Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorumEndişenin Gölgesinde

Mardy Fish Amerika Açık’ta kariyerinin son maçına çıktı. Peki kortlarda olmadığı üç yıl boyunca başından neler geçmişti?

*Bu yazı ilk olarak Players Tribune’de yayımlanmıştır.

“Oynama”

Hayatımın en büyük tenis maçını oynamaktan birkaç saat uzaktaydım. Amerika Açık dördüncü turu… İşçi bayramında… Babamın doğum gününde… Arthur Ashe Stadyumu’nda… CBS’de… Ve Roger Federer karşısında. Tüm zamanların en iyi oyuncusuyla oynayacaktım ve bu; favori turnuvamda, kariyerimin en büyük zaferini kazanabilme şansı demekti. Tüm hayatımı uğruna feda ettiğim, kariyerimin maçına sadece birkaç saat kalmıştı.

Ve yapamıyordum.

Gerçekten yapamıyordum.

Öğleden sonraydı ve servis aracılığıyla kortlara doğru gidiyordum.

Ve bir endişe nöbeti geçirdim.

Aslında her 10-15 dakika civarı yeni nöbetler geçiriyordum. Kafam kazan gibiydi ve çıldırıyordum.

Eşim soruyordu, “Ne yapabiliriz? Ne yapabiliriz? Seni nasıl iyileştireceğiz?”

Ona gerçeği söyledim: “Beni şu an daha iyi yapabilecek tek şey, bu maça çıkmama fikri.”

Duraksadı ve ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme baktı. Ciddiydim. O an düşünen ben değildim. O, davranan, hisseden ve hayatta kalmaya çalışan bendi. Basitçe cevapladı. “O zaman oynamamalısın. Oynamak zorunda değilsin. Oynama.”

Federer maçı öncesinde Mardy Fish için sınır geçilmişti. (Foto: AP Images Turkey)
Federer maçı öncesinde Mardy Fish için sınır geçilmişti. (AP Images Turkey)

Endişe nöbetlerim 2012’de başladı ki o dönem kariyerimin zirvesi olmalıydı. Yavaş yavaş uzun bir yolun sonuna gelirken, bazı şeyler artık yoluna girmeye başlamıştı.

2009 yılında bir anda gözlerim açıldı ve bu, benim için dönüm noktası oldu. 27 yaşındaydım ve fena bir kariyerim olmamıştı. Birçok açıdan bununla gurur duyabilirdim. 2004 yılında kazandığım olimpiyat gümüş madalyası, Grand Slam’lerde alınan idare eder sonuçlar, dünyayı gezmek, iyi para kazanmak. Ama bundan fazlası değil…

Yeni evlenmiştim ve bakış açım değişip, gelişiyordu. Ve bir anda bu ‘fena olmayan’ bir kariyerin benim için yeterli olmadığını düşündüm. Bitirmemiştim. Hâlâ daha iyisini yapmak istiyordum ve daha da önemlisi artık son şanslarımı kullanıyordum.

Diyete başladım, hayat tarzımı değiştirdim. Hepsinden mühimi ise değişen bakış açımdı. 92 kilodan 78 kiloya indim. Tam anlamıyla ‘sıklet’imi bulmuştum. Yaptıklarımın beni nereye götüreceğini bilmiyordum ama öğrenmek için sabırsızlanıyordum.

2010’da sonuçlar gelmeye başladı. Miami’de Andy Murray’yi iki sette yendim, ki bu önceki yıllarda asla alamayacağım bir sonuçtu. Fransa Açık’ta arka arkaya iki beş setlik maç oynadım. İkinci maçta 14 numaralı seri başı Ivan Ljubicic’e, final setinde 10-8 ile yenildim. Bu geçmişte asla ulaşamayacağım bir fiziksel seviyeydi. Newport ve Atlanta’da iki turnuva kazandım. Atlanta finalinde korkunç bir sıcak hava dalgası altında John Isner’ı yeniyordum. Cincinnati’de final oynadım ancak kolayca kazanabileceğim maçı üçüncü sette 6-4’le kaybettim. Geçmişte beni evire çevire yenen Andy Roddick karşısında da kazanmayı başarmıştım.

2011 daha da iyiydi. Fransa Açık ve Wimbledon’da en iyi sonuçlarımı almıştım. En yakın arkadaşlarımdan Andy’yi geçerek Amerika’nın 1 numarası oldum. Belki de en havalısı artık resmi bir ilk 10 oyuncusu olmamdı. 2012 başladığında 8 numaradaydım ve işler yolunda gidiyordu. Son yıllarda kendimi neredeyse yoktan var etmiş ve başka biri olmuştum. Artık elit seviyeye aittim.

Mardy Fish bir dönem kupalardan uzakta değildi. (Foto: Getty Images Turkey)
Mardy Fish bir dönem kupalardan uzakta değildi. 

Bu tam da endişe nöbetlerinin başladığı sıraydı. Bu ataklar, sebebi öyle kolay bulunabilir şeyler değildi. Hangi etkinin tepkisi olduğunu bilmiyordum ancak aklıma birkaç şey geliyordu.

İlki, sıralamam ile birlikte hem içeride hem de dışarıda değişen beklentilerimdi. Geçmişe bakmak öyle çok sağlıklı bir şey değildir. Sıralamada önümde 20 kişi varken yaşadığım tatminsizlik bana ilerlememde çok yardımcı olmuştu ancak 8. sıradayken bunu yaşamak çok stresli ve tüketiciydi.

Yetersiz olduğum fikri, beni çoğu oyuncunun kariyerinin düşüşe geçtiği yaşlarda baştan yaratmıştı. Ancak açtığım bu şalteri kapatmak kolay değildi. Gerçekçi olmak gerekirse iyi gidiyordum. Keşke geriye dönüp o dönemde bunu kendime söyleme şansım olsaydı. O dönem iyi olmakla değil, hep daha iyi olmakla ilgilendim. Bu iki ucu keskin bir bıçaktı.

İkincisi tahminimse kalbimdeki ritim bozukluğuydu. Bu basitçe, kalbi çaılştıran enerji kaynağının aksayarak çalışmasıydı. Kalbim bazen kontrol edilemeyecek seviyelerde atıyordu ve beni korkutuyordu. Biraz ara verdim ve bir operasyon geçirdim. Görünürde herşey yolunda gibiydi.

Sonra döndüm. O yaz Wimbledon döneminde işler tuhaflaşmaya başlamıştı. Kafamda yeni ve rahatsız edici düşünceler dolaşıyordu. Sürekli kötü bir şeylerin olacağına dair bir endişe… Belki olmuyorlardı ancak kaygım devam ediyordu. Bu düşüncelerin gölgesiyse bir travma demekti.

Uyumakta zorluk çekiyordum ve yalnız uyuyamıyordum. Eşim hep benle olmalıydı. Odamda bile tek başıma kalamıyordum. Geçmişte yalnız kalmayı severdim. Yalnız seyahatler bile yapardım. Hatta bazen telefonumu kapatıp uzaklara kaçma fikri bana huzur verirdi. Artık bu mümkün değildi. Çevremde hep birilerine ihtiyacım vardı. Annem ve babam Wimbledon’da bana eşlik ediyordu.

Hepsinden kötüsü nöbetler sürüyordu. Bu yorucu ve bitmek bilmeyen korku beni tüketiyordu.

İlginç şekilde kort üzerinde bir sorun yoktu. Wimbledon’da dördüncü tur, Kanada ve Cincinnati’de çeyrek finaller gördüm. Hâlâ iyi oynuyordum.

Yaşadığım, sadece kort dışında kendini gösteren bir problemdi. Bu düşünceler artık çok sıklaşmaya başlamıştı. Önce günde iki kez, sonra daha fazla ve daha kötüye… Yaz sonuna doğru her 10-15 dakika görülüyorlardı. Bunlar kaygılı ve yorucu zihin hücumlarıydı. İnternet üzerinden sürekli bu rahatsızlıkları araştırıyordum ancak ne olduğu konusunda bir fikir sahibi değildim. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

“En azından” diyordum kendime, “kortta olmuyor.”

Gilles Simon maçı, Fish'in kortlarda yaşadığı ilk ve tek endişe nöbeti oldu. (Foto: AP Images Turkey)
Gilles Simon maçı, Fish’in kortlarda yaşadığı ilk ve tek endişe nöbeti oldu. (AP Images Turkey)

Ve derken, oldu.

2012 Amerika Açık’ın üçüncü turunda Gilles Simon karşısında bir gece maçı oynayacaktım. Sıralaması benden yüksekti ancak ben de sırlamadaki yerimden çok daha iyi oynuyordum. Maçı kazanma konusundaki şansıma güveniyordum.

O maç, olmak için harika bir yerdi. Amerika Açık’ta gece maçları hep en iyi ikililere ve favorilere ayrılır. Bunlar insanların izlemek istediği oyunculardır ve ben onlardan biriydim. Artık yıllarca dışarıdan baktığım şeyin içindeydim. Bu kimsenin maçı değildi. Bir Amerika Açık gecesinde, bir ‘Mardy Fish maçı’ydı.

Özel olduğu kadar da stresliydi. Sürekli gidip gelen, duygusal bir maçtı. Rahat değildim. Yumruğumu sıkıyor, raketimi fırlatıyor ve kaygılanıyordum. Bu duygunun esiri olmuştum.

O anda olan şeyi asla unutamayacağım. Tenis kortunda yaşadığım ilk ve tek endişe atağı.

Setlerde 2-1 öndeydim ve dördüncü sette durum 3-2’ydi. O esnada gözüm 1.15’i gösteren saate takıldı. Bu nedense yeterli oldu.

Tetiklenmişti işte.

Zihnim düşüncelerle bulutlanmaya başlamıştı. “1.15. Tanrım çok geç. Yarın berbat hissedeceğim. Uzun bir maç, sonra basın toplantısı, masaj, yemek ve bunlardan çok mutsuzum…”

Bu karmaşa, kontrol edemeyeceğim noktaya gelmişti. Kortta neler olacağını ise bilmiyordum. Hiçbir şey hatırlamıyorum, bir fikrim yok. Nasıl olduysa son üç oyunu, seti ve maçı kazanıyordum. Hafızamda ise tek bir kare yok.

Tek hatırladığım maç sonrası yakın arkadaşım Justin Gimelstob’a verdiğim röportaj. Ona çok acelem olduğunu söylemiştim. “Lütfen çabuk ol.” Neden bahsettiğim konusunda bir fikri yoktu ama konuşmaya devam ediyordum, “Lütfen çabuk, lütfen…” Gitmeliydim, korttan dışarı çıkmak zorundaydım.

Bir kez kortta olduğu an, yeniden hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım.

İki gün sonra yeniden geldi.

Arabadaydım ve Roger karşısındaki dördüncü tur maçıma doğru gidiyordum. Zihnim korkuyla kaplıydı. Acaba yeniden olacak mıydı? Yeniden binlerce insanın önünde bir endişe nöbeti geçirecek miydim? İşimi yapmaya çalışırken de gelecek miydi?

Aklıma gelmekte olan sorular gitmek ve durmak bilmiyorlardı. Sadece geliyor, geliyor ve geliyorlardı. Çok kötü bir hâldeydim.

Sonra eşim bana baktı ve kendi kendini tekrarladı: Oynamak zorunda değilsin. Oynamak zorunda değilsin. Oynama.

Ve dinliyordum… aslında dinlemiyordum. Düşünüyordum. “Hayal edebiliyor musun? Bu maça çıkmadığını hayal edebiliyor musun?” Kafamı bu düşüncelerden arındıramıyordum. O dakiklarda aklıma takılan herhangi bir düşünceden kurtulmam mümkün değildi.

Sonra onu duydum. “Oynamak zorunda değilsin. Oynamak zorunda değilsin. Oynama.” Bu bir anda kafama yattı. Bunu çok canlı ve güçlü bir şekilde hatırlıyorum. “Tanrım” dedim, “Bunu… Bunu yapmayacaktım. Oraya çıkıp, 22 bin kişinin önünde kaygılanmayacaktım. Roger ile oynamıyorum.”

“Oynamıyorum.”

Oynamadım.

Önce Roger ile oynamadım. Sonra bir daha oynamadım.

Tam üç yıl sonra yeniden Amerika Açık’a dönüyorum. Hâlâ en üst seviyede oynayabileceğimi düşünerek. Bu son turnuvam olacak ve hemen ardından tenisi bırakacağım.

Bu ilham verici bir spor filmi değil ve sonu da öyle bitmeyecek. Elimde bir kupa ile gün batımını izlemeyeceğim. Turnuvayı kazanamayacağım.

Ama bununla bir sorunum yok çünkü bu bir spor hikayesi değil. Bunun sporla hiçbir alakası yok. İkinci bölümde ‘dibe vurmak’, üçüncü bölümde ise ‘galibiyet’ yok.

Bu gerçek bir hayat öyküsü.

Bu, bir psikolojik problemin işimi benden alışının öyküsü. Nasıl olduysa üç yıl sonra yeniden o işi yapıyorum. Ve iyi yapıyorum. Amerika Açık oynayacağım.

Bu, doğru yaklaşım ve tedaviyle, psikolojik rahatsızlıkların bizden götürdüklerini geri almanın hikâyesi.

Milyonlarca insan, her yıl psikolojik sorunlara bağlı problemlerle mücadele ediyor. Bunu kabul etme ve bununla yaşama yolculuğu ise uzun. Rahatsızlık daimi ve daha kötüsü yaşamı tehdit edebilecek boyutta olabiliyor.

Artık yeni bir hayat zamanı... (Foto: AP Images Turkey)
Artık yeni bir hayat zamanı… (AP Images Turkey)

Ve bu konuda yardım etmek istiyorum.

Bir başarı hikâyesi olmak istiyorum ama kendi yolumda. Ve bence tam da istediğim şekilde, en sevdiğim turnuvada emekli olmak bunu yapmanın bir yolu.

Bunun üzerine sürekli konuşmaya devam etmek de bunun bir parçası. Zihinsel sorunlar, sporda konuşulması kolay şeyler değil. O kadar ‘maskülen’ de durmuyor. Zihinsel olarak ‘sağlam’ olmak için eğitiliyoruz ve zayıflık göstermek bir utanç kaynağı olarak görülüyor.

Ben zayıflığımı göstermek için buradayım ve utanmıyorum.

Tabii bunu yazmamın başka sebepleri de var. Bunu tüm insanlara, zayıflığın normal birşey olduğunu söylemek için yazıyorum.

Ve tüm güç de bununla birlikte gelmeye başlıyor.

Hastalığınızı teşhis etmek güçtür. Hakkında konuşmak ayrı güçtür. Yardım, bilgi ve tedavi aramak yine bir güçtür.

Kariyerinizin en önemli maçı öncesi, sağlık durumunuzu öncelik haline getirip, “Oynamak zorunda değilsin. Oynamak zorunda değilsin. Oynama” diyebilmek…

Evet, bu da güçtür.

Artık sırada ne var emin değilim. 33 yaşındayım ve hiçbir şeyi tenis oynamak kadar iyi yapamayacağımı biliyorum ama bununla bir sorunum yok.

Hâlâ anksiyete ile mücadele ediyorum, hâlâ sürekli olarak ilaç kullanıyorum. Hâlâ gün içerisinde atakların aklıma geldiği oluyor. Bazı geceler yatağıma gittiğimde düşünüyorum: “Hey, bugün olmadı işte.” Bu demek oluyor ki harika bir gün geçirmişim.

Bunlar birer zafer. En azından benim için.

Ancak psikolojik bozukluklarda kazanılacak bir turnuva falan yok. Çeyrek final, yarı final veya final yok. Bu yazıyı bir spor metaforu ile bitirmeyeceğim.

Çünkü spor, bir skor ile biter. Hayat ise devam eder.

Umuyorum ki benim hayatım henüz başlamıştır.

*Mardy Fish, bu yazıyı bir skorla bitirmek istemese de bu seneki Amerika Açık’ın kendi açısından bir spor filmi gibi bitmeyeceğini de biliyordu. Amerikalı tenisçi, ikinci turda karşılaştığı Feliciano Lopez’e beş sette yenilerek turnuvaya veda etti.

Çeviri: Aras Yetiş (@arasyetis)

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce