ÇİZİM TARİHİ:
1983
Orta sahanın sağındaki oyuncu topu Sergen’e gönderiyor. Sergen iki verkaçın ardından ceza alanına girip golü atıyor.
Benzerlik
Oranı
MAÇ:
KONYA - BJK
TARİH:
05 04 1992
Orta sahanın sağındaki oyuncu topu arkadaşına, o da Sergen’e gönderiyor. Sergen bir verkaçın ardından ceza alanına girip golü atıyor.
Benzerlik
Oranı
Serpil Hamdi Tüzün’ün ve Beşiktaş Özkaynak Düzeni’nin zirve dönemini konu alan “Kolej Havası” belgeselinin fragmanını izlemek için tıklayınız.
Tüzün, 1939 yılında İstanbul’da doğdu ve henüz 14 yaşındayken
Bağlarbaşı Kulübü’nde futbola başladı. Futbol aşkının oyunculuk
ayağını 15 yıl boyunca aynı takımda sürdürdü. Fakat büyük bir
futbolcu olacağına dair kurduğu hayaller, bu 15 yılda bambaşka bir
yola girdi. Yeni hayali antrenörlük için yurt içinde ve yurt
dışında birçok kursa katıldı. Beşiktaş, Antalyaspor ve
Sivasspor’da teknik direktör olarak görev yaptı. Onu
efsaneleştiren ise antrenörlükteki sonsuz sabrı ve yıldızlar
doğuran azmiydi. Hataları görmeyi ve onlar üzerine düşünerek
zincirleme yanlışların ortadan kaldırılmasını kendine görev
edindi.
Altyapı kelimesini ise hiç sevmedi ve ‘altyapı değil, öz kaynak’
felsefesiyle yetiştirdiği öğrencileri, zamanla birer futbol
efsanesine dönüştü. Türk futbolu tarihine damga vuran Rıza
Çalımbay, Ziya Doğan, Metin – Ali - Feyyaz ve elbette Sergen
Yalçın… Serpil Hoca’nın disiplini ve eşsiz teknikleriyle
efsaneleşen futbolculardan yalnızca bir kısmı.
Sayın Mr. Kuper,
Futbol daha iyi oynanabilir... Stefan S. ile birlikte yazdığınız
“Soccernomics”i okudum. İlginç buldum, sizi kutlarım... Kitabın
“Türkiye” bölümünde katılmadığım pek çok nokta var. Gerçekler
biraz daha farklı... Bu vesile ile futbolun nasıl daha iyi
oynanacağı ile ilgili bazı düşünce ve uygulamalarımı da sizinle
paylaşacağım... Birinci elden… 40 yıldır bu işin içinde olan bir
teknik adam olarak... Stratejik düşünce’nin futbolda kullanılması,
uzun yıllardır yerel ve uluslararası platformlarda ilk defa
söylenen, ilk defa duyulan bir konu idi... oyuncu ve takım
üretiminde bunun çok faydasını gördüm...
Futbol daha iyi oynanabilir...
İstanbul amatör liglerinde 12 yıllık futbolculuk tecrübesinden
sonra, 2. Profesyonel Lig’de antrenörlük ve Türkiye Futbol
Federasyonu (TFF) Kursları’nda hocalık yapmam Türk Futbolu’nu
yakından tanımamı sağladı.
İngiltere’deki kurs (1970), genç milli takım teknik
direktörlüğünün (1973-74) yanı sıra Nicolae Petrescu, Stefan
Kovacs (Romanya), l.Baroti, J.Palfai (Macaristan), V.Jira
(Çekoslovakya) gibi kişiler ile yaptığım temaslar sonucunda Avrupa
futbolu hakkında da fikir sahibi olmuştum.
Ayrıca, okuduklarıma göre fizik çalışmalara verilen aşırı önem
Alman futbolu’nu olumsuz etkiliyordu. Beckenbauer, “oğlumu Bayern
Münih genç takımına yollamam. Orada futboldan başka her şey var.”
derken bunu kastediyordu… vb vb…
Anlıyordum ki, futbolda gidilecek çok yol vardı… Karar oluşumu,
doğru karar gibi konulardan ise hiç söz edilmiyordu. Ajax’ta
çalışan S.Kovacs’a iki haftalık ziyaretim de (1974) bu düşüncemi
değiştirmedi. S.Kovacs’ın ricası ile izlediğim Derby - Juventus
maçı sonrası hazırladığım raporumun yönetim kurulu tarafından
beğenildiğini Kovacs bana söylemiş ve küçük bir ödülü almam için
ısrar etmişti… Ajax, Juve’yi 1-0 yendi ve Avrupa şampiyonu oldu.)
Türk Futbolu’nun çıkışı, yazdığınızın aksine 2001’de başlamadı.
Gelinen noktanın arkasında büyük emek var. Çünkü köklü değişimler
zaman alır. Herkes yapamaz. Yabancı bir ülkede böyle bir işi
yapabilmek daha da zordur. Bir insanı şekillendirmekten, onun
ruhuna dokunabilmekten söz ediyoruz… Yani bir nöronlararası
bağlantı üzerine bir başka bağlantı daha koyabilmeyi konuşuyoruz.
Oyuncunun gözünün içine bakarak ve onunla aynı dili konuşarak…
Beyinde 125 milyar nöron olduğunu da unutmadan… Türk Futbolu’nun
gelişmesi, yazdığınızın aksine, sadece J.Derwall – Gordon - çim
saha ve tv ile açıklanamaz. Çok daha fazlasından söz ediyorum.
Türkiye’de 2001 öncesinde Türk Futbolu’nun gelişimi için uğraşan
J.Derwall ve Gordon’dan başkaları da vardı. O kişilerden biri olan
Hamdi Serpil Tüzün’ün kulüp ve genç milli takımlar düzeyinde neyi
nasıl yaptığını size birinci elden anlatayım:
Futbol daha iyi oynanabilir...
Beşiktaş’ta radikal bir değişim yapmak isteyen başkan Mehmet
Üstünkaya bana Ekim 1975’te görev verdi.
Beşiktaş özkaynak düzeni teknik direktörü olarak amacım şu idi;
*8 yıldır şampiyon olamayan (bu BJK, FB ve GS için dünyanın
sonudur) Beşiktaş’ı eski gücüne kavuşturmak. *Böylece geleceğin
Beşiktaş’ının ve hatta Türk Futbolu’nun temellerini atarak, Türk
futboluna hizmette örnek ve öncü olmak. (Y. Kurulu’na verilen
raporlar Ekim 1975 ve Şubat 1976)
Pek çok kişiye rüya gibi gelen hedeflere, farklı bir futbol
paradigması ile aynen ulaştık. Akıl ve bilim yardımı ile… Özkaynak
düzeni (ÖKD) ürünü ilk 3 genç oyuncu 1978’de profesyonel takıma
katıldı. Onlara eklenen 4 - 5 genç oyuncunun da büyük katkıları
ile Beşiktaş tam 14 yıl sonra tekrar şampiyon oldu. (1981-82)
ilerleyen yıllarda profesyonel takıma katılan ÖKD ürünü 4-5
oyuncunun da katkıları ile profesyonel takım Türkiye Ligi’ni sildi
süpürdü. Tam 14 yıl (1981-1995) 6 şampiyonluk, 6 ikincilik… Her
sezonun takımında 4 - 5 Tüzün oyuncusu olmak üzere. Köklü
(radikal) değişim budur… Sürdürülebilir başarı da budur… Gordon bu
başarının neresindedir? Eski gücüne kavuşan, son hızla ilerleyen
Beşiktaş trenine 6 yıl sonra binmiştir… O 6 yıllık süreçte ise
Beşiktaş 2 kere şampiyon, 2 kere de 2. olmuş, ayrıca bir de
Türkiye Kupası kazanmıştır. BJK ÖKD’nin 20 yıllık (1975-1995)
sürecinden sadece 4 yılı çekip “Beşiktaş çıkışı - Gordon” demek
Beşiktaş Tarihi’ni çarpıtmaktır. Aslında sizin hatanız yok. Kaynak
yanlış… Maalesef o güçlü Beşiktaş takımları Avrupa’da iş
yapamamıştır. Sınırlı beyinler yüzünden… Oyuncular suçlu değil,
kurbandı. “Top dört köşe olursa bu maçı alırız.” diyen yöneticiler
ve “Biz sadece Türkiye’ye bakalım.” diyebilen teknik adamın aklına
Avrupa başarısı sığmıyordu… yazık oldu Beşiktaş’a…
Gordon’un Beşiktaş genç takımları ile en küçük bir ilgisi yoktu…
(O dönem gazetelerde çıkan bazı gerçekdışı haberleri, yönetim
birinci ağızdan yalanlamıştı.)
Futbol daha iyi oynanabilir...
Genç milli takımlar ve sonrası takımlarda da köklü değişim Tüzün
düşünceleri ile başladı. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) başkanı
Şenes Erzik Genç Milli Takımlar teknik direktörü görevini ocak
1990’da bana verdi…
Koyduğum hedef gene herkes için inanılmaz idi:
*Avrupa’nın en iyisi olmak. *Geleceğin futboluna yön verebilmek.
(18 Şubat 1990 duyuru)
Bu hedefler o yıllarda Türkiye’de teknik adam olan olmayan hiçbir
kişinin aklına sığmazdı. Hayalini bile kuramazlardı... O 0-8’lik
yenilgilerin, 1-9-1 dizilişlerinin ruhları kararttığı, insanları
utandırdığı yıllarda... Avrupalı ‘ya karşı 400 yıllık aşağılık
kompleksinin tavan yaptığı zamanlarda... Benimle çok alay
etmişlerdi o zaman... Oyuncularım, bazı yardımcılarım ve 2-3
yönetici dışında herkes... Edvarda Galleano “insanın kendi
ülkesinde kendi içine sürgün edilmesi çok acı” derken haklı.
Dreyfuss, Semmelweiss olmak kolay değil… Ama “Ülke dışındaki
sürgün, ülke içindeki sürgünden daha faydalı” derken çok haksız...
Esas mücadele ve fayda tabii ki ülke içinde... Türk futbol
aleminin zavallı, kaderci anlayışına karşı... Köşe başlarını
tutan, suyun başında olanların her türlü engeline karşı… Tek
başına olsam bile... Başka türlü Türk Futbolu’nda yeni bir dönem
nasıl başlatılabilirdi? Türk Futbolu nasıl kabuk değiştirebilirdi?
Bunlara cevap ancak sahada verilebilirdi. Çıkış noktam tekti ve
yıllar boyu değişmemişti: Futbol daha iyi oynanabilir... Tıpkı
Galileo’nun dünyasının güneş etrafında döndüğü gibi... UEFA tam 79
yıl için (1923-2002) Türkiye’nin başarıları olarak neyi referans
vermiş ise hepsinin altında Hamdi Serpil Tüzün imzası olması
bundandır... Tek ve tam yetkili olduğum genç milli takımlar
(u15-u16-u17-u18) farklı bir futbol paradigması ile verilen
hedeflere ulaştı. Akıl ve bilim yardımcımız oldu. Tüzün takımları
6 yıllık bir sürece (01.01.1990-01.01.1996) ;
*2 Avrupa şampiyonluğu (u18 1992 – u16 1994) *1 Avrupa ikinciliği
(u18 1993) sığdırmıştı…
Sonuç; UEFA bazı oyuncularımızın geleceğin Avrupa Futbolu’nda rol
oynayabileceğini yazdı. Bu 6 yıllık dönemde final gruplarına çıkış
oranı 8/11 oldu. Bu sürdürülebilir başarı demektir. Biz hep
oralardaydık. Rakiplerimiz de buna alışmışlardı. Gelişimi
rakiplerin gözlerinde okuduk; önce küçümseme vardı… Sonrasında
bunun yerini şaşkınlık ve korku aldı… En sonunda ise saygı vardı.
Hep saygı…
Bütün bu genç milli takım başarılarının hiçbirisinin J. Derwall
ile hiçbir ilgisi yoktur… Bu başarıların zamanın A Takım teknik
direktörü Sepp Piontek ile de hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü tüm Genç
Milli Takımlar’ın tek ve tam yetkilisi olarak ve yetkilerimin
tamamını kullanarak bu takımları yaptım… Yani bu takımlar katıksız
Tüzün takımları idi… Ne Jupp Derwall, ne Sepp Piontek, ne de bir
başkası…
Zaten sonuçlar bunları gösteriyor.
Jupp Derwall, Sepp Piontek iyi insanlardı. Zaten onların da böyle
bir iddiaları ve açıklamaları olduğunu duymadım. Gordon dâhil her
üçü de, yetenekleri dâhilinde, Türk Futbolu’na bir şeyler vermeye
çalıştılar… Diğer teknik adamlar gibi… Hepsi bu…
Futbol daha iyi oynanabilir... Şimdi size Tüzün oyuncusunu
tanıtayım... Önce isimler;
*Beşiktaş oyuncularından bazıları: Ziya Doğan, Fuat Yaman,
Süleyman Oktay (ilk ürünler-1978) ve sonrasında Rıza Çalımbay,
Fikret Demirer, Sinan Engin, Kenan Oktay, Burhan Ertürk, Tuğrul
Çakır, Gökhan Keskin, Ali Gültiken, Feyyaz Uçar, Metin Uzun,
Sergen Yalçın ve diğerleri… *Milli Takım oyuncularından bazıları:
Ayhan Akman, Fatih Tekke, Fatih Akyel, Okan Buruk, Mustafa
Kocabey, Yıldıray Baştürk, Sergen Yalçın, Emre Aşık, Oktay
Derelioğlu, Selçuk İnan, Emre Belözoğlu, Sabri Sarıoğlu, Semih
Şentürk ve diğerleri…
Bu oyuncular, yazdığınız gibi, sadece kendine oynayan “küçük
çalımcılar” değildi… Siz belki de onları hiç görmediniz… Onların,
genellikle, “o ana” verilen yaratıcı bir cevabı vardır. (Osho)
Tüzün oyuncuları doğru işi yapmanın, işi doğru yapmaktan daha
önemli olduğunu da iyi öğrenmişlerdir. (3. UEFA Junioren Conferenz
18-22.02.1991 Wien) Onlar kendi antrenman programlarını da
kendileri yaparlar. Maçta “neyi neden yapamadık?” sorusunu da en
doğru şekilde kendileri yanıtlarlar… antrenman programı da budur
zaten… 1975’ten beri… Doğru karar frekansını arttırmak da
önemlidir… seçici dikkat (1991 Wien) yardımıyla “küçük sinyaller”i
iyi algılamaya çalışırlar. Yazdığınızın aksine “tutku” onlar için
önemli değildir. Doğru karar, doğru algıya dayanır. Tutku varsa
doğru algı yoktur. Doğru uygulama yoksa doğru kararın anlamı
yoktur. Bunun için Tüzün oyuncuları yeteneklerini “sonuç odaklı”
olarak kullanmasını öğrenirler. (1991 Wien, stratejik düşünce)
Pas, pas vermek için verilmez. Çalım, çalım atmış olmak için
atılmaz vd. çalım, pas, pas alış, top sürüş vb. gibi teknikler
ayrı ayrı bölümler halinde öğretilmemelidir. (Coerver metodu bunun
için tekrar gözden geçirilmelidir.)
Oyuncuya çalımdan sonra ne yapacağının kararını çalımdan önce
vermesini öğretmelisiniz… Beyin sıralamayı böyle yapmalıdır vb.
vb. Avrupa’da 20 yıldır her platformda stratejik düşüncenin
önemini meslektaşlarıma anlatmaya çalışıyorum. (1991 Wien) Tüzün
farkı oyunun daha akıllı oynanmasını sağlar. Bana ilk inananlardan
biri olan Bert Van Lingen bunu çok çabuk kavramıştı. (1991 Wien)
Gero Bizans ise (1980 Almanya) karar oluşumu ve doğru kararın
önemine ilk inananlardan biriydi.
Futbol daha iyi oynanabilir... Tüzün takımlarının ana amacı
“kollektif zekâ”ya sahip olmaktır. Önlerindeki en büyük engel,
Avrupa’ya karşı duyulan aşağılık kompleksi idi… 400 yıldan beri…
Psychocybernetic yardımı ile bu engel aşıldı. Özgüven, en önemli
güç kaynağıydı. Sibernetik takımın doğru karar frekansını
arttırdı… Kilit sözcük “değişim”di. “Tekrar” taktik çalışmalardaki
en tehlikeli sözcük idi. Tüzün takımı maç konuşmalarında rakipten
hiç söz edilmeyen dünyadaki tek takımdır. Biz hep kendi
yapacaklarımızı konuşuruz… Bu proaktif yaklaşımın çok yararını
gördük. “Gol öncesi pozisyon” konseptimiz ile daha kolay gol
attık, daha zor gol yedik. NLP beynin her iki yarısını da
kullanmakta bize faydalı oldu. Oyuncular kendi programladıkları
antrenmanlarda “ortak zeka”yı geliştirip, insanlara hep daha iyi
bir futbol göstermeye çalıştılar. Çünkü 125 milyar nöronu ile
insanlar çok daha iyi futbol izlemeyi hak ediyorlar.
Tüzün takımı’nın oyuncuları, yazdığınızın aksine, paslı oynamayı
tv’den öğrenmediler. Onlar için pas, birlikte oynamanın, yani
takım oyununun, paylaşılan zekânın vazgeçilmez unsuru idi... Her
teknik gibi (çalım, top sürüş, pas alış vb.) pas da amaca yönelik
kullanıldı. Stratejik düşünce gereği... Oyunu dinlendirmek, rakip
savunmanın açığını kollamak vb. durumlar dışında pas, pas vermiş
olmak için verilmedi... (Hollanda’daki bazı teorisyenlerin yıllar
sonra bu noktaya gelmeleri sevindirici...)
Tüzün takımları, diğer teknikler gibi, pası akıllı kullandıkları
için Türk Futbol Tarihi’nde ilk kez Avrupa Şampiyonu oldular... Bu
şampiyonluk Türk Spor Tarihi’nde de (takım oyunları) ilk idi. Yani
Türk voleybolcusu da basketçisi de Avrupa Şampiyonu olmanın hayal
olmadığını görmüşlerdi... Kanlı canlı... (Bu arada basketçiler
biraz abarttı... Nice abartmalar!..)
Bir maçta 3 kez oyun düzeni değiştirebilen Beşiktaş Genç
Takımları, seyircinin, taraftarın umudu idi... Tam 14 yıl başı
önde gezen Beşiktaş taraftarının başını o çocuklar tekrar yukarı
kaldırdı... Zaten bunun için, profesyonel takımın lig maçından
önce aynı sahada oynayan Beşiktaş Genç Takımı’nın izleyicisi
profesyonel takımınkinden çoktu... Dünyada bunun örneği yok...
Futbol daha iyi oynanabilir...
Şimdi bazı detaylar:
*Çim sahalar Düzgün zemin verilen kararın uygulamasını (teknik)
kolaylaştırır. Ama bu her şey değildir. Önemli olan “doğru
karar”dır. Yani taktik… 1975’ten beri ısrarla vurguladığım konu…
Bu noktada zemin o kadar önemli değildir. Akıllı oyuncu, zaten
sahaya, yani çevre şartlarına uyum sağlayacaktır. Akılsız olan
ise, sağ kanattan yapılan ortayı arka direkte takip etmek yerine
soldaki taç çizgisi üzerinden seyredecektir. Pozisyonu tanımadığı
için… Saha balçık çamur olsa da uzaktan seyredecektir… Saha kadife
gibi halı ile kaplı olsa da seyredecektir. Tabii ki tesis
önemlidir. Ama tesiste yapılan çalışma tesisin kendisinden çok
daha önemlidir. Çünkü golleri kapılar, pencereler, çim sulama
tesisatları atmıyor.
*Köklü değişim Köklü değişim zamanla ve adım adım olur. Reform,
ilk adımdır. Yüzeyseldir. Kozmetiktir. Kirli bir evin kapısının
önünün temiz olması gibi… Devrim ikinci adımdır. Derine iner,
değiştirir ama ruha dokunamaz. Kirli evin misafir odasının temiz
oluşu gibi. Başkaldırı, isyan ise bir kişiyi bütünüyle
değiştirebilmektir. Onun ruhuna dokunabilmektir… Genç milli takım
oyuncusu Mustafa Kocabey’in “artık maçlara yenik başlamayı
unuttuk. Avrupalı’nın bizden fazlası yok.” diyerek (Cumhuriyet
Dergi – 1993) arkadaşlarının duygularına tercüman olması da
bundandır… Aylık geliri 500 dolar civarında olan bir ailenin
çocuğunun Beşiktaş ile 500.000 dolar eksiğine sözleşme yapması da
bundandır… Beşiktaş Profesyonel Takımı’nda yeni oynamaya başlayan
genç takım oyuncusunun, yerini aldığı milyonlarca dolarlık
Avrupalı oyuncudan daha iyi oynayabileceğine inancı, özgüveni de
bundandır… vb. vb. Köklü (radikal) değişim için önce bir şeyler
yüreğini yakacak… Bir şeylere isyan edeceksin… Bizim isyanımız,
Beşiktaş taraftarının uzun yıllar başı önde gezmesineydi…
Tribünlerde söylenen ağıtlara idi… Türk Futbolu’nun o yıllardaki
zavallılığına idi… “Şerefli yenilgi” demeçlerine idi… Bir şeyler
yüreğini yakmıyorsa hiçbir şeyi değiştiremezsin.
*Sonuç transferi Psikolojide bu, “iyi olan bir durumu, gelecekte
iyi olması istenen bir duruma bağlamak” şeklinde tanımlanır. Genç
Takım düzeyindeki iyi oyunlar ve iyi sonuçlar üst yaş gruplarına
da yansıtılmalıdır. Ümit Takım, Genç Takım’ın sadece 1-2 yıl
sonrasıdır. a takım ise 3-4 yıl sonrası… Belki daha da erken.
Gençler düzeyinde karşımıza korkarak çıkan, bütün maçı reaktif bir
anlayışla mahkûm oynayan rakipler, ilerideki yıllarda da bu
tutumlarını sürdüreceklerdir… Mustafa Kocabey “Polonya’yı 3-0
yenmiştik. Hepsi yerlerde idi. Ağlıyorlardı… Hocamız ‘iyi bakın bu
oyuncular seneye ümit takım, 2-3 sene sonra da a takım olarak
karşımıza çıkacaklar… Bu maçı hiç unutmayacaklar… Siz de ne kadar
iyi oynadığınızı hatırlayacaksınız.’ dedi.” derken bunu
söylüyordu. (Cumhuriyet Dergi - 1993)
*Dutch Vision Teorisi ile pratiği ile kıta Avrupası’nın bu önde
gelen ülkesinde, belki bazı noktalar tekrar düşünülmelidir.
-Takımların en küçük yaştan profesyonel takıma kadar aynı
dizilişle, şablonla oynamaları sorun yaratabilir... Oyuncu farklı
ülkelerde farklı teknik adamlar ile çalışırken zorluk çekebilir.
Çözüm esnek oyun anlayışındadır... Değişimdedir... Taktik
çalışmalarda şablondan kaçmaktadır... Beşiktaş’taki genç takım
oyuncuları esnek oyun anlayışları yardımı ile Miliç ile de
başarılı oldular, Stankoviç ile de... Gordon’la da... Ki bu teknik
adamların oyun anlayışları birbirlerinden çok farklı idi. İşin
özü, değişimi algılamaya hazır olmak ve o anı doğru
algılamaktadır. Almanya 2010 Dünya Kupası’nda iyi maçlar oynadı...
Alman gibi oynamadıkları için... Kameraların yakın plan
gösterdikleri Alman oyuncuların hepsinin gözleri etrafta idi...
Yani değişimi gözlemesini öğrenmişlerdi. Aşırı taktik disiplini ve
ezberi bırakmışlar, at gözlüğünü çıkarmışlardı... Langırt
piyonları gibi oynamıyorlardı… Darısı İngiltere’nin başına...
-Topun karşı takıma geçmesi (transition) Bu bir ana durum
değildir. Ana durumlar “top bizde” ve “top rakipte” ise topun
karşı takıma geçmesi bu durumu değiştirmeyecektir. Bir elektrik
ampulü düğmeye basınca yanar, düğmeye basınca söner... Ana
durumlar ampulün yanması - sönmesi’dir. Düğmeye basmak bir ana
durum değildir... Tabii ki topun kazanılış - kaybediliş anı çok
önemlidir. Paradigma tamamen değişmiştir. En kısa zamanda yeni
durum’u algılamak ve gerekeni yapmak lazımdır. (1x1, 2x2 ve
diğerleri yararlı çalışmalardır.) Ancak 2 ana durum hala
aynıdır... Değişmemiştir. Oysa Tüzün 3. durum konsepti tamamen
farklıdır. Bu konsepte göre 3 ana durum “top bizde”, “top rakipte”
ve “top hiç kimsede” olarak ayrılır... Topun hiç kimsede olduğu
(havada uçan, yerde yuvarlanan, kimsenin sahip olmadığı toplar)
durum’un bilincinde olan takım büyük avantaj sağlar. Top bizde
iken amaç gol atmak’tır. Top rakipte iken amaç gol yememek’tir...
Top hiç kimsede iken ise amaç rakipten önce topa dokunmaktır.
(1991 Wien) 3.durum konseptine sahip atak oyuncusu golü atar,
3.durum bilincine sahip savunma oyuncusu golü önler. Bütün bunlar
öğretilebilir, öğrenilebilir...
- İyi gençler, iyi gençlerle beraber, iyi genç oyunculara karşı
oynamalıdır. Benim düşüncem ise biraz farklı: Iyi genç oyuncular,
iyi genç oyuncularla birlikte tecrübeli oyunculara karşı
oynamalıdırlar. Çünkü genç oyuncu yetiştirmekte kilit sözcük
“tecrübe”dir. Yetenekli gençlerin beyninde bir pozisyondan 50
örnek varsa, tecrübeli oyuncularda bunun 50 - 100 misli vardır.
Aradaki tecrübe farkı özel bazı çalışmalarla kapatılabilir. Bu
açıdan bakıldığında rezerve takım ligi yararlı değildir. Dünya
okyanuslarına hükmedecek, balinalara, köpek balıklarına karşı
koyacak balıkları akvaryumda yetiştiremeyiz. Rezerve lig,
akvaryumdur. Yapaydır. Okyanus ise profesyonel liglerdir.
Gerçektir.
Futbol daha iyi oynanabilir...
Günümüz futbolundan bazı trajikomik kesitler
*Çizgi savunma Her işte olduğu gibi maçta da doğru karar
önemlidir. Bu bir dikkat, seçici dikkat işidir... Öncelik, yani
tehlike, topa sahip oyuncu ile ondan topu alabilecek
rakiplerdedir... Onlara dikkat edilmelidir. Sağındaki solundaki
takım arkadaşlarına değil!
*Ofsayt taktiği Akılsızlık ötesi bu uygulama pek çok golün
yenmesine neden oluyor. Oysa topa sahip takım Proaktif durumdadır.
Ne olacağını onlar belirler. Ofsayt yapmaya çalışanlar ise reaktif
durumdadırlar. Kaybetmeye mahkûmdurlar. Bu Rus ruleti gibi bir
şeydir. “Ofsayta karşı oyun” konseptine sahip bir takım, rakibinin
gol daveti’ni sevinçle kabul eder...
*İstatistikler İstatistikçilere göre, küçük yalan ve büyük
yalan’dan sonra istatistikler geliyor!.. Sorular doğru
sorulmalı... Topa sahip olma oranı pek çok saf insanı
yanıltabilir. Sadece %30 topa sahip olma oranı ile oynadığınız bir
maçı 7-0 kazanabilirsiniz... Karşı atak’ı iyi çalışmışsanız...
Yani tv her zaman “pas” gibi doğruları (?!) değil, yanlışı da
öğretir... Topa ne kadar sahip olduğunuz hiç önemli değildir.
Önemli olan, topa sahipken ne yaptığınız ve ne yapmadığınızdır...
Topa sahip değilken ne yaptığınız ve ne yapamadığınızdır... Gerisi
hikâyedir…
*Ense Savunmasi Bazı savunma oyuncuları yanı sıra, Terry bile
zaman zaman sırtını topa dönüp rakip oyuncuyu marke ediyor...
Ensesinde gözü olmadığı için topu görmüyor. Rakibin hareketine
tepki verecek... Yani hep geç kalacak...
*Ortaya izin Gol öncesi pozisyon konseptinden habersiz pek çok
savunma oyuncusu orta’ya izin veriyor. Üst düzey takımlarda bile
bu hata görülüyor. Oysa gol pozisyonları’nı doğuran gol öncesi
pozisyonlar’dır... Bütün bunlar öğrenilebilir... öğretilebilir...
*Duran top kargaşası Bugünkü duran top uygulaması çok ilkeldir.
Yaklaşık 7000 m²lik alanı 20 oyuncu (kaleci hariç) kontrol
ederken, yani 1 oyuncuya normalde 350 m²lik alan düşerken, 500
m²lik ceza alanı yaklaşık 16-17 oyuncu ile dolacak... Top içeri
sert vurulacak... Bir oyuncunun saçına değecek ya da değmeyecek...
Gol olacak ya da olmayacak... Futbol bu kadar ucuz mu? Beyin
nerede? Doğru karar nerede? Zeka nerede? Paylaşılan zeka nerede?
Evet, futbol bu kadar ucuz...
Futbol daha iyi oynanabilir...
Sonuç
Hiddink akıllı bir teknik adam ve zeki bir gözlemci olarak Rus,
Güney Koreli ve Avustralyalı oyuncuları oldukları gibi kabul
etti... Onlara, alışkanlıklarına, futbol anlayışlarına, yaşam
tarzlarına saygı göstererek iyi takımlar kurdu... He bu
takımlarla, kısa zamanlarda, daha önce elde edilmemiş başarılar
kazandı. Herhalde, hafif dokunuşlarla... Fazla detaya girmeden...
Gerçekçi olarak... Bu başarılar Hiddink’in pratik zekâsını
gösterdiği gibi, futbolda daha gidilecek çok yol olduğunu da
gösteriyor... Öte yandan, Rehhagel ise Yunanistan örneği ile
Avrupa’da daha 15-20 takımın da günün birinde Avrupa Şampiyonu
olabileceğini kanıtladı... Her ne kadar başarı sürdürülebilir
olmasa da… Ancak S. Piontek ve Danimarka, en çarpıcı örnek olarak,
bir takımın hiç hazırlık yapmadan (belki bir antrenman bile
yapmadan!) Avrupa Şampiyonu olabileceğini göstermişti... Avrupa
bu... Futbol da bu... Türkiye gerçeğinin farklı bir yüzünü size
atabildim, umarım... Dünya Futbolu’nun geleceği ise stratejik
düşünce’de ve zekâ’da... Zeki futbol sanatkârları, 125 milyar
nöronu ile daha iyi futbol izlemek isteyen insanlara istediklerini
verecek... Buna inanıyorum...
Saygılarımla... Hamdi Serpil Tüzün Türk Futbolu’nun persona non
grata’sı.
Not: Belki şu sıralarda, Olimpiyat mottosu’nu da “citius, altius,
fortius, intellegentius” olarak değiştirmenin zamanı gelmiştir.
(Yıllar önce bir gazetede yazdığım gibi...)