının ardından arkadaşları dillendirdi “Niemals geht man so ganz”ı. Şarkı, sahibinin sesinden uzaktaydı artık ama kim bu eseri seslendirirse seslendirsin öyküsü hep Herr’i anlatıyor olacaktı. Zira o kelimeler en güzel onun vedasını anlatıyordu; bir yerden gitmek orayı terk etmek demek değildi, her zaman giden bir şeyleri yanında götürüyor ve karşılığında kendinden bir şeyler bırakıyordu.
Bayern Münih taraftarı, Bastian Schweinsteiger’le henüz tam olarak vedalaşamadı. Bir veda seremonisi için bir koreografi hazırlamak ya da yeni bir marş bestelemek kolaydı ama asıl soru, Schweinsteiger için bu yeterli olur muydu? Onun vedası Herr’in şarkısı gibiydi, asla tam olarak elveda demek mümkün değildi.
Bastian Schweinsteiger, 18 yıllık bir serüvenin ardından Bayern’den ayrıldı. Koca bir ömürden bahsediyoruz aslında. Düşünsenize bazı evlilikler bu kadar sürmüyor, bazı aşk hikâyelerinin ömrü bu kadar olmuyor. Herkes Schweinsteiger’in Bayern ile yaşadığı aşkın sonsuz ve aralıksız olacağına inanmıştı ama Schweinsteiger, bir temmuz akşamı veda etti çok sevdiği ve hayatını adadığı kulübe.
Profesyonel futbolun içinde romantizmi aramak kimilerine göre akılcı bir yaklaşım değil. Franco Baresi ve Paolo Maldini’nin hikâyeleri bu yüzden hala anlatılır, bu nedenden dolayı Francesco Totti yaşayan bir efsanedir. Örnekleri yok denecek kadar azdır ömür boyu sadık kalanların hikâyeleri. Onlar, bu yüzden kulübüne sırt çevirenlerin arkasından anlatılır. Ancak Schweinsteiger’in arkasından Baresi’yi, Maldini’yi veya Totti’yi anlatmak pek de doğru bir yaklaşım ya da kıyaslama değil. ‘Schweini’ pekala sözleşmesini bir kez daha uzatıp, 2018’de yakın arkadaşı Philipp Lahm ile birlikte futbol yaşantısına, Bayern Münih formasıyla nokta koyabilirdi. Kulüp de taraftar da buna hazırdı. Medyanın zaman zaman sergilediği spekülatif yaklaşımlara karşın Pep Guardiola’nın da bu konuda destekler bir rolde olduğu da bir gerçekti.
Karl-Heinz Rummenigge, Allianz Arena’da yapılan 2015/2016 kadro lansmanında Schweinsteiger’in gideceğini açıkladığında, stadın dört bir yanından ıslıklar duyuldu. “Onu bıraktığımız için beni mi ıslıkladılar, gittiği için Bastian’ı mı?” diye soran Rummenigge de aslında sorduğu sorunun hem ‘evet’ hem de ‘hayır’ cevabını karşılayabileceğini gayet iyi biliyordu. Schweinsteiger gitmeyi ve kariyerinin sonbaharında yeni bir deneyim yaşamayı seçti. Görünen o ki bu durumu ‘ihanet’ olarak gören bir kısım Bayern taraftarı her zaman var olacak.
Aslında konunun derinine indiğinizde ortada bir ihanetin olmadığını görebilirsiniz. Son yıllarda Schweinsteiger’in tüm uzun soluklu röportajlarını okuduğunuzda bugünü işaret ettiğini de… Bu bir terk etme hikâyesi değil, biten bir sevda öyküsü hiç değil. Schweinsteiger, 11 Temmuz 2015 akşamında “Bu aşk burada bitmez” diyerek gitti Manchester’a.
Saebener Strasse’deki kulüp tesislerine 1998’de ayak bastı… Her gün 50 kilometre uzaklıktaki Fischbachbau kasabasından Münih’in güneyine gidip geliyordu. Fischbachau’da da bir futbol takımı vardı, ancak Alp dağlarına yakınlığından dolayı olmalı ki, oradaki gençlerin revaçtaki aktivitesi kayak yapmaktı. Futbol ve kayak seven bir babanın etkisiyle iki sporu da yapan Bastian, seçim aşamasına geldiğinde tercihini futboldan yana kullandı. Bunun sebebi belki sanıldığı gibi daha çok para kazanma ihtimali ya da şöhret potansiyelinin daha yüksek olması değildi. Schweinsteiger kararını “Her gün donarak spor yapmak istemedim. Bir de kayakları taşımak yorucu gelirdi” sözleriyle gülerek açıkladı. Daha sonra aynı kasabada büyüyen Felix Neureuther, dünyanın en iyi kayakçılarından biri oldu. “Ondan iyiydim gençlik döneminde, onu hep geçiyordum” diyordu Schweinsteiger neşesinden hiçbir şey kaybetmeden.
Schweinsteiger’in futbolu seçmesinin altında tabii ki sadece soğuklar ve taşıması zahmetli kayaklar yoktu. Bayern Münih sevgisi de ağır bastı o dönemde. Bastian hayalini yaşıyordu. Babası, dedesi ve abisiyle Olimpiyat Stadı’na gidiyordu. Belki Arena kadar konforlu bir stat değildi, kış aylarında iliklerinize kadar üşüyordunuz ama Schweinsteigerler gururlu kombine sahipleriydi. Bastian’ın sırtında Lothar Matthäus’un 10 numaralı forması vardı o yıllarda. Bundan, daha sonra “Benim efsanem oydu” diye bahsedecekti. Matthäus, Borussia Mönchengladbach altyapısında yetiştikten sonra Bayern’e doğru yol alırken, Schweinsteiger, Bayern ile daha genç takımda tanıştı.
Yeteneği ve özgüveni ile hemen dikkat çekti, kısa bir sürede 3. ligde oynayan Bayern Münih amatör takımına kadar yükseldi. Amatör diye küçümsemeyin; Bayern’in daha sonra yıldızlaşan birçok oyuncusunun öyküsü burada başladı. Thomas Müller, Holger Badstuber, David Alaba, Philipp Lahm bugün Bayern’de top koşturan isimlerden. Galatasaray’da oynayan Zvjezdan Misimoviç de buradaydı, Fransa Milli Takımı’na kadar yükselen Alou Diarra da – ve daha niceleri…
Aynı yıllarda Schweinsteiger’in yaş sınıfında Piotr Trochowski vardı… “Benden çok daha yetenekliydi ama sanırım ben biraz daha hırslıydım” diyen Schweinsteiger, futbolu Manisaspor’da bitiren Barbaros Barut’un yerine oyuna dâhil olarak amatör takım yaşantısına 2001 yılında başlamıştı. Birkaç ay asıl takımda sakatlıklar peş peşe gelince, Bayern’in efsane altyapı hocası Herrmann Gerland’a verilen “Bize iki oyuncu gönder” direktifinin ardından Philipp Lahm ve Bastian Schweinsteiger adındaki iki genç adam A takıma dâhil edildi.
Uslu çocuk Lahm daha ilk antrenmanlarda kendi sevdirmeye başlarken, Schweinsteiger gelir gelmez takımın yeni yıldızı Michael Ballack’tan -amiyane tabirle- fırça üstüne fırça yiyordu! Daha ilk antrenmanda Ballack’a bacak arası yapan Schweinsteiger, önce Ballack’ın daha sonra teknik heyetin hışmına uğramıştı. “Roque Santa Cruz’a bacak arası attığımı sanmıştım ama Ballack, ‘seni döverim‘ diye üzerime gelince, onun olduğunu anladım” diyen Schweinsteiger’in tek vukuatı da bu değildi.
Tesislerin içinde jakuzi partisi yaparken yakalanan Schweinsteiger’in, görüntülendiği kişinin kuzeni olduğu iddia etmesi kimseye inandırıcı gelmedi. O dönemde kulübün menajeri olan Uli Hoeness buna inanmayıp, Schweinsteiger’in kulağını çekmişti. Daha sonra kulübün başkanı olan Hoeness, kariyeri boyunca Schweinsteiger’i en çok eleştiren kişi oldu. Vakti zamanında “Bastian’ın poposuna pudra sürüyorlar, abartmayın” gibi efsaneleşmiş bir açıklama aynı Hoeness’ten gelmişti. Oğlunun şöhretiyle ‘kraldan çok kralcı’ olan baba Schweinsteiger’in sağlayamadığı disiplini Hoeness sağlamıştı. Bu yüzden tüm kritiklerine ve sert yaklaşımlarına rağmen Schweinsteiger onun manevi evladıdır ve Hoeness onun gelişiminde çok önemli bir rol oynamıştır. Aralarındaki bu sağlam ilişkiyi düşündüğünüzde Schweinsteiger’in ayrılmasıyla, Hoeness’in uzun süredir hapiste oluşunun ne denli alakalı olduğunu sorgulamak mümkün.”Hoeness kulübün başında olsaydı, Schweinsteiger gitmezdi” diyenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok. İkisini birleştiren iş ilişkisi değildi sadece; Bayern’e olan sıcak duyguları onları birleştiren bir unsur olsa da ortada bir baba-oğul yakınlığı vardı.
Mayıs 2012’de Bayern’in kendi evinde kaybettiği dramatik Şampiyonlar Ligi finalinden sonra düzenlenen geceden ilk ayrılan Schweinsteiger olmuştu, 10 dakika bile sürmemişti salonda bulunma süresi. Post Palast’ı hemen terk eden bir başka isim de Hoeness’di. İkisinin de gözleri doluydu. Bayern’in diğer kurmayları hayal kırıklığını o gece sabaha kadar süren partide unutmaya çalışırken, baba-oğul acılarını kendi dört duvarları içerisinde yaşamayı tercih etmişti. “Finalin ertesi sabahı şehirde dolaştım, insanların mutsuzluğunu gördüm. Bu duyguyu anlatmak mümkün değil” diyen Schweinsteiger, sadece bir yıl sonra Şampiyonlar Ligi finalini kazandığında, Londra’daki partide bu kez sevinç gözyaşları içindeydi- tabii ki yanında Hoeness vardı.
2012 ve 2013 yılında tecrübe ettikleri, Schweinsteiger’in Bayern kariyerini çok net bir şekilde özetliyor; inişler ve çıkışlar peş peşe gelmişti. Hikâyenin bu kısmında önemli olan, Schweinsteiger‘in her inişten bir çıkış yolu bulmasıydı. Bir dönem ıslıklandığı Allianz Arena’da daha sonra yıllarca ‘Fussballgott’, yani ‘futbol ilahi’ lakabıyla çağrıldı. Schweinsteiger, Arena’ya 23 Mayıs 2015’te son kez ayak bastı. Mainz’a attığı gol, Bayern formasıyla attığı son gol oldu. Taraftarlar Schweini’nin Bayern’deki 500. maçında son kez “Fussballgott” diye haykırdı.
Ballack’a bacak arası yapan, jakuziye akrabasını getiren, devamlı Münih gecelerinde boy gösteren Schweinsteiger’in artık büyüdüğü kesin. Aslında büyümeyi hiç seçmeyip, rahat içinde futbol hayatına devam etme şansı da vardı. Bayern’deki sonsuz kredisini kullanıp, futbol ömrünün sonuna kadar kırmızı formayı giymeyi seçebilirdi. Fakat Schweinsteiger büyüdü ve Schweini olmayı bırakıp, Herr Schweinsteiger oldu.
Belki de kaderin cilvesi, kariyerinin son döneminde, ona bu yolda en az Hoeness kadar katkı veren Louis van Gaal’ın yanına gidiyor. Van Gaal, futbol bilgisi olarak dünyanın en iyi teknik direktörü olabilir. Bu bir eleştiri olarak kullanılsa da, saha içindeki pas trafiğini isimler ve güzergahlara kadar karışarak planlayan bir profil var ortada. Aslına bakarsanız geçen yılları, ‘gelsin, hayat bildiği gibi gelsin’ edasıyla yaşayan Schweinsteiger’in bu adama ayak uydurması doğaya aykırı bir durumdu. Schweinsteiger, van Gaal disiplinini şöyle anlatıyor: “Kahvaltıda hangi masanın başlayacağına, takım fotoğrafında kimin nerede duracağına karar veriyor. Louis van Gaal bir mükemmeliyetçi ve onu dinleyen her futbolcu bir müddet sonra bu mükemmel olma çabasına ayak uyduruyor. Van Gaal’in bize öğrettiği en önemli şey, düşünmek.”
Louis van Gaal, 2010’da Bayern’in başına geçtiğinde ilk antrenmanda Schweinsteiger’in yanına gidip, “Sen kimsin?” dedi. Schweinsteiger, ismi ve soy isimle kendini tanıtmak zorunda kalmıştı. Ya sonra? Schweinsteiger anlatıyor: “Ameliyat oldum, 10 gün sonra tekrar takıma katıldığımda, van Gaal yanıma geldi ve şu soruyu sordu: ‘Sen kimsin?’” Yine ve yeniden kendini tanıtan Schweinsteiger, hafiften provokasyona uğradığını hissetse de gereken dersleri çıkarıp hocasıyla mutlu bir hayat sürdü.
Schweinsteiger, artık Manchester’da, yani yeniden van Gaal’ın elinde. Aşk yerine mantığı seçti, kariyerinin son yıllarını Münih’te sefa içinde bitirmek yerine, Manchester’da biraz daha öğrenmeyi, biraz daha büyümeyi seçti.
Ya sonrası?
Münih’in göbeğindeki Glockenbach mahallesindeki mütevazı dairesi, kapının önündeki bisikleti, garajdan çıkarmayı pek sevmediği arabası… Hepsi olduğu gibi, olduğu yerde kalacak ve Bastian’ın geri dönmesini bekleyecek. Komşu Holger Badstuber, geçen hafta sonu son kez bir kahveye uğradı ama o da arkadaşını bekliyor olacak. Herkes onu yeniden bekliyor olacak çünkü hiçbir zaman tam olarak gitmezsin. İsterseniz Trude Herr’e sorun, şahidimiz o…