Bu röportaj, Socrates Dergi’nin Kasım 2015 sayısında yer almıştır. Eski sayılarımıza online olarak ulaşmak için tıklayınız.
Dejan Bodiroga, “Federasyon başkanı olma gibi bir niyetim yok” diyerek kariyerini FIBA’da devam ettirme kararı aldı. Dragan Djilas yönetiminde onun yerine geçen biri olarak, senin planların ne?
Hayır, hayır… Benim de yok. Federasyonda çalışmayı talep eden ben değildim. Tek isteğim Sırp basketboluna yardım edebilmekti. Federasyonun teklifiyle beraber bir anlamda yollar kesişmiş oldu. Şubat ayından beri asbaşkanlık görevi sürdürüyorum. Şimdiye kadar genellikle küçük çaptaki kulüplere yardımcı oldum. Sırbistan’da ‘korunmasız’ diye nitelenebilecek çok kulüp var. Onlar için bazı kuralları değiştirdik. Yakın gelecekte de görevime devam etmeyi planlıyorum. Kariyerimin bir döneminde de evime, Kızılyıldız’a geri dönerek kulübü yönetenlerden biri olacağım. Sadece… Hâlâ hayallerim var. Çevremdekiler, “Igor harika görünüyorsun. Basketbol oynamıyor olman çok garip. Neden geri dönmüyorsun?” diyor. Ben de bunu düşünüyorum zaman zaman. Bir fırsat çıkarsa belki yeniden oynayabilirim. Neden olmasın?
Avrupa’da skorer kimliğe sahip oyuncuların devamlılığını çok göremiyoruz. Sadece Nikos Galis ve Alphonso Ford’un birden fazla kez kazandığı ödülü sen üç defa aldın. Skorerliğin sırrı?
DNA’nda olmalı. Kesinlikle sonradan kazanılabilecek bir şey değil. Ben 20 yıllık kariyerimde sadece bir kez antrenmana geç kaldım. O da trafik yüzünden oldu. Hep çok çalıştım. Her antrenmanda, her gün… Maksimumu vermeye gayret ettim. Bana inanın, skorerliğin bunlarla pek alakası yok. Elbette çalışmak sizi zirveye çıkarır ama skorer içgüdüsü hepsinin ötesinde.
Mesela bir keresinde iki maç üst üste 20’şer ya da 30’ar sayı atmıştım. Üçüncü maç öncesinde, “Tamam Igor. Bugün bir tane bile şut kullanmayacaksın. Asist yapmaya, savunmaya odaklan” dedim kendime. Tahmin edersiniz ki böyle bir şey olmadı. Diğer alanlarda yine gayret ettim ama aynı önceki maçlardaki gibi şut da kullandım. Kendi rızanızın ötesine geçiyor bu içgüdü. Sizden daha güçlü. Kontrol edemiyorsunuz. Tek yapabildiğiniz boyun eğmek.
Lahmacunu içine ayran dökerek yediğin söyleniyor. Nasıl mümkün olabilir bu?
Ayranı çok seviyorum. Nedenini de bilmiyorum; aslında sadece yoğurt ve suyun karışımı gibi. İspanya’da oynadığım dönemde ne zaman Türk takımlarıyla karşı karşıya gelsek, oradaki havalimanında durup bir kutu dolu ayran alırdım. Uçakta da yolculuk boyunca içerdim. Takım arkadaşlarım bana bakarak, “Ne içiyor bu? Mucizevi bir içecek mi Igor’un içtiği?” derdi. Sonra onlar da bana katılmaya başladı. Hepimiz ayran içer olduk.
Lahmacun konusuna gelirsek… Yeşilköy’de otururken evime çok yakın bir yer vardı. Neydi adı? Sanıyorum, Dürüm Baba? Dürümcü Baba da olabilir. Neyse, oraya her gün giderdim. Gittiğimde de sürekli lahmacun yiyordum. Bir-iki ay böyle devam ettikten sonra göbeğim çıktı. Tabii içinde delice yağ var. Sonra ara verdim lahmacuna. Şimdilerde sadece İstanbul’a gittiğimde babaya uğruyorum.
Dylan Dog koleksiyonu nasıl gidiyor? Tamamlayabildin mi?
Avrupa’daki en büyük Dylan Dog koleksiyonuna sahibim. Bir tane bile eksik yok. Tarihte çıkmış tüm sayıları edindim. Bunu yapmak da çok zordu. Koleksiyonu tamamlamam, tüm sayıların bana ulaşması altı ay sürdü. Bazen tek bir çizgi romana 50 euro ödemem gerekti. Normal piyasada bu 30 yıllık çizgi romanları bulamıyorsunuz.
Dylan Dog çocuklar için yazılmış bir çizgi roman değil. Okurken çok keyif alıyorum. Eğlenceli, tarihsel katkısı var. Bir şeyler öğreniyorsunuz. Zaten korku unsuru da barındırıyor ki ben korku filmlerini çok severim. Bunlardan en önemlisi, Dylan Dog beni çocukluğuma geri döndürüyor. Profesyonel bir sporcuysanız bunu kolay kolay yapamıyorsunuz. Çünkü ben basketbol oynamak için çok fazla zamandan, çocukluğumdan vazgeçtim. Herkes yazın güneşlenip denize girerken biz antrenman yapıyorduk. O döneme dair elimde kalan çok fazla şey yok. Biri Dylan Dog işte. Kariyerim bittikten sonra, her profesyonel sporcunun başına geleni ben de yaşadım. Tarif edemeyeceğim, büyük bir boşluk oluştu. Çizgi roman bu boşluğun birazını kapatıyor. Benim için çok önemli.
Her zaman favori antrenörlerinden biri olduğunu söylediğin Svetislav Pesic’i özel kılan ne?
Pesic inanılmaz bir adam. Olağanüstü bir antrenör ama aynı zamanda çok komik. Her antrenmanda mutlaka komik bir şey yapar. Gülmekten yerlere yatarsınız. Onunla sadece milli takımda çalışabildiğim için pişmanım. Birkaç kez uzun süreli çalışabilmemiz adına teklif de gelmişti, hep kıyısından döndük. Harika bir ikili olabilirdik. Onunla dünya ve Avrupa şampiyonlukları yaşadım. Bunlar unutulmaz, özel anlar. Özellikle 2002 Indianapolis basketbol kariyerimde başıma gelen en güzel şeydi. Dediğim gibi, keşke daha uzun süre vakit geçirebilseydik. Olmadı.
Ama örneğin Ergin Ataman’la ilişkin Pesic’in tam tersi yönde seyretti. Yıldızınız neden barışmadı? Çok merak edilen Maccabi maçında ne olduğunu anlatabilir misin?
Kötü bir insan olduğunu düşünmüyorum. Çalışma prensibini benimseyemedim sadece. Muhtemelen o da benim oyunculuğumu benimseyemedi. Bazı oyuncular, bazı sistemler içinde kendini bulamaz. Bazı koçların da yönetim şekli farklıdır. Bizim kimyamız uyuşmadı. Ama Efes’te yaşadığım hiçbir şey için pişman değilim.
Ataman’la Kayseri’de oynanan All-Star maçıyla beraber problemler yaşamaya başladım. Buna da bir röportaj sebep oldu. Genç bir gazeteci yanıma gelip röportaj yapmak istedi. “Tabii, olur” dedim. Ertesi gün gazetede çıkan haberi görünce şok oldum. Söylemediğim ne varsa yazmıştı. Ataman’la aramız o gün bozuldu. Yaşananlar hem benim hem de onun için haksızlıktı.
Mesela Maccabi maçında özel bir şey olmadı. Basın pompaladığı için bu hâle geldi. Tel Aviv’de o gün iyi oynamıyordum. Mutlu değildim hâliyle. Koç beni kenara aldı. O da mutlu değildi tabii. Kenarda ayağa kalkışımı herkes hatırlıyor. Sadece onun söylediklerine bir reaksiyondu. Kesinlikle küfür etmedim. Ataman da kötü bir söz söylemedi. Tartıştık. Orada kalmalıydı, kalmadı.
Ataman takımdan ayrıldıktan sonra, “En başta Rakocevic yerine Kaukenas’ı almalıydım. En büyük hatalarımdan biri buydu” demişti. Aranızda yaşananlar sadece bu kadar mıydı? Sadece basın mı problem yarattı?
Ergin Ataman’ın hafif geçen antrenmanlarına bir türlü alışamadım. TAU döneminde Dusko Ivanovic, Velimir Perasovic gibi koçların anlayışı çok daha farklıydı. Antrenmanlarda serbest kalmazdık. Her detay önemliydi. Oyuncular zorlanırdı, maksimuma ulaşana kadar meydan okunurdu bize. Ataman’da bunu göremedim.
TAU’da Ivanovic’in hemen ardından Perasovic gelince o baskıya, sertliğe çok alışmıştım. Sahada baskı hissetmeyi bırakın, bunu antrenmanda yaşıyorduk. Hoşuma gitmeye de başlamıştı. Efes’te bir anda rahatlatıcı ortam görünce buna uyum sağlayamadım. O keskin geçiş olmadı. Antrenmanlardaki bu eksiklik de beni rahatsız eden baş faktördü. Ataman’ın tarzı bana gitmedi o yüzden.
Ben de yeni şeyler öğrendim. Muhtemelen o da öğrenmiştir. Zaten aramızda kırgınlık yok. Şimdi görüştüğümüz her zaman el sıkışıp bir yere oturuyoruz. Böyledir bu işler. Neden kin tutayım ki?
Efes 2000’lerin başından beri para harcamaya devam ediyor ama senin dönemin de dahil olmak üzere, Final Four hedefine hiçbir zaman ulaşılamadı. Neden sence?
Efes yıllarca üst düzey bir antrenöre ihtiyaç duydu. Dusan Ivkovic ya da Zeljko Obradovic gibi isimlerden bahsediyorum. Şimdi bu eksikliği doldurdular. Benim dönemimde de başka problem yoktu. Organizasyon kusursuzdu. Mesela genel menajer Engin Özerhun… Zor günlerimde hep yanımdaydı. Zaten son 15 yılda Efes’i hep Avrupa’nın en başarılı takımları arasında gördük. O yüzden “Başarısız oldular” diyemem.
Ataman’ın idmanlarının yetersizliğinden bahsettin. TAU’da Dusko Ivanovic’in tercih ettiği metotlar nasıldı? Biraz daha detay vermen mümkün mü?
Yani… Dusko Ivanovic’le ilgili hatıralarım genellikle antrenmanlar üzerine. Maçı kazan ya da kaybet. Yorgun ol ya da olma… Hiç fark etmez. Sabah antrenmanında pestilin çıkana kadar çalışmak zorunda olurdun. Çok sert idmanlardı.
Hatırlıyorum, bir defasında sabah çok yorgundum. Antrenmana da 15-16 yaşında çocuklar gelmişti. Delicesine koşmak istiyorlar. Adı üstünde, çocuk işte. Neyse, beraber koşmaya başladık. Ben de yorgunum, baktım yavaş yavaş önüme geçiyor bunlar. Kenarda Ivanovic’le göz göze geldim. Çıldırmıştı. Bağırmaya başladı bana, “Sen ne biçim bir adamsın? Avrupa’nın en hızlı oyuncusuyken nasıl geçiliyorsun bu veletlere?” diye payladı beni. Ona göre bir oyuncu alanında liderse, her zaman birinci olmak durumundaydı. Başka opsiyon yoktu. Her gün aynı performans gelmezse deliriyordu. Bahsettiğim baskı bu. Bir anlamda eğlenceliydi aslında. Beni hep motive etmiştir.
Nemanja Bjelica kusursuza yakın bir sezonun ardından Fenerbahçe’den ayrıldı. NBA öncesi Sırbistan cephesinden de -özellikle Sasha Djordjevic kaynaklı- “Nemanja’ya sahip olduğum için çok şanslıyım” açıklamalarını duyduk. Bu denli istim üstünde bir sezonun ardından, NBA’e geçişi nasıl olur?
Nemanja’nın en önemli özelliği, her gün gelişim göstermesi. Şu anda iki yıl önce olduğundan çok daha iyi bir oyuncu. Hatta bugünkü antrenmanda, dünkü antrenmandan daha iyi. Ben bu ivmenin devam edebileceğini düşünüyorum. Çok zeki. Kocaman bir kalbi var.
Flip Saunders tecrübeli oyuncuları sever. Hatta tecrübeli demeyeyim, yaşlı oyuncuları tercih eder. Riske girmez. Tabii bu durum da Nemanja için problem olabilir. Çünkü o hâlâ Flip Saunders için genç bir oyuncu.
NBA’de başlangıcın zor olabileceğini tahmin ediyorum. Orası daha hızlı, daha atletik ve daha yükseğe sıçrayan oyuncularla dolu. Ama bence harika bir kariyeri olacak. Basketbol IQ’su bu eksikliklerini kapatacaktır. Merak etmeyin. Nemanja bir yolunu bulur.
Sonuncusu sanırım geçen yıldı. Toplamda üç oldu diye hatırlıyorum. Gitmeye devam edeceğim tabii. The Rime of the Ancient Mariner favori şarkım. Number of the Beast, Hallowed Be Thy Name… Bunları da çok severim. Yeni çıkan albümde Speed of Light’ı çok beğendim. Dinledim ve tavsiye ediyorum elbette.
Armani Milano’nun seninle ilgilendiği dönemde Siena’ya imza atmıştın. Ardından Siena havalimanında seni Armani Jeans tişörtüyle gördüğümü hatırlıyorum. Bir gönderme mi vardı orada?
Hiç sorma. Biliyorum, Milano benimle ilgileniyordu ama o tişört gerçekten bir kazaydı. Siena’ya giderken AJ tişörtü giydiğimden haberim yoktu. Çünkü Armani’yi severim, ürünleri çok güzel. Yıllardır giyiyorum. O gün de denk gelmişti.
Sosyal medyada büyük ilgi gören ‘Igor’s Facts’ serisi bir süredir devam etmiyor. Neden?
Herkes bana çok komik bir adam olduğumu söylüyor. Daha önce sırf bu sebeple sosyal medyada yeni bir şeyler yapmak istedim. İnsanlar da sevmişti “Igor’s Facts” serisini. Yer alanlar arasında Kevin Garnett, Sinan Güler, Dejan Bodiroga ve Bostjan Nachbar’ı hatırlıyorum. Bir süredir de bıraktım, neden bilmiyorum. İyi hatırlatma. En yakın zamanda yeniden başlayayım.