Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

EditoEşitlik

Socrates'in 64. sayısında ana konu: Geçiş. Girişte ise Caner Eler'in kaleminden John Barnes yer alıyor.

“Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz.” Sebastian Castellio, 1551 Vicdan Zorbalığa Karşı, Stefan Zweig

Ben bu satırları yazarken Liverpool otuz yıldır özlemini duyduğu lig şampiyonluğuna ulaşıyordu. Bir yandan bu sayfanın konuğunun John Barnes olması da manidardı. Barnes, hem 1990’da kazanılan son şampiyonluğun simgelerindendi hem de 1980’ler sonu çocukluk yıllarımda sevmeye başladığım Liverpool’daki favori oyuncumdu. Bir gazel zarafetinde topla süzüldüğü anlar hafızamın derinlerine kazınmıştı. Ne mutlu ki 2012’de İstanbul’a geldiğinde onunla röportaj yapma şansına erişmiştim. Kahramanımla tanışmanın heyecanı vardı. Hayal kırıklığı olacak mıydı acaba?

Röportaj öncesi okuduklarım kadarıyla sosyal adaletsizlik, ırkçılık ve ayrımcılık gibi konulara fazlasıyla kafa yoran biriydi Barnes. 1980’lerde önce Watford sonra da Liverpool formasıyla özellikle deplasmanlarda ırkçı hakaretlere ve tacizlere maruz kalmıştı. 1987’de Liverpool tarihinin ilk siyah futbolcu transferi olmuştu. 1970’ler sonundan itibaren Viv Anderson, Laurie Cunningham, Justin Fashanu gibi isimlerle beraber Barnes, İngiltere futbolunda ırkçı ve ayrımcı bariyerleri yıkmaya başlayan öncü isimlerdendi. Milli takımın da ilk siyah yıldızı haline gelmişti. En büyük şanssızlığı ve pişmanlığı ise Heysel Faciası sonrası geldiği Liverpool’da Kenny Dalglish’in yönetimindeki o harika takımla Avrupa kupaları oynayamamasıydı. Bu şansı bulsaydı çok daha büyük bir yıldız olarak anılabilirdi.

Beylerbeyi Stadı’nın yedek kulübesinde oturup sohbete başladığımızda yaklaşımının sahanın dışına taştığını da daha net anladım: “Irkçılığı anlıyorum. Beyaz olsaydım pasif bir ırkçı olacaktım muhtemelen. Avrupa’nın büyük bölümü öyle zaten. Sporu bırakalım, günlük yaşama odaklanalım. 400 yıldır beyazın üstün ırk olarak sunulduğu bir söylem söz konusu. Mesela küçükken oyun oynadığımızda siyah bir çocuk olarak kovboy olmak isterdim, çünkü Kızılderililer kötü adamlardı. Kölelik döneminden kalma siyahların imajı neydi? Tembel, akılsız, iş bilmez, maymun gibi kelimeler kullanılırdı. Hâlâ bilinçaltında hem siyahlar hem beyazlar bunu hissederler. Tarihsel kişiliklere bakalım… Kristof Kolomb, Amerika’yı mı keşfetti? Hayır, orada zaten Kızılderililer vardı. Şimdi yaşasa katlettikleri yüzünden savaş suçlusu olurdu ancak tarihi kahramanlardan biri. Zafer, şan her zaman Avrupalılarındır. Şöyle düşün, ya İkinci Dünya Savaşı’nın sonucu farklı olsaydı? Herkes Churchill’i kahraman addeder. Kendisi ırkçıydı. Kahramanımız ama aslı bu. Britanya bayrağında, Union Jack’de yer alan haç St. George’a aittir. O, zamanında Haçlı Seferleri sırasında Anadolulu ama Hıristiyan olan ve seferle beraber Kudüs’e akın edenlerden biridir. Yani Türk kökenleri vardır. İngiltere’de ise Aziz George’dur. Birkaç yıl önceki İngiltere-Türkiye maçında İngiliz taraftarlar Türkleri tahrik etmek için bayrakları yüzlerine sallıyorlardı. Sebebi St. George’un o topraklardan gelmesiydi. Tarihi hep kendimize göre şekillendirmişizdir. Güzellik düşüncesi, ahlak, etik hep Batı’ya göredir.”

Barnes, 1963’te Jamaika’da doğmuştu ama 1976’da albay olan babası ile beraber Londra’ya taşınmıştı. Babasını şöyle anlatıyordu: “Mesela İngiltere’ye kim yardım etti? Jamaika, İngiltere için Almanya’ya karşı savaştı. Şimdi ne yapıyorlar, günümüz koşullarında savaşa mahal vermeden, ‘Seni birliğimize kattık, kardeşimizsin’ deyip Jamaika gibi eski kolonilerinden gelenleri dışlıyorlar. Babam, büyükbabam, onun babası Jamaika ordusunda savaşmıştı. Britanya yönetimi altındayken Britanya için savaşmışlardı. Fakat bu ülke için ölenlerin torunları şimdi adaya ve Avrupa’ya girerken hor görülüyorlar.”

Barnes’ın yaşadığı en çarpıcı deneyimlerden biri 1988’deki Everton maçında önüne muz atılmasıydı. Atılan muzu bir topuk hareketiyle saha kenarına gönderişi unutulmaz sahnelerden biridir. Barnes’ın günümüzde de devam eden ve spor sahalarına da sirayet eden ırkçılıkla ilgili görüşleri de ilginçti: “Toplumun içinde ırkçılık var olduğu sürece bu futbolun da içine nüfuz edecektir. Fubolun sosyal anlamda önemli olduğu tüm toplumlarda ırkçılık örnekleri kendini göstermiştir. Futbol büyük bir endüstri, medya ilgisi devasa boyutlarda, ırkçılık örnekleri artık çok daha geniş yer buluyor. Ancak bu, futbol temelli bir sorun değil. Toplumun iliklerine kadar işlemiş bir problem. Toplumdan temizlenmediği sürece futboldan da ırkçılığı temizlemek pek mümkün olmayacaktır.”

George Floyd’un ölümünden sonra tüm dünyaya yayılan Black Lives Matter protestolarının çizdiği yol haritasında bundan sonra yapılacaklar Barnes’ın cümlesinde gizli gibi. Barnes siyahlar, LGBTİ+ bireyler, dışlanan herkes için eşitlik bayrağını dalgalandırıyor. Hatta Frantz Fanon’un bir sözünü hatırlatıyordu bana söyledikleri: “Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.”

Irkçılığın nesilden nesle aktarıldığı gibi ayrımcılık karşıtı bilincin daha güçlü bir şekilde aktarılması gerekiyor. John Barnes da 1990’larda Liverpool’un Premier Lig’e geçişte yaşadığı sorunlardan sonra kulüpten kopmuştu. Şimdilerde İngiltere’de en saygı duyulan kanaat önderlerinden biri. Bugün Marcus Rashford veya Raheem Sterling’in yaptığı protestolarda da onun 1980’lerde açtığı yolun izlerini görebilirsiniz. Kısacası, kahramanım beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Tanıştığımda bile…

Bu sayı; nesilden nesile doğru insani erdemleri, prensipleri ve herkese eşit olma hakkını miras bırakabilenler için…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Hep Beraber

Hep Beraber

3 sene önce
Çağ

Çağ

3 sene önce
Bir Numara

Bir Numara

4 sene önce