Gözden ırak olanın gönülden ne denli ırak olabileceğini sağolsun saat farkından dolayı test etme fırsatı buldu futbolseverler son bir ayda. Avrupa için en iyi ihtimalle işe gidiş saatinde başlayan maçların göz ucuyla takip edildiği bir turnuva olmaktan öteye nadiren gidebilen Yeni Zelanda’daki 2015 U20 Dünya Kupası’nda final günü kaldı geriye.
Sonuncusu tam da önümüzde olup bitmişti. İleride “Ben bunu küçüklük zamanında canlı canlı izledim” diye övünmek için şu aralar bulabileceğiniz en iyi oyuncu olan Paul Pogba’yı ve Fransa’nın önümüzdeki 10 büyük turnuvada A Milli Takım seviyesinde kullanacağı oyuncuları hayranlıkla izlemiştik 2013’te. O turnuvadan akılda kalan şey, çoğu a milli takıma kafa tutabilecek seviyedeki turnuva şampiyonuydu. Daha kadro açıklandığında en kötü ihtimalle finalistti zaten Fransa. Savunmada Umtiti-Zouma, orta sahada Kondogbia-Pogba, kanatlarda Thauvin-Bahebeck ve ileride Sanogo’yla haksız rekabettiler. Grup aşaması pek istedikleri gibi gitmese de, grup sonrası final yolunda üç maçta attıkları 10 golle toparlanıp, beklenen şampiyonluğu aldılar. Geriye dönmemin sebebi hatırlatmak değil, zira o kadar içindeydik ki 2013’teki turnuvanın, bana ihtiyacınız yok zaten. Ancak 2015’teki turnuvaya baktığımızda ne kadro olarak, ne de oyun içi dominasyonu anlamında o Fransa’yı yakalayabilecek bir takım görmedik. Zaten alt yaş gruplarında o Fransa gibi bir takım görmek için daha birkaç jenerasyon beklememiz gerekiyor sanırım.
Turnuvanın son dördünden bahsetmeden önce en büyük hayal kırıklığıyla başlamak gerek. Grup aşamasında Fiji-Özbekistan-Honduras’la aynı grupta yer alıp neredeyse tüm maçları aktif dinlenmeyle geçiren, üç maçta 16 gol atıp tulum çıkaran görece en büyük favori Almanya, sanırım kolay kuranın kurbanı oldu. İkinci tura kadar hiç test edilmeyen, ikinci turdaki Nijerya karşısındaki ilk testi ite kaka geçen ve Nijerya’nın atletizmi sebebiyle ciddi şekilde yorulan Almanya’nın turnuvası çeyrek finalde bitti. Julian Brandt, Hany Mukhtar, Levin Öztunalı, Marc Stendera gibi hem üst düzey yetenek, hem de iyi turnuva çıkaran oyuncularla final gününü dahi göremeden elenen Almanya’nın bu jenerasyonundan kaybolacak oyuncu sayısı az olacak belki ama turnuvanın en büyük hayal kırıklığına imza attıkları bir gerçek. Turnuvayı en çok kazanan ekip olan Arjantin’inse son üç seferde olduğu gibi zayıf bir kadroyla gelip Panama’yı dahi yenemeden grupta elenmesi çok da ciddi bir haber değeri taşımıyor.
Herkes 2013 U17 Dünya Kupası’nda 7 maçta 26 gol atıp şampiyonluğa ulaşan Nijerya’nın yeni altın jenerasyonunun bu turnuvada da zirveye oynamasını bekliyordu. Ancak Nijerya U17 Dünya Kupası sonrasında Avrupa’nın en büyük liglerinin altyapılarına dağılan as oyuncuları yerine, yerel ligden gelen oyuncularını oynatıp onları parlatmayı tercih etti ve çeyrek finalde de Almanya’ya denk gelince erken veda ettiler. Şimdi Nijerya üzerinden turnuvanın peri masallarına gelmek lazım, diğer Afrikalılar.
İki Afrika takımı oynayacak üçüncülük maçını. Turnuvaya ilk kez katılan, yeni “2002 Dünya Kupası Jenerasyonu” diye lanse edilen Senegal, en iyi üçüncüler arasına girerek çıktığı ikinci turda turnuvanın en sağlam takımlarından Ukrayna’yı geçerek geldiği yarı finalde Brezilya tarafından dağıtıldı. Maça gol yiyerek başlayıp bir türlü toparlanamayınca 5-0 gibi hiçbir yarı finale ait olmaması gereken bir skorla elendiler. Rakipleri Mali’nin geliş yoluysa daha etkileyici. 1999’daki ilk tecrübelerinde Seydou Keita’nın önderliğinde üçüncü olan Batı Afrikalılar, Gana’yı 3-0’la dağıtıp, en büyük favorilerden Almanya’yı penaltılarda geçti.
Mali ve Senegal’in en ön plana çıkarılası özelliği ise kadro yapısı. Eski kadrolara bakıldığında Fransa ağırlıklı, Avrupa doğumlu ve altyapı eğitimini orada almış oyuncuların ikna edilmesiyle kurulan takımlar görüyoruz. Ancak bu turnuvada Senegal’de Fransa doğumlu sadece iki, Mali’deyse bir oyuncu var. İki ekibin de oyuncuları çoğunlukla yerel ligdeki takımlarda forma giymeye başlamış oyuncular. Afrika’daki altyapı gelişiminin hazıra konuculuktan yetiştiriciliğe evrildiğine bir işaret. Kim üçüncü olursa olsun, iki takım da eşit derecede akılda kalacak.
Finali oynayacak iki takım, Brezilya ve Sırbistan için düşe kalka geldiler desem yeri. Bir Brezilya takımından ne beklersiniz? Heh, işte onu oynamıyor bu Brezilya takımı. Defansif olarak sağlamlığıyla öne çıkan, bireysel beceriden ziyade taktiğe dayalı, set hücumları çok üst düzey bir takım Brezilya. Erkenden kapılan çok fazla oyuncusunun olmaması neredeyse tüm ilk 11 oyuncularının Brezilya Ligi’nde ilk 11 tecrübesi görmüş oyuncular olmasını sağlamış durumda. Grupta üçte üç yaptıktan sonra önce Uruguay, sonra gizli favorilerden Portekiz’i zar-zor, penaltılarla geçtiler ancak Senegal karşısında ilk yarıyı 4-0 kapatıp maç boyu şov yapmaları tam finale giderken herkesin “nihayet” dediği performansı ortaya çıkardı. En önemlisi de koca bir yarı finalin ikinci yarısını bir kişi fazla oynayıp aktif dinlendiler.
Sırbistan’ın bu jenerasyonu için – hazır A Milli Takım da rezalet gidiyor – “bunları hemen A seviyeye çıkaralım, hocayı da alalım, 10 sene kalsın” demeye başladı Sırplar. Fiziksel açıdan herhangi bir üst düzey takımla aynı seviyedeler. Birkaç oyuncu hariç yerel ligde ilk 11’de oynayan oyunculardan kurulu – hatta kaleci Rajkoviç bu sezon yılın en iyi kalecisi seçildi ve 20 yaşında Kızılyıldız’ın kaptanlığına getirildi – bir ekip olmanın verdiği ritmi maç içindeki reaksiyonlarla görmek mümkün. Değişen senaryolara karşı hazır, asla bocalamayan ve momentumu kaybetse de kesinlikle dağılmayan bir ekip Paunoviç’in ekibi. Ayrıca 37 yaşındaki genç teknik direktör Veljko Paunoviç’in oyuncularıyla kurmuş olduğu iletişimin çok çok üst düzey olduğunu söylemek gerek.
Yukarıda da söylediğim gibi, Brezilya finalin favorisi. Yarı finalde topsuz alanda sakatlanan stoper Malcom’un finalde oynamaması işleri değiştirebilir, ancak Guillherme-Gabriel Jesus-Boschilia üçlüsünün yarı finalde oynadıkları muhteşem oyun Sırpları korkutmalı. Sırbistan’da ise “mucize çocuk” Zivkoviç ve Tottenham saçma sapan transferler yapıp önünü kapatmaya devam etmezse tüm yeteneklerini izleyebileceğimiz Veljkoviç ikilisinin kesinlikle gününde olması gerek. Belki Paunoviç oyuna hep sonradan aldığı, Macaristan ve Mali maçlarında uzatmada turu getiren golleri atan Spanjiç totemini finalde de yapar, kim bilir.
Son olarak 1987’de, Mijatoviç, Boban, Şuker, Prosineçki varken, Yugoslavya’yken katılan ve kazanan Sırbistan, şampiyon olması halinde bu yaş grubunda Arjantin’den en başarılı takım ünvanını alacak Brezilya’ya karşı. Gözden uzak turnuvanın, hikâyesi güzel final günü bizleri bekliyor.