Bu yazı ilk olarak Socrates’in Temmuz 2019 nüshasında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
Roma, Genoa karşısına çıktığında sezonu kurtarmanın peşindeydi. Şampiyonlar Ligi’ne direkt bilet almaları için galibiyet gerekiyordu. Ama 28 Mayıs 2017 tarihli o doksan dakikanın önemi başkaydı: Francesco Totti, Roma formasıyla son maçına çıkacaktı.
Olimpiyat Stadı’ndan kaldığımız otele dönerken bilet bulamamanın üzüntüsünü yaşıyordum. Otelin sokağına girdiğimizde, en azından yakınlarda bir barda, Roma’lı birkaç taraftar ile olanı biteni izleme amacımız vardı. Şansımızı hemen otelin altındaki barda denedik. Henüz müşterisi olmayan mekâna girdiğimizde durum 1-1’di ve Totti, oyuna girmek için hazırlanıyordu. Oyuna girdiği anda sanki tüm stadyum, Şampiyonlar Ligi derdini unuttu. Totti’nin de pek umurunda değil gibiydi. Sonra sahneye o çıktı… Daniele De Rossi, ceza sahasında topla buluştu ve Roma’yı 2-1 öne geçirdi. Barmenle göz göze geldik, ufak bir tebessümün ardından şu cümle çıktı ağzından: “Gerçek kaptan golü attı!” Ama yine de tüm kameralar Totti’nin üzerindeydi…
İtalyan futbolu, saha içindeki vazifeleri sınıflandırma konusunda titizlik gösterir. Libero, regista, trequartista, fantasisti gibi terimler; klasikleşmiş görev dağılımını daha da detaylandırır. Libero, hem defansın lideri hem de hücumu başlatan isimdir. Regista’lar batonu elinde tutan şeflerdir, bütün organizasyon onlara emanettir. Fantasisti ya da trequartista’lar da Allah vergisi yetenekleri ile rakibi zorlarlar.
Bir de mediano’lar vardır. Onlar kavga eder, dayak atar, hırpalar… Ne olursa olsun topu, takımına kazandırmanın peşindedirler. Bunu başardıklarında ise yapmaları gereken şey basittir: Bir an önce regista’ya ya da herhangi bir takım arkadaşına topu vermek. Bu kadar!
Milan’lı Giovanni Lodetti’nin ‘Rivera’nın üçüncü akciğeri’ lakabını alması bu nedenledir. Sigara içerken Gianni Agnelli’ye yakalanan Michel Platini’nin, “Avukat, dert etme. Eğer onu içerken yakalasaydın kızabilirdin” diyerek Massimo Bonini’yi işaret etmesinin sebebi de. Şefler için savaşan bu tip oyuncular, 1960’lardan itibaren ses getirmeyi başaran hemen hemen her İtalyan takımında mevcuttur: Bedin, Furino, Benetti, Oriali, Gattuso, Tommasi, Di Biagio… Liste daha da uzar. Yük katarı olan bu oyuncularda pek yetenek kırıntısı aranmaz. Ama birçoğu da taraftarın ‘en çok sevilen oyuncu’ listesinde üst sıradadır. Nitekim tribündeki seyircinin sahadaki tezahürüdür bir nevi. İtalyan şarkıcı Luciano Ligabue de bu futbol sevdalılarından biri. Gabriele Oriali’ye adadığı Una Vita da Mediano (Bir Mediano’nun Hayatı) şarkısında mediano’ların diğer yıldızlar gibi kutsanmadığını, doğanın onlara 10 numaralar kadar bonkör davranmadığını, gol atmaktan ziyade atanı beslemek için sahada yer kapladıklarını anlatıyor, Oriali’nin kariyeri ve stilinden yola çıkarak mediano’ları özetliyordu. İstisnalar da vardı…
Roma’nın 1980’li yıllarda Scudetto kazanan ve sonrasında da Şampiyon Kulüpler Kupası finaline çıkan kadrosunun kaptanı Agostino Di Bartolomei, bunlardan biri. Takımının orta saha sigortası olan, pas yüzdesi ve top hâkimiyeti ile antrenör Liedholm’ün “İtalyan Beckenbauer” dediği Di Bartolomei, İsveçli tarafından sık sık defansın ortasında da görevlendirilmişti. Evet, takımın yıldızları Falcao, Conti ve Pruzzo’ydu. Ama sistemin temel direklerinden birinin Ago olduğu biliniyordu. Üstelik onu diğer mediano’lardan ayıran tek özelliği hünerleri de değildi. Sahadaki sakin tavrı da altyapıdan birlikte yetiştiği Bruno Conti ile onu şehrin simgelerinden biri hâline getirmişti…
“Daniele, onu ‘Agostino’ diye çağırıyor.” 1994’te intihar eden ve hâlâ Roma taraftarının kalbinde olan Agostino Di Bartolomei’nin mirasını taşıyanlardan biri de Daniele De Rossi. Sarah Felberbaum, küçük çocuklarına Yahudi kökleri nedeniyle Noah adını verdiğini ama eşi Daniele De Rossi’nin ona Roma’nın efsanesinin adı ile seslendiğini anlatmıştı. De Rossi, 2001 yılında Roma ile ilk resmi maçına çıktı ve birkaç sene içerisinde sadece kulübün değil milli takımın da vazgeçilmezlerinden biri olmayı başardı. 2004’te 21 Yaş Altı Milli Takım ile Avrupa şampiyonluğu yaşadı, aynı yıl olimpiyatta bronz madalya alan takımın parçasıydı ve iki sene sonra da İtalya’yı Dünya Kupası zaferine götüren penaltı vuruşlarından birini kullandı. Bütün bu süreçte kendini kabul ettirmesinin belki de en büyük sebebi, klasik bir mediano olmamasıydı. Dönemin İtalyası’nda o departmanın koltuklarında Di Biagio, Tommasi veya Gattuso’nun oturduğunu düşünürsek; De Rossi’nin farklı olduğuna daha kolay ikna olabiliriz. Şutları etkiliydi, iyi bir pasördü ve ceza sahası içinde tehlike yaratabiliyordu. Muharebe meydanına gözü kapalı dalması zaten bölgesinin temel şartıydı. Bu çok yönlülük özellikle 2010’lu yıllara girilirken onu büyük sahnede iyice ön plana çıkardı. Euro 2012’de Cesare Prandelli’nin İspanya karşısında sahaya sürdüğü 3-5-2 dizilişinde onu defansın ortasında bir bakıma eski tarz bir libero olarak kullanması, akla gelen ilk örneklerden. De Rossi’nin pas kabiliyeti ile İspanya baskısını kıran İtalya, maçın büyük bölümünü üstün oynamıştı. Klasik 9 numara kullanmayıp sürpriz koşularla gol arayan İspanya ise ‘süpürücü’ De Rossi’ye sık sık takılmıştı. Turnuvanın ilerleyen maçlarında 4-1-2-1-2’ye dönen Prandelli, onu tekrar orta sahaya çekse de De Rossi demirbaşlardan Pirlo’nun varlığı nedeniyle Roma’dan alışık olduğumuz defansın hemen önündeki oyuncu rolünde değildi. Hücumlarda Pirlo’nun kademesini kapayan bir sigortaydı. Savunmada ise stoperlerin arasına giren bir libero. Zaman zaman da haf olarak ani baskıda rakibe ilk darbeyi vuran mediano…
Roma’da da durum farklı değildi. 2005-2006’da Serie A’nın en iyi genç futbolcusu seçilen De Rossi, 2008-2009 sezonunda da Serie A’da ‘Yılın Oyuncusu’ olmuştu. Gözler Totti’nin üzerinde olsa da sistemin belkemiği olmaya başlamıştı. 2012-2013 sezonunda kısa bir süre çalıştığı Zdenek Zeman dışında sorun yaşadığı antrenör yoktu. Birçok antrenör tarafından tahtaya adı ilk yazılan oyuncuydu. De Rossi yükselirken Roma ise yerinde saymaya devam etti. Bu dengesiz durum, normal olarak transfer dedikodularının doğmasına neden oldu. Önce Alex Ferguson’ın onu ‘Yeni Scholes’ olarak düşündüğü konuşuldu. Sonra da Real Madrid’in devreye girdiği… Chelsea ve Manchester City de Roma kapılarına dayanmıştı. O dönem Inter’in başında olan ve Real Madrid’le anlaşmasına kesin gözle bakılan Jose Mourinho, Mayıs 2010’da şöyle bir soruyla muhatap oluyordu: “De Rossi, Real Madrid’e gider mi?” Jose şöyle cevaplıyordu: “Mümkün olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Roma, Totti ve De Rossi demek. Totti, kariyerinin sonuna geldi. Takımın batonunu De Rossi alacak ve daima bir Romanista olarak kalacak.”
“Sadece futbol değil dünya da değişti. Soyunma odasında genç oyuncuları görüyorum, Instagram hesaplarını yönetiyorlar. Ağızlarına beyzbol sopası fırlatasım geliyor.” Daniele De Rossi, Giuseppe De Bellis’e verdiği röportajda bunları söylüyordu. 16 numara giyme sebebi olan, “İdolüm” dediği Roy Keane kadar hırçın olabiliyordu ama Roma’nın simgelerinden Di Bartolomei kadar sessiz kalabilmenin önemini de anlamıştı. Yine aynı röportajda “Neden fazla konuşmuyorsun?” sorusuna “Di Bartolomei’ye ‘Neden fazla konuşmuyorsun?’ diye sormuşlar. O da ‘Söylediklerimin dikkate alınmama riski var’ demiş” cevabını veriyordu.
Sadakat, ciddiyet ve sessizlik… Bu tip ‘eski model’ ya da ‘eski kafalı’ oyuncular o dönemi özleyen taraftarların gönlünde daha büyülü bir yer elde edebiliyor. Bu tarz oyunculara pek alışık olmayan yeni nesil ise bu gibi tavırları ‘havalı’ bulabiliyor. Evet, De Rossi, yetenekli bir orta saha oyuncusu ama Roma’dan ayrılmak istememesi, Dünya Kupası eleme maçında antrenör Ventura’nın kararına kafa tutması ya da oyun stilindeki ‘eskiye aitlik’ o ve onun gibilerin mitlerinin büyümesine ciddi katkı sağlıyor. Giacomo Losi, Di Bartolomei, Conti, Giuseppe Giannini, Totti ve ‘Geleceğin Kaptanı’ De Rossi… Bu zincirin halkalarından biri olması, karizmasına katkı yapmadı diyebilir miyiz?
“Ben Daniele De Rossi, Roma taraftarına ve tıpkı Francesco Totti gibi Roma tarihine aidim. Bu da artık profesyonel açıdan iyiliğim için özgürce karar alamayacağım anlamına geliyor. Çünkü bir şeyi ya da bir başkasını temsil ediyorum.” Transfer haberlerinin ardından sık sık bu minvalde açıklamalar yapan De Rossi, taraftara ihanet etmeyeceğini tekrarlıyordu. 2012’de Mancini’nin ona Manchester City formasını giydirmesi beklenirken söyledikleri, sadakatinin en ikonik simgelerindendi: “Maddi sıkıntılar yüzünden satılmak dışında,” diyordu, Alessandro Nesta’nın Milan’a gidişini hatırlatarak, “Roma’yı bırakmayacağım. Eğer ayrılırsam bunu gelip burada söylerim.”
“Resmi olarak dün söylediler ama 36 yaşındayım ve aptal değilim. Bir yıldır kimse sizi çağırmıyorsa, 10 aydır sözleşme uzatma ile ilgili kimse sizle konuşmadıysa her şey açıktır.” De Rossi, Roma’dan ayrıldığını Mayıs 2019’da bu sözlerle açıkladı ve ekledi: “Ben oynamak istedim ama onlar istemedi.” Haber yayıldıktan sonra Roma taraftarları, Başkan James Pallotta aleyhinde yürüyüşler yaptılar ve tepkileri “İstifa” istikametinde de devam ediyor. Kulübün kararı, fiziksel durumu, yaşı ve dahası birkaç sezondur onu daima engelleyen sakatlığı göz önünde bulundurulduğunda anlaşılabilir ama kararı tecrübeli oyuncunun yıllardır gösterdiği sadakatin göz ardı edilmesi gibi yorumlayıp tepki gösterenlerin de haklılık payı var. De Rossi’ye en çok güvenen isimlerden Marcello Lippi de olaya iki yönlü bakanlardan: “Böyle bitmesine üzüldüm. Totti sanki daha akıllıca davranmıştı.”
Daniele De Rossi, hayranı olduğu Ennio Morricone’nin “Scudetto’yu kazandığımızda beraber içeriz” diyerek hediye ettiği bir şişe şarabı açamadan -belki de kederinden içmiştirRoma’dan ayrıldı. Şampiyonluk kazanamasa da milli takımda Totti’den daha önemli bir parça oldu. Üstelik kulüp tarihine geçen Barcelona zaferinde de başrollerden biriydi. Alışılmışın dışında bir mediano olsa da bir mediano’nun hayatındaki nihai hedeflerden birine ulaştı. Kahramanlarından Agostino Di Bartolomei’nin oğlu Luca, Daniele’nin ayrılığı sonrasında twitter hesabında bir flood yaptı. Cümlelerinden biri şöyleydi: “Olmak istediğim futbolcuydun.”
De Rossi ile Roma taraftarı arasındaki bağ sonsuza kadar kopmayacak gibi. Ama masal burada bitmiş gibi görünmüyor. Babası da kulübün altyapısında çalışan De Rossi’nin idari tarafta yer almasının kulübün teklifleri arasında olduğu söyleniyor. Kendisi de saha kenarına mesafeli değil üstelik: “Çok fazla oyuncu görüyorum… Bıraktıklarında ‘Antrenörlük yapmayacağım, ömür boyu tatile çıkacağım’ diyorlar. Altı ay sonra da Serie C’de antrenmanlara başlıyorlar. Antrenörlük seveceğim bir şey olabilir. Hemen değil ama zamanı gelince…”