Şampiyonluk yaşamamış bir takımın 17 hafta sonunda liderlik koltuğunda oturması lig için sürpriz değil. Bunu ister ekonomik sorunlara isterseniz de Anadolu kulüplerinin doğru yapılandırmasına bağlayabilir, lig kalitesinin arttığını ya da büyüklerin güç kaybettiğini düşünebilirsiniz. Fikriniz ne olursa olsun, üç sezondur devam eden liderlik yarışının bir tesadüf değil süreklilik zinciri olduğu artık gerçek. 60 senelik varoluş sürecinde yalnızca beş şampiyon çıkarabilmiş bir lig için bu iyi haber. Dahası, ligde belirli bir oyun şablonuna sahip takımların sayısı artmaya devam ediyor.
(Yazı boyunca kullanılan görseller, Row-Z Report ve WhoScored.com ‘dan alınmıştır.)
Sürprizler
Sivasspor
Ligin ilk haftaları sezonun nasıl ilerleyeceğine dair çok fazla şey söylemez. Ancak söyledikleri şeyler genellikle değerlidir. Lig açılışında Gary Medel’in kaptırdığı toptan kısa bir süre sonra santraya doğru yürümesi bunlardan bir tanesiydi. Beşiktaş maçını izlerken Sivasspor’un sezon boyunca kazandığı toplarda beş-altı kişiyle rakip yarı sahada konumlanabileceğini tahmin etmemiştim. Fakat geriye dönüp bakınca onlara karşı neden pas hatası yapmamanız gerektiğini şimdilerde çok daha iyi anlıyorum. Rıza Çalımbay, şu an için rakiplerinin hatalarını en iyi değerlendiren teknik adam ama düşüncelerinin altında biraz daha fazlası var.
Evet, Sivasspor ligin diğer düşük profilli takımları gibi kontratak oyununu ilke edinmiş bir takım. Ve evet, Sivasspor topla oynamakla ya da stoperlerine baskı gelmesiyle ilgilenmiyor. Bu durum dışarıdan tipik Anadolu oyunu olarak görülebilir fakat saha içerisindeki iki farklı detay, aynı sıkletteki rakipleriyle aralarındaki 12-13 puanlık farkı açıklıyor. Bildiğimiz Anadolu takımlarının aksine Rıza Çalımbay’ın öğrencileri derinde beklemekten kaçınıyor ve yine onlara göre takım boyları oldukça kısa. Genellikle orta blok presiyle oyunu 30-40 metrede sıkıştıran Kırmızı-Beyazlılar, bu bölgede kazandıkları toplarla rakiplerini hazırlıksız yakalıyorlar. Ligin en golcü takımı olmalarının altında yatan can alıcı nokta ise rakiplerini sadece pozisyon olarak değil, sayısal oranda da hazırlıksız yakalamaları.
Fatih Aksoy-Hakan Arslan-Mert Hakan Yandaş’tan oluşan orta saha üçlüsü, ligimizin olmazsa olmazı 10 numaralara sahip değil. Ve beraber oynadıkları yedi haftada 10 numarasız bir oyunun hayli hayli mümkün olduğunu kanıtladılar. Sahada koydukları akılalmaz enerjinin yanı sıra ligin maç başına en çok faul yapan ikinci takımı olmaları (15,5), sahadaki dirençlerinin somut karşılığı. Ek olarak; ligin en fazla uzun top oynayan (30,4) ve havadaki sahipsiz topları en fazla kazanan (23) takımın yine Sivasspor olması, gösterdikleri direnç sayesinde şaşırtıcı olmamakla birlikte ana planın ne kadar doğru işlediğinin bir başka göstergesi.
Sivasspor’un şampiyonluk ihtimali böylesine muhafazakâr bir ligde yüksek olmayabilir ancak günümüzde iyiden iyiye kanıksadığımız bir algıyı yıkmak da hiç fena sayılmaz. Rıza Çalımbay ve öğrencileri, topa sahip olmadan da liderlik koltuğuna oturabileceğinizi gösterdi. Sırada bunu sürdürülebilir kılmak var.
Alanyaspor
Az önce okuduğunuz ‘Alanyaspor’ başlığını unutun ve sonraki satırları okumaya devam edin. Çünkü devam eden cümlelerdeki oyun gücümüz yine topu bırakmak, geçiş oyunu oynamak ve belirli bölgelerdeki preslerden ibaret olacak. Alanyaspor, lige Sivasspor’dan -hatta hemen her takımdan- çok daha düzenli ve ne yaptığını bilerek başladı. İlk dört maçında aldığı dört galibiyetle ligin zirvesine oturan Erol Bulut, bu maçların sadece bir tanesinde topu rakibinden daha fazla kullandı ve daha fazla pas yaptı (v. Kayserispor – %50,9 & 414). Hocanın kafasındaki plan barizdi: Malatya’da olduğu gibi kompakt kalacak ve geçiş hücumlarının hepsini sonlandıracaktı. İlk altı hafta sonunda her şey olması gerektiği gibi ilerledi ve yedinci haftada Alanyaspor Beşiktaş’a konuk oldu.
Beşiktaş Alanyaspor maçına çıkmadan önce ligdeki tek galibiyetini yaklaşık iki ay önce almış, bir önceki maçında Trabzonspor’a 4-1 mağlup olmuştu. Uzun lafın kısası; yalnızca bir şeylerin değişmesi yeterli değildi, bu değişim hızlı da olmalıydı. O maça kadar rakiplerinden çok daha az reaktif kalan Beşiktaş’ın değişim emareleri daha ilk dakikadan başlamıştı. Geriden oyun kurma ritüellerinden vazgeçen Abdullah Avcı, ligin en iyi topsuz oyununu oynayan takıma topu vermişti. İkinci yarıda %55,8 ile topa sahip olan Alanyaspor 45 dakika boyunca maç taktiğinden uzaklaşmış ve sahada istedikleri geçiş alanlarını yaratamamıştı.
İlerleyen haftalarda üç kez daha mağlup olan Alanyaspor, bu maçların ikisinde topa daha fazla sahip oldu (v. Trabzonspor – %60,1 & v. Göztepe – %51,9) ya da topa daha fazla sahip olmak zorunda kaldı. Ekim ayının sonuna doğru %46,8 olan topla oynama oranları, bugün itibarıyla %48,5’a kadar çıkmış durumda. Malatya kariyerinde olduğu gibi Alanya’da da hızlı şekilde takımını ivmelendirmeyi başaran Erol Bulut’un takımları, son iki senede ligin en hızlı ve en kompakt kalabilen takımları olmayı başardı. Oldukça kısa bir sürede takımlarına geçiş kimliğini kazandırabilen Bulut’un yakın zamanda aktif oyunu da öğrenmesi gerekebilir. Çünkü görünen o ki Alanyaspor kazanmaya devam ettikçe, top da onlara yakınlaşmaya devam edecek.
Hayal Kırıklıkları
Galatasaray
Taraftarları bir elinde telefon, bir elinde kâğıt kalemle görmek transfer döneminin bir nevi özetidir. Bir taraftan son transfer haberlerini incelenirken diğer yandan yeni gelen oyuncularla en iyi 11’ler kurulmaya çalışılır. 15/16 sezonunda Fenerbahçe, 17/18 sezonunda Beşiktaş ve bu sezon Galatasaray taraftarlarını meşgul eden gündem buydu. Sarı-Kırmızılı taraftarlar, yaz aylarında gelen transferlerle birlikte hemen her kulvarda yarışabilecek üç farklı kadro çıkartıyor, Şampiyonlar Ligi’nde nereye kadar ilerleyebileceklerini tartışıyorlardı. Elbette haksız sayılmazlardı, mevcut kadronun ligin üzerinde olduğunu söylemek için futboldan anlamanıza gerek yoktu. Ancak enteresandır ki Galatasaray, bahsi geçen sezonlardaki Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi beklentilerin altında kaldı.
Geçtiğimiz sezon Galatasaray’ın yer yer hareketsiz kaldığı, set oyunu oynamakta zorlandığı ve beklerinden hiç destek alamadığı maçlar oynamıştı. Fatih Terim bunun farkına varmış olacaktı ki yeni sezonda yapılan transferler, hocanın kafasındaki oyun şablonu için bize bir şeyler anlatıyordu. Takımın en atlet iki ismi Onyekuru ve Ndiaye sonrası Babel, Seri ve Lemina takımın geçen seneye nazaran daha fazla set oyunu oynayacağını ve topun daha verimli kullanacağını söylüyordu. Kısacası; Onyekuru’nun savunma arkası koşuları yerini Babel’in toplu oyundaki artılarına, Ndiaye’nin getirdiği enerji Seri’nin pasörlüğüne bırakılmıştı.
Atletizmi azaltarak iyiden iyiye pas oyununa dönen Galatasaray, ligin ilk haftalarında gösterdiği performansla geçen seneki görüntüsünden hiçbir şey kaybetmemiş gibiydi. Sarı-Kırmızılar, yine yeteri kadar set oyunu oynayamıyor ve takım boyunu uzun tutuyordu. Daha kötü haber ise geçen seneki atletizm eksikliğinden dolayı ne ileride baskı kuruluyor ne de tempo yaratılıyordu. Pek çok kez oyuncuların birbirine bakıp bir şey yapmalarını beklemeleri de keza bu yüzdendi. Çünkü sahadaki isimlerin çoğu hareketli ve savunma arkası koşu atan oyunculardan ziyade daha statik kalan ve topu ayağına isteyen isimlerdi ki Galatasaray’ın oyun yapısı da onlara bu özgürlüğü fazlasıyla verdi.
Kötü sonuçlarla birlikte tempo yaratma ihtiyacı isteyen Fatih Terim, tıpkı geçen seneki kaotik dönemde Dorukhan Toköz’ün enerjisine güvenen Şenol Güneş’in yaptığı gibi, çareyi Ömer Bayram ve Taylan Antalyalı’yı sahaya sürmekte buldu. Galatasaray, sahada yine beklenen görüntünün uzağında olsa da artık stoperler ve bekler arasına koşu atabiliyor, rakip savunmayı hareketlendiriyor ve oyununa az da olsa hareketlik katabiliyor. Ömer ve Taylan’ın enerjisi Galatasaray’ı taşımak için güvenilir kaynaklar mı tartışılır fakat ‘Fatih Terim’in Galatasarayı’nın buna mutlaka ihtiyaç duyduğu aşikâr.
Beşiktaş
Beşiktaş’ı hayal kırıklıkları listesine alarak haksızlık edip etmediğim konusunda epeyce düşündüm. Sonuçta dört senelik dominant bir teknik adamın ardından değişen teknik adam, tartışmalı olağanüstü kongre, ekonomik sıkıntılar ve geç gelen ya da hiç gelmeyen transferler. Bu kadar sıkıntılı süreci art arda yazınca gerçekten haksızlık etmişim gibi duruyor. Fakat nihai kararı vermemdeki sebep Abdullah Avcı’ya olan güvenimdi. Her neyse, belki haksızlık ettim belki de doğru kararı verdim. Neyse ki hata yapıp yapmadığımı öğrenebilmek için her ikimizin de 17 haftası daha var.
Yüksek bütçeli takımların başındaki teknik adamların eleştiri yağmuruna tutulduğu ilk argümanlardan biri düşük bütçeli takımların o sezonki yüksek ivmeleridir. “Bak Denizli’ye, adamlar taş gibi top oynuyor…” diyerek başlayan cümleler kendi takımlarının kötü gidişatına sitem ederek devam eder. Basit mantıkla haksız bir argüman sayılmaz ancak atlanan detay, düşük bütçeli takımların genellikle topu reddetmesidir. Topa sahip olmak, beraberinde artılar kadar sorunları da getirir. Toplu oyunu oynamak üç farklı şeyden ikisini en üst düzeyde ister: kalite, zaman, uyum. Bu üç evreden herhangi ikisine sahip olduğunuzda tarihte her zaman hatırlanacak takımlar yaratabilirsiniz. Guardiola’nın City’si, Sarri’nin Napoli’si veya Giampaolo’nun Sampdoria’sı…
Abdullah Avcı da benzer bir takım yaratabilme iştahı ile sezona zorlu bir taktik şablonla başlamak istedi. Beşiktaş geriden oyun kurarak topu yere indirecek, topu ikinci bölgeye taşıdığında sahte bek yardımıyla geçiş hücumlarına karşı savunmasını sağlama alacak ve ileride beşli hücum hattını kurmaya çalışacaktı. Kısacası, Abdullah Hoca’nın kafasında top kendisindeyken 3-2-5’i yaratmak ve iç oyuncularının ceza sahası koşularıyla hareketli kalmak vardı. Ne var ki Avcı; kalite, uyum ve zaman üçlüsünden hiçbir ikiliyi en üst düzeye taşıyabilecek rahatlığa sahip değildi. Haliyle, çalkantılı başlayan süreç Avrupa’daki Wolverhampton maçıyla rafa kalktı.
“Teknik adam bir terzi gibidir. Oyuncuları için en doğru elbiseyi yaratmak zorundadır.” Antonio Conte, Chelsea’deki ilk basın toplantısında bu sözleri sarf etmişti. Beklentilerin altında geçirdiği ilk döneminden sonra Arsenal mağlubiyeti ile sahada köklü değişikliklere giden İtalyan teknik adam, takımı için doğru elbiseyi bulmuş ve sezonu şampiyon tamamlamıştı. Kaotik geçen ilk sekiz maç sonunda Abdullah Avcı da saha içerisinde değişikliğe giderek ilk etapta daha kompakt kalıp sonrasında üçüncü bölge organizasyonlarına konsantre olmaya başladı.
Alanyaspor galibiyeti ile başlayan seri sonunda ligdeki sekiz maçta yedi galibiyet alıp kalesinde yalnızca dört gol gören Beşiktaş’ta işler yoluna girmiş gibi gözüküyordu. Galatasaray maçı ile birlikte top rakipteyken 4-4-2 dizilişine geçip hatlar arasında birbirine oldukça yakın oynayan Avcı’nın öğrencileri, sorunlu savunmasının temelini düzeltmeye başlamıştı. İkinci bölgede yaptığı baskıyla topu kazanan Siyah-Beyazlılar; Diaby, Lens ve N’Koudou ile rakiplerini hazırlıksız yakalıyordu. Fakat ne zamanki oyun tekrardan sete dönmeye başlıyor, Beşiktaş’ın zorlanma emareleri baş gösteriyordu. (WhoScored.com‘dan alınan verilere göre Beşiktaş her 40 pasta bir şut denemesinde bulunuyor. Bu veride Konyaspor’un ardından lig sonuncusu.)
Beşiktaş bu sene toptan ziyade direkt oyunu düşündüğü Alanyaspor, Galatasaray ve Antalyaspor maçlarını kazandı. Aktif olup bir şeyler üretmek zorunda olduğu hemen her dönemde de hareketsizlikler göze çarptı. Abdullah Avcı’nın ısrarla üzerinde durduğu bek-stoper arası koşular ve kanatlardaki verimsizlik, Beşiktaş’ın –merkezi bu denli kapatan bir ligde- canını en çok sıkan konular. Avcı’nın önümüzdeki 17 hafta boyunca daha çok kompakt kalıp bu verimsizliğe çözüm bulması için elindeki kadrodan biraz daha fazlasına ihtiyacı var.
Soru İşaretleri
Fenerbahçe
Topa sahip olmayanların iyi oyunlarından ve sahip olanların vasat oyunlarından iyice bahsetmişken toplu oyunda ne yaptığını nispeten daha iyi bilen takıma geldi sıra. Ligin maç başına en çok topla oynayan (%59,2) ve en çok şut çeken takımı (17.4) Fenerbahçe, ek olarak, ligin en golcü (34) ve kalesinde en az şut gören ikinci takımı (8.9). Sizleri bu kadar istatistik yağmuruna tutmuşken bunları biraz daha detaylandırıp derine inmekte fayda var.
2019-20 model Fenerbahçe, Ersun Yanal’ın ilk dönemindeki oyundan zaman zaman kesitler sunsa da o coşkulu oyuna erişmekte zorlanıyor. Mehmet Topal’ın stoperler arasına girdiği yapıda Caner ve Gökhan’ın tamamen kanadın sahibi olduğu ve belki de lig tarihinin en unutulmaz bek performanslarından birisini gösterdiği kadroyla bu kadro arasında majör farklılıklar göze çarpıyor. Çoğunlukla Luiz Gustavo’nun Mehmet Topal’ın rolünü üstlendiği bu düzende, beklerden ziyade Vedat Muriqi’in derine inerek yarattığı boşluklar, bu sezon Fenerbahçe’nin en çok kullandığı opsiyon.
Kanatlarda Garry Rodrigues ve Victor Moses’ın sakatlıklarından dolayı bir türlü istikrar sağlayamayan Ersun Yanal, o boşlukları sıklıkla Tolga Ciğerci ve Ozan Tufan’la doldurmuş durumda. Her iki oyuncunun da sene boyunca çokça denediği ceza sahası koşuları yalnızca Ozan ve Tolga’nın gol ihtimalini arttırmakla kalmıyor, aynı zamanda bek ile stoperlerin arasını açarak Vedat’ın gol pozisyonlarda daha rahat hareket etmesini sağlıyor. Kosovalı yıldızın derine inerek yarattığı pozisyonları, kazandığı hava toplarını ve zaman zaman attığı savunma arkası koşularını da düşününce, Fenerbahçe’nin neden ligin en çok şut atan takımı olduğunu anlamak kolaylaşıyor.
Peki Sarı-Lacivertliler kalesinde en az şut gören ikinci takım olmasını neye borçlu? Burada da Vedat kadar taraftarın sevgilisi olmayı başaramamış Max Kruse devreye giriyor. Ligin topla en çok oynayan takımına karşı derinde bekleyip kontra atağı düşünmek kadar normal bir düşünce yok. Rakibin pas hatalarını arayıp hızlı çıkışlarla etkili olmak isteyebilirsiniz fakat rakibiniz Fenerbahçe ise bunu yapmanıza çok olanak yok. Özellikle hücumdan savunmaya geçişin ilk adamı olan Kruse, Guardiola’nın sıklıkla City’de atakları kesmek için uyguladığı bu taktiğin ana aktörü. (WhoScored.com verilerine göre ligdeki hücumcu orta sahalar arasında maç başına en çok faul yapan dördüncü oyuncu: 1.2) Aynı zamanda rakibin topla oynadığı bölümlerde Vedat’ın yanına gelerek takımın 4-4-2 ile karşılamasını sağlayan Alman yıldız, takım savunmasında fazla göze çarpmayan ancak oldukça mühim işlerde rol alıyor.
Fenerbahçe, ligin veri departmanındaki çoğu başlıkta ilk sıralarda. Sarı-Lacivertliler bu sezon topla oynamakta sorun çekmiyor, gol yollarında etkili olabiliyor ama doğru 11’ini bulmakta hâlen zorlanıyor. Tam kadroyla bir türlü sahaya çıkamamanın yanı sıra, son haftalarda belirginleşen Emre problemi de ikinci yarıya girerken çözülmesi gereken sorunlardan birisi olacak. Emre’nin size katacaklarını konuşmanın zaman kaybı olacağı gerçek ancak sizden alabileceklerini konuşmak Fenerbahçe’ye yarar sağlayabilir. Beşiktaş maçında bir kez daha görüldü ki Ersun Yanal’ın durmadan altını çizmeye çalıştığı Fenerbahçe’nin ana odağında tek bir kelime yatıyor: enerji.
Trabzonspor
Türk futbolunda pek çok anlamlandıramadığımız, anlam yüklediğimiz ancak kurcalamak istemediğimiz, zaman zaman da anladıktan sonra kurcalasak da hiçbir yere varamayacağımız hikâyeler yaşanmıştır. Ünal Karaman’ın ayrılığı bu üç sorgudan hangisine dahil olabilir, bilmiyorum. Ancak günün sonunda hepimizin kafasında kocaman bir soru işareti ve cevaplanması gereken onlarca soru var.
Tarafsız bir futbol izleyicisine önümüzdeki 17 hafta için tek bir takımı izleme şansı tanınsa aklına gelecek ilk takımlardan biri kuşkusuz Trabzonspor olur. Hatta dönem dönem Jose Sosa-Abdülkadir Ömür-Caleb Ekuban orta sahası bile izletmiş bir takımı takip etmek için tarafsız olmanıza gerek yok. Dahası, böylesine cesur orta saha üçlülerine rağmen liderlik yarışını neredeyse 50 hafta boyunca sürdürmek bile Ünal Karaman’ın en büyük başarılarından biriydi. Fakat benim en çok takdir ettiğim nokta; sakatlıklar, transfer cezaları ve ana oyuncuların takımdan ayrılışına rağmen sahadaki oyunun neredeyse değişmemesiydi.
Hatta biraz daha ileri gidelim: Süper Lig’deki her takımın en kilit oyuncusunu aklınıza getirin ve onların yalnızca bir maçlığına cezalı durumda olduğunu düşünün. 17 takımdan belki 10-12’si puan kaybetme tehlikesini sonuna kadar hisseder. Trabzonspor, geçen sene devre arasında Burak Yılmaz’ı, bu sene başında Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür’ü kaybetti. Ancak günün sonunda Ünal Karaman; Kâmil Ahmet’ten sağ kanat, Hosseini’den ön libero, Ekuban’dan sahte 9 yaratmayı başardı ve bunu bir haftalığına değil, tam bir buçuk sene boyunca devam ettirdi.
Şu an için Trabzonspor’un saha içerisinde neler yapabileceklerini konuşmak ne kadar doğru pek fikrim yok. Yeni gelecek teknik adam ve mevcut yönetimin kendini tekrardan kabul ettirmesi, böylesine gergin bir iklimde uzun zaman alabilir. Son senelerde Trabzonspor’un eşik maçlarda puan kaybetmesi, onları belki de şampiyonluktan uzaklaştıran en somut nedendi. Fakat bu sefer kayıpsız geçilmesi gereken en önemli sapakta bu değişme gitmek, yalnızca bir şampiyonluktan fazlasını kaybettirmiş olabilir.
Yazı: Arhan Ata Pilavoğlu