Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolGündemYorum2015-16 Sezonunu Hatırladınız Mı?

Aşağıda okuyacaklarınızın bir bölümü yaşandı. Bir bölümü ise henüz yaşanmadı. Ancak bir şeyler değişmezse yaşanacak gibi görünüyor. Galatasaray'ın dünü, bugünü, belki de yarınına bir bakış...

Futbola dair en büyük güzelliklerden biri, herkesin malumu olduğu üzere geçmişi anmaktır. İnsana kendini kalabalık hissettirir. En yakın dostlarımız bile bizi biz yapan en önemli unsurlara vakıf değildir. Büyüdüğümüz sokakların neye benzediğini bile bilmezler örneğin. Futbol ise ortak hafızadır. Daha birbirini hiç tanımamış, gelecekteki iki arkadaşın, birbirlerinden habersiz hayatlarında yer etmiş, arkadaşlıklarından eski ortak noktasıdır kimi zaman.

Bugün yine, futbolun bu güzel yanının büyüsüne kapıldık. Bir sohbet açıldı ve bundan tam on sene önceye, 2015-16 sezonuna döndük. Galatasaraylı bir arkadaş grubu için çok da parlak bir sohbet konusu değildi belki ama üzerinden zaman geçtikten sonra mutsuzluklar da anlamını kaybediyordu bir yerde. Hem şairin dediği gibi, acı duymak ruhun fiyakasıydı.

Aslında her şey, tekrar tekrar hatırlamanın en keyifli olduğu şeyle başladı; takımımızın Avrupa’daki unutulmaz maçlarını konuşuyorduk. Schalke maçı, Real maçı, Juventus maçı derken, konu o devrin nasıl kapandığına geldi. Türkiye için garip yıllardı, siyasi otoritenin karışmadığı tek konu hangi marka su içeceğimiz falandı ve o otorite Galatasaray’ın hocasını milli takıma istemişti. Galatasaray’ın hocası da “Aslolan Galatasaray’sa varolan da Türkiye’dir” deyince sancılı bir süreç başlamış, başkanla aralarındaki fırtınalı ilişki, bir gün kovulmasıyla son bulmuştu. Bu süreç, Galatasaray taraftarını da yıllar sonra ilk kez ikiye bölmüştü. Bir taraf teknik direktör Fatih Terim’e yapılan vefasızlığı sindiremezken, diğer taraf Terim’in Galatasaray’ı yarı yolda bıraktığını savunmuş; hatta onun, tarihin en kötü Beşiktaş Başkanı sıfatıyla Federasyon Başkanı olmuş Yıldırım Demirören’in ve futbolu kendi çıkarına kullanan siyasi otoritenin etkisiyle o milli takıma düşman olmuştu. Bu ikilik, yıllarca sürdü.

Fatih Terim’in gönderilmesi -ya da gidişi- ile birlikte Başkan Ünal Aysal, dünyanın elit teknik direktörlerinden Roberto Mancini’yle anlaşmıştı. Ancak artık o eski desteği arkasında hissedemiyordu, kendisine muhalif geniş bir kitle vardı. Terim’le yaşadığı gerilim ve başarısızlığa tahammülü olmaması, onu bazı yanlışlara itti. “Terim gitti, başarı bitti” dedirtmemek için teknik direktörünün bütün isteklerini yerine getirdi ve devre arası transfer döneminde takıma çok sayıda oyuncu katıldı. Bu, hem hâlihazırda sezona iyi başlayamamış takımın dengesini biraz daha bozdu hem de kulübü ekonomik olarak zora soktu. Mancini ile ligde deplasman galibiyetine hasret, çileli, Avrupa’da ise Juventus maçını da kapsayan nispeten başarılı bir sezon geçirdi Galatasaray. Ardından bu birlikteliğin yürümeyeceği düşünüldü ve bir başka İtalyan, Cesare Prandelli, taraftarın sevinç çığlıkları eşliğinde takımın başına geçti.

Devir nasıl kapandı diyorduk ya, aslında orada kapanmıştı. Cesare Prandelli yönetimindeki Galatasaray’ın oynadığı futbolun, 2011’de yeni baştan kurulan takımın alıştırdığı ile ilgisi yoktu. Bir maçta üçlü savunma deneyeyim, bir maçta Sneijder’i ön liberoya çekeyim derken dörder gol yiye yiye, tarihinin en kötü Şampiyonlar Ligi neticesini yaşattı Galatasaray’a İtalyan antrenör. Dertler bununla da bitmedi, Ünal Aysal yönetimi de ekonomik planlarını Galatasaray Divan Kurulu’na kabul ettiremeyince seçim kararı alarak yerini ‘abilere’ bıraktı. O abiler, takımın başına bir başka ‘abi’ getirdi ve Galatasaray, Hamza Hamzaoğlu’nun nihayet maceradan uzak yönetimiyle Prandelli döneminin izlerini silerek, çok iyi futbol oynayamasa da doğru anlarda doğru işleri yaparak şampiyonluğa ulaştı. Bu şampiyonluk, aslında o devrin bir parçası değildi, son iki şampiyonluğa benzemiyordu, o dönem tam anlayamadık. Saha içinde o dominasyon, o makine gibi işleyen takım yoktu. Saha dışında da, şampiyonlukta aslan payı Ali Dürüst – Abdurrahim Albayrak ikilisine yazıldığına göre belli ki profesyonel bir düzen yoktu. Daha ziyade 2005-06 ya da 2007-08 gibiydi. Abilik, Galatasaray’ı şampiyon yapmıştı. Ne var ki abilik iki yanı keskin bir bıçaktı ve Galatasaray’a 2002’den itibaren on sene boyunca bir türlü istikrarı yakalatamayan da yine oydu.

Sonra işte o kara sezon geldi. Hatırladınız mı 2015-16 sezonunu? Neydi o başkanın adı, kısa süre kalan? Dursun Özbek. Büyük vaatlerle görevi devralmış, bu vaatlerin neredeyse hiçbirini yerine getirmemişti. Transferler kampa yetişecek demiş, yetişmemişti. Salı günü bombalar patlayacak demiş, patlamamıştı. Yıldızlar gelecek demiş, gelmemişti. Sponsor demiş, bulunamamıştı. Bütün bir yaz boyunca “Ekonomik darboğazdayız, bu sene toparlanma senesi. Genç oyunculara yöneleceğiz ancak kadromuzdaki yıldızlarla şampiyonluğun yine en güçlü adayıyız” dememiş, beklenti yaratmıştı. Ardından transferin son günü, takımın en az üç nokta atışı transfere ihtiyacı varken üç oyuncu gitmiş, yerlerine sadece uzun zamandır futbol oynamamış Kevin Grosskreutz alınmıştı. Geride kalan başarılı yılların en önemli sırrı Felipe Melo gitmiş ve yeri doldurulmamıştı, inanabiliyor musunuz? Üstelik takımda Melo’yu az çok yedekleyebilecek tek oyuncu, Blerim Dzemaili de aynı gün bir İtalyan takımına kiralanmıştı. Maaşının üçte ikisini de Galatasaray verecek olmasına rağmen! Ve evet, unutmak ne mümkün, son gün alınan o Grosskreutz da evrakları imzasız gönderildiği için, evet, evrakları imzasız gönderildiği için, yarım sezon oynayamamıştı. Parasını almıştı ama oynayamamıştı. Dzemaili gibi. Ama Galatasaray maddi krizdeydi ve Felipe Melo 3.7 milyon euro’ya satılmıştı. Hani mesela Sabri’nin bölgesine 30 milyon harcanmıştı, yeri dolmamıştı (?), o yüzden Sabri’ye zam yapılmalıydı ama Melo’nun yeri Hakan Balta’yla dolacağı için onu böyle bir paraya satıp yerini doldurmamak çok büyük bir ekonomik başarıydı. Böyle bir akıl yönetiyordu Galatasaray’ı. Ekonomik gelişmenin öncelikli şartının sportif başarı olduğunu hesap etmeyen bir akıl… Fazlası da var, yönetim kurulu üyesi, gazetede yazdığı yazılarla yönetimi eleştiriyordu.

Böyle başlamıştı işte 2015-16 sezonu. İlk onbirler yasaklansa düşme hattında savaşacak bir kadroyla çıkmıştı Galatasaray yola. Futbol aslında basit oyundu bir yerde, hak ettiğini alıyordun. Bir türlü belini doğrultamamıştı takım; düşe kalka geçti sezonun yarısı. Ardından önce Hamza Hamzaoğlu görevi bıraktı, bir süre sonra yönetim de dayanamadı tepkilere. Üçüncü mü bitirmiştik, dördüncü mü? Kâbus gibi bir sezondu. Nadir iyi yanlarından biri, Sinan Gümüş’ü kazanmaktı. Scout ekibi vardı o dönem, birkaç yetenekli genç bulmuşlardı. Belki Galatasaray’ı taşıyacak oyuncular olamadılar ama görevlerini yaptılar. Bir de Denayer’i Galatasaray formasıyla izlemiştik bir yıl boyunca. Bunun dışında, geride kalan yılların birikimi olan yıldız futbolcular tek tek dağıldı. Muslera’dan kazanılan bonservisle borçlar azaltıldı, iki de futbolcu alındı Anadolu’da parlamış, gel gör ki aşı tutmadı. Hedefler gitgide küçüldü. Bir devir işte böyle kapandı. Güzel günlerdi, acı bitti. Göz göre göre oldu her şey. Yazık oldu.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

4 sene önce
Sıfır

Sıfır

4 sene önce