Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorum‘Hayal Kovalayan’

Hayatın her gününde işler iyi gitmeyebilir. Ama eğer futbolu seviyorsan, bir Premier League maçını açtığın anda 90 dakikalığına her şeyi unutup keyif almaya bakabilirsin.

Gece yastığa kafanı koyduğunda uyuyamadığın oldu mu hiç, düşünmekten? Hayat üzerine üzerine doğru gelirken kaçıp gitmek istedin mi? Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ı izledikten sonra “Keşke ben de bunu yapabilseydim?” dedin mi?

Peki nasıl kaçtın o duygudan? Sana hayatında ters giden her şeyi unutturan ne oldu? Bir amaca mı bağlandın sıkı sıkı, yoksa aklından geçenleri bir anlık da olsa silip atabilecek bir sığınak mı buldun kendine?

Paul
Paul’ün hayali küçükken bir gün St. James’s Park’ta sahaya çıkmaktı. Gateshead Redheugh’da beraber oynadığı, en iyi arkadaşı Keith ile sokaklarda tenis topuyla futbol oynar, stadın karşı tarafından bir gün o çimlere ayak basmayı hayal ederdi. Keith’in anne-babası Maureen ve Harry ile de arası iyiydi. Sürekli onların evinde vakit geçirirdi.
Bir gün annesi, Keith’ten kardeşi Steven’ı dışarı çıkarken yanına almasını istedi. Keith hiç oralı olmadı. Maureen, bu sefer Paul’den rica etti. Paul, daha 10 yaşındaydı. Beraber bir mağazaya girdiler, Paul “Haydi koşalım” dedi ve dışarı doğru koşmaya başladılar. Steven birkaç adım öndeydi ve kendini dışarı atmasıyla bir araba ona çarptı. Paul hemen ufaklığın yanına koştu, diz çöktü. “Steven, iyi misin?” deyip duruyordu. Dudaklarının hareket ettiğini gördü, ancak bunun Steven’ın son hayat belirtileri olduğundan habersizdi.

Paul’ün ilk gittiği cenaze Steven’ınkiydi. Günlerce uyuyamadı. Onu bu girdaptan çıkaran ve tekrar hayata dönmesini sağlayan şey ise futbol oldu. Ünlü oldu, hem de çok. Bu ünü nasıl taşıyabileceğini biliyor muydu? Orası tartışılır.

Ününün zirvesinde olduğu günlerde News of the World gazetesi, onunla astım hastası insanların spor yapması üzerine bir kampanya gerçekleştirdi. Spreyi yanlarında bulundukları sürece bir sıkıntı olmadığından bahsediyordu. Kuzeni bu haberi gördükten sonra Paul’ü aradı. Astım hastasıydı ve daha 12 yaşındaydı. “Paul amca, biraz önce News of the World’de bir şey okudum. Astımım var, gerçekten futbol oynayabilir miyim?”

“Evet, yeter ki ilaçlarını doğru kullan” dedi Paul. 20 dakika sonra bir telefon geldi, kuzeni ölmüştü. Futbol oynamaya gitmiş lakin çıkarken yanına spreyini almamıştı. Paul, sürekli acaba o haberde yer almamış olsa kuzeninin hayatta olup olmayacağını merak etti. Hâlâ da ediyor. Uykusuz geceler bir kez daha hayatındaydı.

Bu satılarda onun ne kadar müthiş bir futbolcu olduğundan, Euro 96’da İskoçya’ya attığı o müthiş golden ve sonrasında medyayı hedef alan meşhur gol sevincinden, 1991’de Tottenham formasıyla FA Kupası finalinde Arsenal’e karşı kariyerinin ilk kupasını kazanacakken nasıl sakatlanıp takım arkadaşlarının kupayı kaldırışını hastanedeki televizyondan izlediğinden bahsedebilirdim. Ama hayır. Paul Gascoigne, nam-ı diğer Gazza’yı benim için en özel yapan nokta, yaşadığı bu acılara rağmen senelerce üst düzey bir yıldız olarak kalabilmesi. Yeni çıkan belgeselinde de sıklıkla altı çizildiği gibi; onun sığınağı futboldu. Soyunma odasından çıkıp çıkış tünelinde ilerlerken onun için artık acı yoktu. Özgürdü. Binlerce insanı sevindirmek için bir şansı vardı ve her seferinde bu şansı iyi kullanmak için var gücüyle çabaladı. Sahada aslında hep işçi sınıfından sıkı bir futbol taraftarı gibi gözüken Gascoigne, belki de bu yüzden; sana bana bir gün bunu yapabileceğimizi hayal ettirmesine sebep olan o insani hâlinden bu kadar sevildi.

Manchester United v Manchester City - Premier League

Rooney
Onun en büyük hayranlarından, hatta İngiltere’nin gelmiş geçmiş en iyisi olduğu düşünenlerden biri Everton altyapısında oynuyordu. 16 Nisan 1996’da, Inverting the Pyramid kitabının yazarı Jonathan Wilson (kitap 2008’de piyasaya sürüldü) Goodison Park’a Everton-Liverpool derbisini izlemek için gitmişti. Wilson, maç öncesi yaşananları bir yazısında şöyle anlatıyordu:

“Maçlardan önce maskotlar kaleciye birkaç şut atarlardı. Eğer çok ufaklarsa, topu kaleye yetiştirmekte zorlanırlardı. Biraz daha büyüklerse, kaleciyi ısındırır gibi topu eldivenlerine atarlardı, belki de gol atmaya çalışıp utanacak duruma gelmemek için. Merseyside derbisinden önce 10 yaşında, biraz tombul ve çilli bir çocuk topu Everton kalecisi Neville Southall’un üzerinden aşırdı ve kalenin içine gönderdi. Southall topu bir kez daha çocuğa gönderdi. 10 yaşındaki ufaklık bir kez daha golü attı.”

O ufaklık Wayne Rooney’di. Bana Rooney hep biraz 2000’lerin Gascoigne’i gibi gelir. Müthiş bir fiziği yoktur. Messi ya da Ronaldo seviyesinde yetenekleri de. İçten içe, İngiltere’de bir pub’a girdiğinizde karşınıza rahatça Rooney benzeri onlarca adam çıkabilir diye düşünürsünüz ancak hiçbiri Rooney olamaz. Hayalleri için sürekli çalışmayı, sahip olduğu yetenekleri geliştirmek için gece gündüz mücadele etmeyi ve ne olursa olsun pes etmeyip yıllarca zirvede kalmayı başarmak için Gascoigne gibi, Rooney gibi adamlar olmak lazım. Bir nevi ‘hayal kovalayan’ olmak.

Memphis Depay

Memphis
Bugünlerde göğsünün neredeyse yarısını kaplayan dövmelerin tam ortasında Dream Chaser (Hayal Kovalayan) yazan bir genç var. Ganalı baba, Hollandalı bir annenin oğlu. Premier League’de yeni sezonun en iyi genç oyuncusu olma potansiyeline sahip fakat buralara gelmesi hiç kolay olmadı. 4 yaşındayken babası, annesi ve onu bırakarak kaçtı. Annesinin bir sonraki sevgilisi de hem ona, hem annesine kötü davranıp şiddet uygulayınca anneannesi ve dedesi, Jans ve Cees’in yanlarına taşındılar. Hep çok hareketliydi ve kendisine ilgi gösterilmesine muhtaçtı. İlkokul öğretmenlerinden biri, geçen sene Hollanda basınına onun sınıfta breakdance yaptığından bahsetti. Hayat üzerinize geldiğinde, kaçışınız breakdance de olabilir, futbol da. Dedesi, o 12 yaşındayken fazla rekabetçi ortamlar olduğunu düşündüğü Ajax ve Feyenoord akademileri yerine onu PSV altyapısına gönderdi. Evden, geçmişinden uzak olmak ona belki biraz da iyi geldi. PSV’nin kendisine göz kulak olması için görevlendirdiği Joost Lenders de öyle. 15 yaşındayken bir acı haber daha aldı. Teoride dedesi, pratikte babası vefat etmişti. Yılmadı. Çalıştı. Kendini daha çok futbola verdi. Daha çok çalıştı. 2014 Dünya Kupası’nda Avustralya’ya gol attığında, bileğinde dedesinin ismini taşıyan dövmeyi öptü ve ellerini yukarı kaldırdı. Cees için diz çöktü ve göklere selam durdu. Tek bir babası vardı, o da dedesi. Bu yüzden formasında asla Depay yazmaz. O soyadını taşımak istemez. Memphis’tir o. PSV’yi yedi sene sonra tekrar şampiyon yapan adam.

Premier League başlıyor. Birçoğumuzun bu adamlarla en azından bir ortak noktamızın olduğu anlar… Bizim de sığınağımız Premier League. 180 bin nüfuslu Bournemouth’un bakkalının hayatı da 90 dakikalığına tek bir şeye kitlenecek, Agüero’nunki de, Mourinho ve Wenger’inki de, bizimki de… Hayatında her gün işler iyi gitmeyebilir. Bazen bunalıp sıkılabilirsin, keşkelerle dolu anlar yaşayabilirsin ama eğer futbolu seviyorsan, bir Premier League maçını açtığın anda 90 dakikalığına her şeyi unutup keyif almaya bakabilirsin. Herkese iyi sezonlar.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce