“Eğer sana çizgili bir kâğıt verirlerse sen öteki türlü yaz.” / Juan Ramon Jimenez
Japon kültürünün özünü oluşturan “Mono no aware” diye bir kavram var. İlk olarak Steve Jobs’un hayatını anlatan The Man in The Machine belgeselinde işitmiştim bunu, hayatın her parçasına duyulan derin duyarlılık anlamına geliyordu. Bu farkındalık, geçip giden hayatın hüznünü kutluyor ve dökülen bir yaprakta, daldaki yapraktakinden daha fazla güzellik görüyordu. Belgeselde de yönetmen Alex Gibney “Neden bu kadar çok sevdik bu adamı?” sorusuna yanıt arıyor ve çelişkilerle dolu hayatında Jobs’un bu felsefeyi şiar edindiği söyleniyordu.
Donald Trump, tam da kongrede Rusya’nın ABD Başkanlık Seçimleri’ne müdahale edip etmediğinin tartışıldığı dönemde, konuyu dağıtmak için kendine kolay bir hedef seçmişti. Colin Kaepernick, siyah tenli bir Amerikan futbolu oyuncusuydu. 2016 Ağustos’ta Ulusal Futbol Ligi (NFL) sezonu öncesi bir maçta ABD milli marşı çalınırken ayağa kalkmayıp tam tersine tek dizinin üzerinde yere çömelmişti. Amacı, yakın dönemde Amerikan polisinin siyahlara uyguladığı aşırı güç kullanımına ve ırksal eşitsizliklere dikkat çekmekti. Kıyamet koptu. Kaepernick’in samimi olmadığını ve ulusal marşa, bayrağa hakaret ettiğini söyleyenlere karşı, temel insani haklar adına sesini çıkardığını savunup onu destekleyenler vardı. İşin enteresanı, Kaepernick siyah bir baba tarafından terk edilen beyaz bir annenin oğluydu. Yine beyaz bir aile tarafından evlat edinilmiş ve büyütülmüştü. Tanınan bir figürdü. Başkanlık seçimleri sırasında hem Trump’a hem de Hillary Clinton’a karşı çıkmış, ikisinin de ezilenlerin haklarını umursamadığını söylemişti.
Olayın üzerinden aylar geçmişti ancak ABD Başkanı dahi ondan bahsediyordu. Trump, “Bu, San Francisco’nun oyun kurucusu… Eminim kimse adını duymamıştır. Güya ben tweet atacağım ve onları sıkıştıracağım diye NFL takım sahipleri onu takımlarına almıyorlarmış!” diyordu. Kaepernick ise o sıralar, Somali’de kuraklıktan temiz su kaynağı bulamayan insanlara yardım edebilmek için sosyal medyada başlattığı bir kampanya ile uğraşıyordu. Kendisi, yardım vakfına 1 milyon dolar bağışlamıştı. Protesto eylemi sonrası aldığı ilk tepkilerde, “Milyon dolarlar kazanan bir sporcu için bunu söylemek kolay” diyenler vardı. Ancak o, artık milyon dolarlık bir kontratı olmasa da bu yardımı yapıyordu. Son döneminde yedek kaldığı takımından, alacağı 15 milyon dolardan vazgeçip ayrılmıştı.
NFL, sporcularının çoğu siyah olsa da muhafazakâr takım sahiplerinin çoğunlukta olduğu bir lig. Başta NFL Başkanı Roger Goodell olmak üzere, politik mesajlar veren sporculara alerjileri olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden de vatanseverlik baskısından çekinip Kaepernick’e sözleşme vermekten imtina ediyorlar. Oysa kadınlara şiddet uygulayan, hayvanlara eziyet eden ve farklı adli olaylara karışan birçok isim, iyi kontratlarla ligde yer bulabiliyor.
Geçmişte, toplumsal sıkıntılar ve haksızlıklarla ilgili kirlerini dile getirdikleri için zorluklar yaşayan başka önemli gürler de olmuştu; Muhammed Ali, Tommie Smith, John Carlos, Bill Russell, Kareem Abdul-Jabbar ve Jim Brown gibi… Ancak Kaepernick’le benzer sorunları yaşayanlar, bu efsaneler değil, başkaları…
1998’de Fenerbahçe’ye gelen eski basketbolcu Mahmoud Abdul-Rauf da onlardan biri. Müslüman olmadan önceki ismiyle Chris Jackson, 1996’da bir NBA maçı öncesi milli marş sırasında ayağa kalkmayı reddettiği ve Müslüman bir sporcu olarak bu marşın baskıyı ve tiranlığı simgelediğini söylediği için ligden aforoz edilmişti. Kaepernick’e en büyük desteği verenlerden biri de o oldu. Michael Jordan’lı Chicago Bulls’a ilk üç şampiyonluğu döneminde büyük katkı veren keskin şutör Craig Hodges da yine bu isimler arasındaydı…
Bulls ile şampiyonluğu sonrası takımca gittikleri Beyaz Saray ziyareti sırasında takım elbise yerine geleneksel ‘dashiki’ kıyafetini giymişti. Daha da önemlisi, polis şiddetiyle ilgili eleştirilerini yazdığı bir mektubu, o dönem bizzat Körfez Savaşı ile meşgul olan başkan George Bush’a iletmişti. Akabinde NBA’de iş bulamamaya başladı. Saydığım isimlerin ortak yönü, süper yıldız olmamalarıydı. Hiçbiri Michael Jordan ya da LeBron James değildi. Bu yüzden de kolayca bertaraf ediliyorlardı. Fakat NBA’de devir, nispeten değişti. O günlerde Hodges’ın tüm çağrılarını yanıtsız bırakan Jordan bile, yakın zamanda artan polis şiddetine dikkat çeken bir mektup yayımladı. Hayat ironik.
Zaman gerçekten de değişti… NBA Başkanı Adam Silver, ırkçılık yaptığı için Donald Sterling gibi bir kulüp sahibine takımından el çektirebiliyor mesela. Ayrıca son şampiyon Golden State Warriors’tan birçok isim, Trump’ı protesto etmek için takımca Beyaz Saray’ı ziyaret etmeyeceklerini ima edebiliyor. LeBron James, Dwyane Wade, Chris Paul gibi yıldızlar, polis şiddetine karşı seslerini çıkarıyor. Korkmadan, cesurca. Kaepernick ise böyle bir ortamda, anayasasının temelinde ifade özgürlüğü olan bir ülkede kendini ifade ettiği için Amerikan futbolu oynamaktan mahrum kaldı. Asıl ironik olan ise özgürlükler ülkesinde yaşamaktan gurur duyanların, ülkelerindeki sorunlara karşı tepki gösterenlere karşı yaklaşımı… Tanıdık geliyor, değil mi?
Anayasadaki adalet, özgürlük ve insan hakları gibi kavramlara dikkat çekmek istediğini söyleyen Kaepernick, aslında düşen yaprakları işaret etmişti. Daldaki yapraklara zarar vermek değildi niyeti; sadece bir başkasının daha düşmesini engellemeye çalışıyordu.
Bu sayı; hayatın en sıradan anlarında bile o tanımlanamaz sonsuzluğu hissedenler, maddelerin ve zamanın fâniliğinin farkına varanlar, başkalarının tahakkümleri altına girmeden özgür düşüncenin yollarını bulup insani değerlerin öncelikli olduğu bir geleceği miras bırakmaya çalışanlar için…