Aramızdan ayrılan Türk denizciliğinin büyük ismi Sadun Boro, 22 Ağustos 1965’te İstanbul’dan başladığı dünya turunu, 15 Haziran 1968’de İsrail’de tamamlamış ve adını denizcilik tarihine yazdırmıştı. 17 Haziran 1968’de yayımlanan Fotospor‘da, Sadun-Oda Boro çifti ve tekneleri Kısmet’in yaşadığı zorlukların ve karşılarına çıkan sıradışı engellerin yer aldığı yazıdan bölümler:
Yolcu Yolunda Gerek
Kocası gibi Almanca, İngilizce ve Fransızcayı eksiksiz konuşan Oda Boro, bir yandan teknedeki günlük işlerini yaparken bir yandan da hayat arkadaşına güç veriyordu. Balboa’dan ayrılmaya hazırlandıkları günlerde Oda eşine, “İşte biz de Atlas Okyanusu’nu aştık. Şimdi rotamızı Büyük Okyanus’un enginlerine çizeceğiz. Bu işi başaran ilk Türkleriz. Artık, denizlerin savaşmayan yiğitleri arasında Türk adı da geçecek” diyordu. Genç karı-koca, bu düşünceden büyük güç alıyordu. 25 Mart 1966 günü, Büyük Okyanus’a güçlükle açıldılar. Galapagos Takımadaları’na ulaştılar, buradan Marquizes Takımadaları’na kadar tam 40 gün 40 gece yol aldılar. Nukuhiva Adası’nı kısa metrajlı bir film gibi geride bırakıp Tehlikeli Adalar denizinde süzüldüler. Mercan döküntülerinin bulunduğu Tuannotu Adaları’ndan Takaro’ya giderken, Kısmet’i bazen bordasından, bazen pruvasından döven dalgaların sesini dinlediler ve Büyük Okyanus’un o kesimdeki incisi olarak bilinen Tahiti Adası’na vardılar. Yoorla, Bora Bora, Tonga Adaları da Kısmet’in rotasında geride kalırken, Borolar hedeflerine biraz daha yaklaştıklarını düşünüyorlardı. Peru’dan gelen dev deprem dalgalarına buralarda yakalandılar. Fiji’nin Suva Limanı’na demirledikleri zaman derin bir “Oooohhh” çekmişlerdi.
Nereden bileceklerdi ki saatte 120 kilometre hızla esen tayfun kendilerini burada yakalayacaktır. Kısmet ve içindekiler, limanda dört teknenin parçalanmasına yol açan bu felaketi de atlatıp yine koyulmuşlardı.
14 Ayda Gidilen Yol
Balboa’dan Fiji’ye tam 14 ayda gelmişlerdi… 17 Mayıs 1967’de Suva Limanı’ndan da demir alarak Amorda’yı geride bırakıp Yeni Gine’ye ulaşmış, Torres Boğazı’nı geçip Anafura, Banda ve Flores Denizleri’nde yelken açmışlardı. Akıntılı denizlerdi buraları, Mercan kayalıklarıyla dolu denizlerdi. Ve Kısmet, içindekilerle birlikte Endonezya’nın Cakarta Limanı’ndaydı, daha sonra Sumatra açıklarında yollarını kesen korsan teknelerinin arkasındaydı. Sadun Boro korsanlara amaçlarını anlatmış, yolculuklarını yazan gazeteleri göstermiş, burunları bile kanamadan, yola devamları sağlanmıştı. Korkmuşlar, üzülmüşler, derin düşüncelere dalmışlar fakat hiçbir zaman Singapur’da olduğu kadar üzülmemişlerdi. Oda Boro’nun hastalığı burada anlaşılmıştı. Sadun için, karısını İstanbul’a göndermekten başka çare yoktu. Sevimli, cefakar ve güzel Oda, kocasından ayrılıp geldiği İstanbul’da, operatörün neşteri altına yatarken, Sadun da Seylan Adası’na doğru yol alıyor, bir yandan da deniz kurtlarının öteki ünlülerini düşünüyordu…
Üçüncü Tehlike
Bu arada, Boro’yu, Arap-İsrail Savaşı yüzünden Süveyş Kanalı’nın kapanması da üzüyordu. Karısı Oda, başarılı bir ameliyattan sonra, iyileşme dönemini bile beklemeden döndükten sonra, Batı Hint Okyanusu’nu birlikte aştıkları günlerde hep düşünmüşlerdi….
“Nasıl yapacağız? Akdeniz’e nasıl çıkacağız? Afrika’yı güneyinden dolaşacak mıyız?” Sonunda kararlarını vermişler, Kısmet’i Akabe Körfezin’den Akdeniz’e kara yoluyla götürmeyi planlamışlardı. Kızıldeniz’e de bu kesin kararın verdiği güçlülükle çıkmışlar, Cibuti’yi geride bıraktıktan hemen sonra fırtınaya yakalanmışlardı. Boro, bunu da günlük defterine “Bereket fırtına pupadan geliyordu. Fazla zahmet çekmedik” diye yazmıştı. Habeşistan’ın Musavva Limanı bu “Hay-huy” arasında geri kalmış, Kısmet’in direğindeki ay-yıldızlı bayrak Port Sudan ve Suudi Arabistan kıyılarında da dalgalanmış,
Akabe Körfezi’nde İsrail’in Elliat Limanı’na demirleyen tekne, buradan Akdeniz’deki Aşdot Limanı’na kadar olan 382 kilometrelik yolu trayler üzerinde karadan aşmıştı.
Bitişe Doğru
Ve artık Kısmet, Sadun Boro, Oda Boro ve Miço, Hayfa Limanı’ndaydılar. Kısmet, Kıbrıs açıklarındaydı. Sadun Boro, Rodos açıklarında Türk Hava Kuvvetleri’nin jetleriyle selamlaşıyordu. Kısmet, Ege Denizi’ndeydi. Kısmet, Midilli Adası’nda, Edremit Körfezi’nde, Türk Kara Suları’ndaydı artık. Kısmet, Sadun Boro ve Oda Boro… Tam 2 yıl, 10 ay, 5 günün, birbirine kenetlediği varlıklar… Babakale Burnu açıklarında, Türk Donanması’nın karşılayıcı gemileri arasında ve artık alıştığı yeni bir fırtınanın ortasındaydı. Yıldız-Poyraz fırtınası bindirdikçe bindiriyor, Sadun Boro geri dönerek Babakale Koyu’na girmek zorunda kalıyordu. Sakalları uzun uzundu Sadun’un… Gözleri ışıl ışıldı. Dalgalara ‘Bunlar da ne ki?’ der gibi bakıyordu. Ve geliyordu Kısmet. Çanakkale’ye, oradan da 15 Haziran’da ulaşacağı İstanbul’a doğru geliyordu. Ve pruvasında binlerce ton bozulu suyun kokusu, yelkenlerinde Atlas Okyanusu’nun, Büyük Okyanus’un, Hint Okyanusu’nun rüzgârlarıyla geliyordu. Muhteşem bir tekne değildi belki ama Türklük adına gerçekten muhteşem bir deniz başarısının başrolünü oynamıştı. 30 bin milin çizgisi vardı rotasında.
15 Haziran Cumartesi günü, İstanbul Yeşilköy açıklarında görülürken, Çanakkale’de olduğundan daha alımlı ve daha görkem bir karşılama töreninin ortasında bulacaktı kendisini. Harp gemileri, karşılayıcı tekneler, limanda Kısmet’i düdükleriyle karşılayan tüm vapurlar… Belki Sadun-Oda Boro çiftinin yanaklarında birkaç damla belirecekti. Belki sevinçle sarılacaklardı birbirlerine. Dolmabahçe’de ayak basacaklar, Taksim’de Atatürk anıtına çelenk koyacaklar, Beşiktaş’ta Barbaros’un türbesine yedi denizlerden getirdikleri yosun kokulu tuzlu suları serpeceklerdi. Ve belki tıkanıp kalacaklardı heyecandan…
Ve yine belki, sonraları, ama çok sonraları, Kısmet’in çizdiği rotayı, başka Türk kaptanları, başka Türk tekneleriyle izleyecekler, onlar da başarıya ulaşacaklardı ama hiçbiri, hiç kimse, bu işin önderliğini yapma şerefini Sadun-Oda Boro çiftinin elinden alamayacaktı.
Denizlere Türklük adına bir destan yazmışlar, deniz yiğitleri arasına karışmışlardı. Ne kadar alkışlansalar azdı gerçekten. Ve “Bravo onlara!” demek bile yeterliliğin çok altında olacaktı.