Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BasketbolRöportajElma Ağacı

Saso Filipovski, koçluk kariyerinde bazen kazandı, bazen kaybetti ama mirası yetiştirdiği oyuncular oldu.

Koç, Ljubljana’dan bir arkadaşımın isteğini yerine getirerek başlamak istiyorum. Arkadaşımın anlattığına göre, antrenörlük kariyerinizin ilk günlerinde sizi alkolik sananlar olmuş. Zira, Zmago Sagadin’le beyaz tahta karşısında geçen saatler yüzünden…

Üzerimize alkol kokusu sinerdi. Doğru. Aslına bakarsanız daima odayı havalandırmaya çalışırdık. Bugünkü gibi modern tahta kalemlerimiz yoktu. Leş gibi kokardı ortalık. Cam aç, kapıyı arala… Yeterli olmamış demek.

Öte yandan Zmago, bir beyaz tahta aşığıydı. Karşısına geçip setler çizmeyi, sonra silip tekrar çizmeyi ve ardından “Hadi Saso, sıra sende” demeyi çok severdi. Aşağı yukarı bütün rakip analizini beyaz tahta karşısında yapardık. Savunmanın nasıl olacağı, hücum yerleşimi, rakibin zayıf yönleri… Hepsi yazardı tahtada. Aşırı detaycı, planlı ve talepkâr biriydi. Bazı günler sabah okula gider, sonra antrenman için salona gelir ve ardından eve gitmeye hazırlanırken VHS kasetlerin başına otururdum. Birlikte çalışması belki zordu ama çok şey öğrendim Sagadin’den.

Okul demişken, Melania Trump gibi başarılı mezunlar çıkarmış Ljubljana Üniversitesi’ndeki döneminiz nasıldı? Spor fakültesi, profesör Aleksandar Nikolic’le özdeşleşen Belgrad’a benzer miydi mesela?

Tabii… Ljubljana’da, aynı Belgrad gibi antrenörlük eğitimi var. O bahsettiğim dönem, mezuniyetimin hemen sonrası. 90’ların ikinci yarısında bir süre asistan olarak okulda kaldım. Devam eden süreçte hem üniversitede ders verdim hem de Union Olimpija’da Sagadin’in yardımcılığını üstlendim. Tahmin edebileceğiniz gibi, ikisini bir arada götürmek imkânsızdı.

Bir ara kızlarla da çalıştım, Sagadin’in yardımcısı olmadan hemen önce. Ljubljana’nın biraz kuzeyinde bulunan Jezica (Filipovski, ilkokul ve lise eğitimi esnasında KK Jezica’nın altyapısında basketbol oynuyor. Jezica da profesyonel olamayacağını anlayınca ilk antrenörlük denemelerini yaptığı yer. Zaman içinde buradan Lorbek Kardeşler ve Uros Slokar gibi oyuncular da çıkmış) bana şans vermişti. Kısa süreliğine kadın basketbolu, ardından erkek takımı ve sonrası malum….

1996’da Union Olimpija’nın kapısından girdiniz… 

Yedi sene boyunca Sagadin’in yardımcılığını yaptım. Ariel McDonald, Marko Milic, Vladimir Stepania ve Radoslav Nesterovic gibi oyuncularla 1997’de Roma’da Final Four oynadık. 2000 ve 2001’de üst üste iki yıl Euroleague’de son sekiz gördük. 2001’deki Kinder serisini düşündükçe hâlâ canım yanar.

Marko Jaric’in tam düşerken verdiği pas, değil mi?

Kahretsin. Bak, sezonun o periyodunda Kinder 30 küsur maçlık galibiyet serisine sahipti. Ligde sürekli kazanıyorlardı, Euroleague’de de grubun ilk maçından itibaren hiç kaybetmemişlerdi. Bizim takımı da 19 yaşındaki Sani Becirovic sürüklüyor o zamanlar. Serinin ilk maçı, Bologna’da, son bölüme önde giriyoruz. Manu Ginobili topu aldı, içeri penetre etti… Uzatmaya götürdü. Uzatmada yine öne geçtik. Bitime çok az var…

“JARIC, JARIC, JARIC!” diye bağırıyoruz kenardan. Bizim takım da iyi yerleşmiş. Marko kaydı, tam dengesini kaybederken köşedeki Ginobili’yi buldu. Üçlüğü yedik, bir sayıyla kaybettik. Kazansak, Kinder’in tarihi serisi bitecek. Olmadı. Hatta bir hafta sonra Tivoli’de oynadığımız maçta da son bir dakikaya 70-70 mi, 75-75 mi ne eşit girmiştik. Manu kaldırdı attı. Yine kaybettik. Primoz (Brezec) iki ya da üç serbest atış kaçırmıştı son bölümde. Elimizden kaçan Kinder Bologna, kupaya kadar gitti o yıl.

2002’de ‘Evropska Zvezda’ projesi (Kızılyıldız’da yeni yönetim, dönemin Demokrat Partisi’yle yakın ilişkiler içine girmiş ve kulübü eski günlerine geri döndürmek için böyle bir fikir ortaya atmıştı) Zmago Sagadin’i Belgrad’a sürükledi. Siz de Tomo Mahoric’in bir yıl yardımcılığını yapıp…

28 yaşında, bir Eurolegue takımının koçu oldum. Acayip bir duyguydu. Bütçemiz 850 bin dolardı ve daha ilk sezonda TOP 16’ya kalmıştık. Her iki yılda da ligi kazandık. Ertesi sezon koç Sagadin kulübe geri döndü, ben de yeniden yardımcısı oldum. Slovenya’da yine şampiyonluğa ulaştık ama Euroleague’de fazla ilerleyemedik. Zmago sezon sonunda ayrıldı, ben de Polonya’ya, Turow’a gittim…

Sagadin sizin için, “Olimpija’nın çürümüş, b.ktan yapısının kurbanı oldu. Hem de sadece bir değil, iki kez” diyor. Neden ki?

Oyuncular sürekli gelip gidiyor. Koçlar çoğu zaman sezonu tamamlayamıyor. Fakat bazı insanlar aynı koltukta oturmaya devam ediyor. Aleksandar Dzikic sezonu bitiremedi; Memi Becirovic 10 ayda kovuldu; Jure Zdovc, Miro Alilovic ve Gasper Okorn iki kez gidip geldi; ben yine öyle… Hepimiz mi suçluyduk? Pek sanmıyorum. Takımda ilk kez benim süre verdiğim oyuncular; Jaka Blazic, Kremen Prepelic, Aron Baynes ve Emir Sulejmanovic’in satışlarından 1 milyon Euro para kazandı Olimpija. Görevimi yaptım. Kendi gerçekliğini uzun yıllar önce kaybeden bu kulüpte 12 yılım geçti. Günah keçisi olmaya niyetim yok artık. Koltuğa yapışan yöneticilerle Olimpija’da hiçbir şey değişmeyecek. Profesyonellerin işlerini yapmalarına izin verilmeli.

Banvit tercihinizde, böyle bir yapı arayışı etkili miydi? Dimitris Itoudis, Bandırma’da geçirdiği bir yılı anlatırken kulübün vizyonuna vurgu yaparak “Bir antrenörün bulabileceği en rahat ortamlardan biri” demişti. Hatırladığım kadarıyla yaz döneminde ALBA Berlin de sizinle ilgileniyordu…

ALBA koçluğu için adaylardan biriydim. Biliyorsunuz, antrenör arayan takımların önünde en az beş farklı isim olur. Olaylar farklı yönde gelişti; ben, onları reddeden kişi olmadım, ALBA da çıkıp “Hey Saso, seni istemiyoruz” demedi. Başka fırsatlar çıktı. Ben, yaz döneminde Gora’dan ayrılmaya karar verdiğimde kafama şunu koymuştum: Yeni kulübüm maddi krizde olmayacaktı. 20 yıllık kariyerimde ilk kez bu ayrıcalığa kavuşmak istiyordum.

Yanlış anlamayın, zengin bir kulüp değil; maaşları aşağı yukarı zamanında ödeyen, sezon başında söylediği bütçeyle yıl boyunca devam eden bir takımdı aklımdaki. Banvit, neye ihtiyacım varsa, her şeyi bana sundu. Baklava, kadayıf, salep…

Ben gelirken Mateusz Ponitka’yı da getirmenizi bekliyordum…

CSKA’yla görüşüyordu. Bir ara NBA’i yokladı. Hiçbiri olmadı. Yoksa çok istedim, yalan yok. Hayranıyım. Takımı için her şeyi yapar. Savaşçı, olgun. Bir koç zaten daha ne bekleyebilir ki? Nenad Markovic (Pınar Karşıyaka koçu) çok şanslı, tadını çıkarsın.

Ben buraya gelmeden önce, Banvit’te görev yapmış koçlardan ve Gasper’den (Vidmar) bilgi almıştım. Sahiden de söyledikleri gibiymiş; herkes çok profesyonel. Temmuz’da tüm transferleri bitirdik, kadroyu kurduk. Mateusz’un durumu belli olduğunda, yanlış hatırlamıyorsam Ağustos ayının ilk haftası geride kalmıştı. O da Pınar Karşıyaka’ya gitti.

Sizi ne motive ediyor?

En iyilere karşı oynamak. En iyilerden bir şeyler öğrenmek. Bu yüzden Türkiye’deyim. Zeljko Obradovic; zirve, en iyisi. Koçluğu ve kişiliği birinci sınıf. David Blatt daha farklı bir basketbol okulunu temsil ediyor ama o da başka bir dehâ; maç içi şemaları, bire bir oyunu, temposu… Velimir Perasovic harika bir oyuncuydu ve şu anda da harika bir koç. Ergin Ataman bu zor oyunu en üst seviyede sadeleştirebiliyor. Benim yardımcı antrenörlük dönemimde; Harun Erdenay, İbrahim Kutluay, Hüseyin Beşok çok karakterli oyuncular, Aydın Örs de büyük bir koçtu. Ufuk Sarıca, Orhun Ene, Nihat İziç… Bu liste daha uzayıp gider. Avrupa’nın en iyi liginde, en iyilere karşı mücadele veriyorum. Türkiye Kupası zaferi… Rüya gibi.

Koç, Gasper Vidmar’ın son dört sezondur ligde tutturduğu serbest atış isabet oranlarını sırasıyla okuyorum: yüzde 46, 45, 43, 40… Her sene, bir öncekinden daha kötü. Sorun ne sizce?

Gasper karıncayı bile ezmekten korkar. Çok kibar, çok centilmen biri. Problem de sanırım bu. King Kong’un vücuduna sahip ama bir o kadar da kırılgan. Bazen kendine çok kızıyor ve kaçırmaya başlayınca da gerisi geliyor. Kalbi kocaman. Orada herkese, her başarıya ya da hayal kırıklığına yer var…

Sanırım Jordan Theodore’u konuşmamız gereken yere geldik…

Jordan, 20 yıllık koçluk kariyerimde beni yaz döneminde arayıp “Koç lütfen benim eksiklerimi söyle, nelere çalışayım?” diyen ilk ABD’li oyuncu. Biliyorsunuz, onlar genellikle kontrata imza attıktan sonra ortadan kaybolur ve hazırlık kampının ikinci haftasında falan takıma katılır. “Ev problemlerim vardı, yeni ayarlayabildim koç” derler. Bu çocuk, sözleşmeyi imzalamış olmasına karşın, yazın gidermesi gereken eksikleri sordu. Hazırlık kampına iki hafta geç değil, erkenden katıldı. Ne istediğini biliyor. Lider. Takımımda olduğu için çok şanslıyım.

Sosyal medya kullanımı hakkındaki yorumunuz ne olur? @CasanovaIsReal iyi yönetilen bir hesap mı?

Ona çok takılıyorum. “Hey Kardashian!” diye seslenirim arada. Çünkü bu hızda tweet atacaksa, Kardashian soyadını kaçırmaması lazım. Büyük avantaj olur onun için. Benim adıma bir problem zaten yok. Jordan eğlenmeyi seviyor ve aynı zamanda komik bir çocuk. Bazen, yaptığı espriler anlaşılmıyor. Feribot şakası, “Artık bu seyahatlerden bıktım” demesi de onlardan biriydi mesela. Osman Gazi Köprüsü’yle alakalı yorumunu da en kısa sürede alacağım.

Yine Tolga Geçim için bir benzetmeniz vardı…

Tarkan? O saç kesimi ve tarzıyla Tolga, tam bir pop star. “Eğer antrenmanda iyi çalışmazsan sana gitar alacağım” diyorum hep. Gerçi şimdiye kadarki çalışkanlığıyla Tarkan’dan çok Dejan Bodiroga’yla karşılaştırılmayı hak ediyor. Ayrıca pas yeteneği, görüşü, oyun bilgisi, zekâsı… Hepsi üst düzey. Biraz güçlenebilirse çok daha iyi hâle gelecek. Yaşadığı sırt sakatlığının etkilerini tamamen attı ve şu sıralar kondisyonerimiz Ertan’la birlikte ağırlık idmanları yapıyor.

Psikolojiyle yakından ilgilendiğinizi biliyorum. Oyuncularla bire bir görüşmeleri ne sıklıkta yapıyorsunuz?

Her gün. Her bireyin ilgiye ihtiyacı vardır. Oyuncularımın koyunlar gibi birbirlerini takip etmelerini, başkalarının uydusu olmalarını istemem. Kendilerini tanımalı, korkularını bilmeliler. Böylece her biri lider olabilir. Sabah antrenmanı, ağırlık idmanı, ısınma, yemek, maç, ev… Bu döngüde giderek; sadece kasları çalıştırıp nadasa bırakılan beyinle devam etmek bana göre değil. Oyuncularım, antrenmandan antrenmana ‘efendilerini’ arayan insanlar olmamalı.

Ben okulda psikoloji master’ı yaptım. Kuramlar üzerine konuşmaktansa her daim uygulamalı bilimleri tercih ederim. Türkiye’de şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla ailenin etkisi çok büyük. Birey olma bilinci ise pek yüksek değil. Bu konuya, oyuncularımın kendilerini keşfetmeleri üzerine çalışıyorum. Herkes bunu yapabilir.

Emir Preldzic bile mi? Bandırma’daki durgun yaşam, Sloven bir koç, periyodik oyuncu-antrenör görüşmeleri… Yürümez mi?

Az önce söylediklerimin negatif versiyonunu da düşünelim. Bazı insanların da en büyük düşmanı kendisidir. Bir katırdan yarış atı yaratılmaz. Ailesiyle büyük problemleri olan, kötü alışkanlıklara sahip, inatçı oyuncular zordur. Ben de takımıma kimi aldığıma çok dikkat ederim; bir kötü karar, kansere dönüşebilir. Her şey yok olabilir. Emir, benim çok genç yaşlardan itibaren bildiğim bir oyuncu. Fena da bir kariyeri olmadı. En üst seviyede kendini test etti. Slovan gibi küçük bir kulüpten çıkıp büyük adımlar attı. Umuyorum kariyerinin kapanışı da istediği gibi olur. Her şey onun ellerinde.

Ettore Messina, kişisel gelişim için takımına kitap dağıtırmış. Ya siz?

Stanford’dan Carol S. Dweck’in kitabını bazı oyuncularım için sipariş ettim. Mindset: The New Psychology of Success, düşünce biçiminin zamanla değiştirilebileceğine inanıyor. Yani yine, biraz farkındalık yaratmakla alakalı. Basketboldaki gibi. Oyuncunun kendine güvenerek oynayabilmesi için, hata yapmayı göze alması gerek. Korkularını, hayal kırıklıklarını ancak böyle üzerinden atabilir. Karar mekanizması başka nasıl gelişebilir ki?

Eckhart Thole, Gregg Braden, Wayne Dyer, Deepak Chopra… Hepsini okuyorum. Kuantumla ilgilenmeye çalışıyorum. Carl Gustav Jung, Isaac Newton, Albert Einstein; bu üç adamdan sadece fizik değil, yaşama dair de çok şey öğrendim. Dalai Lama’yı, Osho’yu yıllarca araştırdım. Spiritüel biriyim ama bugünlerde okumalarım, genellikle sosyoloji, psikoloji üzerine.

Slavoj Zizek?

Martin Kojc. Yetmişlerin sonunda hayatını kaybetti. The Textbook of Life harika bir kitaptır. Zizek pek ilgimi çekmez.

“Spiritüel biriyim” cümlesini biraz daha açar mısınız? Ljubljana’da falcınız olduğunu söyleyenler var…

Babam, Parkinson hastasıydı. Hem kendime hem de aileme yardım etmek istedim. Gittiğim kişiler, bioenerji kullanan terapistlerdi. Kayroprakti diyebiliriz. Alternatif tıp. Sayısız kez mucizevi olaylara tanıklık ettim. Brezilya’da, Abadiania’da John of God adında birisi var. “Tekerlekli sandalyeyle girdi, yürüyerek çıktı” efsanesini orada, gözlerimle gördüm. Sevgi ve inançla, imkânsız denilebilecek şeyler düzelebiliyor. Bitmeyen krizler bazen bitebiliyor. Mesela bu John of God’ı ziyaret edenler arasında Oprah Winfrey ve Dalai Lama var. Ancak bence en önemli referans noktası, Wayne Dyer. Kan kanseriyken bioenerji yardımıyla iyileşti. Çok ilham verici bir hikâye.

Farkındalık kavramından bahsettik. Bogdan Tanjevic, Dusko Vujosevic ve Zmago Sagadin… Efsane statüsündeki üç koç ve üçü de Saso Filipovski’yle çalışmak istedi. Neden olabilir?

Galiba iyi bir öğrenciyim. Bir düşünelim… Ne öğrendim?

Sagadin: Disiplin, metodik çalışma.

Vujosevic: Detaylarda kaybolmama.

Tanjevic: Aşk, oyun sevgisi.

Boşa Tanjevic bugün 70 yaşında. Kenarda hâlâ kimse onun gibi sağa-sola kaymıyor, stance durmuyor. Evet, bu bir sır değil, kısa oyun kurucuları hiçbir zaman sevmedi. Roma’da purosunu içip kenardan antrenmanı seyrederken (2011 yılında Tanjevic, Virtus Roma’nın genel menajeriyken Saso Filipovski’yi takımın başına getirmişti) sinirli bir şekilde sahaya girer ve “Herkesten daha aşağıdayım. Nasıl oyunu görüp de pas verebilirim?” derdi. Ona göre, yetenekli uzun oyuncular kısalardan daha iyi pas açılarına ve opsiyonlara sahiplerdi ve aynı zamanda savunmada daha çok yer kapladıklarından, müdahale şansları daha fazlaydı. Boşa, buydu ve Bodiroga-Fucka üzerinden saatlerce hikâyeler anlatabilirdi. Çünkü onlarla basketbol dışı bir bağı da vardı. O yüzden, şunu iyi anlamak lazım: Aptal oyuncular; Obradovic, Tanjevic, Messina ve Vujosevic gibi adamların kadrolarında barınamaz. Belki ilk başta şöyle bir-iki görünürler ama devamlılıklarının olması mümkün değil. Bu tür koçların tercih şansı olduğunda, ahmaklar takımdan hemen postalanır. Bir oyuncu, bu koçlarla çalışmak istiyorsa, antrenman çıkışlarında çekeceği ekstra baş ağrısını şimdiden düşünmeli. Basketbola kafa patlatmalı.

Dusko Vujosevic’in CSKA projesi neden başarısız oldu?

Herkesin gerçeği farklı. Hâlâ üzgünüm. CSKA, kupalar kazanıp başarıya doyduktan sonra bir değişim sezonu istedi. Alexey Shved, Andrey Vorontsevich, Artem Zabelin, Boban Marjanovic gibi genç oyunculara süre vermeyi ve işin başında da tüm kıtada bu işin piri Dusko Vujosevic’in olmasını planladılar. Üç yıllık bir projeydi. ‘Yumuşak geçiş’ için JR Holden, Trajan Langdon ve Ramunas Siskauskas gibi oyuncuların bize yarar sağlayacağını düşünüyorduk. Yanıldık.

Holden’ın kalbinde problem, Siskauskas’ta fıtık çıktı. Matjaz Smodis, bel ve diz sakatlığı geçirdi. Sasha Kaun, diz ameliyatı oldu. Viktor Khryapa, ayak bileğinden operasyon geçirdi. Genç oyuncuların hiçbiri baskıya dayanamadı. Onlara, “Kaybetmenin de ileride kazanılacak başarının bir parçası” olduğunu öğretmeye çalıştık. Ancak CSKA, bunun için doğru yer değildi. Hiçbir zaman, bir sporcuyu hem kazanarak hem de kaybederek büyüten bir kulüp olmadılar. Sadece kazanmak istediler. Daha ilk maçta içeride Milano’ya yenilince, yönetim Dule’nin üzerine çullandı. Baskıya dayanamadık. Sezon başlayalı daha iki ay geçmişken bıraktık.

Basında yazıldığı gibi, “Dule’nin yabancı dil bariyeri” değildi problem. Yabancı dil konusunda sadece ben sorun yaşıyordum; çünkü Vujosevic, büyük Sırp filozoflardan alıntı yapmayı çok severdi. Favori alıntısı, “Parayla da bir şey olmaz, parasız da” diye çevirebileceğim bir cümleydi. Şiirsel konuşmaya başladığında her defasında bana bakar, “AJDE, TRANSLATE THIS TO PLAYERS SASO” (Haydi, bunu oyunculara tercüme et Saso) derdi. Nasıl edeyim ya? Bazı şeyler çevrilemez işte. Dule’nin şairane cümleleri de çevrildiğinde çok komik oluyordu. “Kazanmak zordur, kaybetmemek lazım” gibi şeyler çıkabiliyordu ortaya. Ben tabii onları biraz süzgeçten geçiriyordum. Herkesin çevirisi kendine…

Bakın işte, ne oldu o oyunculara? Holden, Siskauskas, Langdon, hepsi sezon sonunda bıraktı. Olan bize oldu. Elma Ağacı’nı kestiler.

Neydi ki o?

Elma Ağacı. Benim için hayattaki en büyük mutluluk kaynağı. Bir oyuncumun; bugün, dünden daha iyi durumda olduğunu görmek. Mantığı çok basit: Tarlaya gidip attığın çekirdeğin hemen Elma Ağacı’na dönüşmesini bekler misin? Hayır. Büyümesi vakit alır. Sevgi gerekir.

CSKA, ağaca baltayla girişip “Bana elma ver” dedi. Ama olmaz ki…

“McDonald & Saras”

Çalıştığım en iyi oyuncular, Union Olimpija döneminden Ariel McDonald ile Sarunas Jasikevicius. Oyunu okuma becerileri ve anlayışları başka sevideydi. Zeljko Obradovic de benimle aynı düşünüyor olacak ki yıllar boyunca Panathinaikos takımlarını ikisine teslim etti. Sani Becirovic, sakatlık geçirmeden önce inanılmaz bir oyuncuydu. Gigi Datome, Roma’daki ilk yıllarında benimleydi. Charles Smith de son sezonlarında…

“Doncic en doğrusunu yaptı”

Luka Doncic’in neredeyse bebekliğini bilirim. Arkadaşım Sasa (Doncic’in babası) çok iyi bir basketbolcuydu. Annesi Mirjam ise bir modern dansçı. Luka, harika genlere sahip. Union Olimpija’daki ikinci dönemimde altyapıya henüz girmişti. Real Madrid de 12 yaşında her şeyin farkına vardı. Luka’yı alıp Madrid’e götürdüler, kişisel gelişimiyle, eğitimiyle, her şeyiyle ilgilendiler. Real Madrid’de hep aynı altyapı antrenörleriyle çalıştı ve şimdi de Pablo Laso ona iyi bakıyor. Rudy Fernandez, Sergio Llull, Jonas Maciulis ve Felipe Reyes ona yardımcı oluyor. Onu izlerken gururlanıyorum.

Banvit neden başarılı?

2009’da Orhun Ene’yi göreve getiren Banvit, o tarihten beri ligde hiç ilk 5’in dışında kalmadı. Profesyonel yapısıyla Türkiye’deki birçok kulüpten ayrışan Bandırma ekibi; Dimitris Itoudis’le başlayan, Zoran Lukic’le devam eden yabancı koç tercihini bu yaz Saso Filipovski’yi getirerek sürdürdü.

Peki, Banvit için önemli olan ne? Neden Theodore? Filipovski nasıl geldi? Kulübün sportif direktörü Turgay Çataloluk ve genel menajer Turgay Zeytingöz anlatıyor…

Çataloluk: Keith Simmons, Sammy Meija, Chuck Davis, Lance Williams… Hep uzun süreli ilişkiler. Oyuncuların yanı sıra, koçlarda da buna dikkat etmeye çalışıyoruz. Başkanımız Özkan Kılıç ve biz istiyoruz ki, oyuncularımızla, koçlarımızla hep uzun vadeli çalışalım. Ailenin parçası olsunlar.

Zeytingöz: Geçen yıllara oranla bu sene bütçeyi biraz düşürmüştük. Saso’nun da Olimpija’da daha mütevazı şartlarda yaptıkları malum… Takip ettiğimiz bir koçtu.

Çataloluk: Biz, Turgay’la aramızda ligleri paylaşıyoruz. Sezon boyunca oyuncuları, takımları takip ediyoruz. 10 yıla yakın kulübümüze her kademede hizmet veren Selçuk Ernak ayrılınca, uzun yıllardır gözlemlediğimiz Saso Filipovski’yle temasa geçtik. Bu yıl da oyuncu bütçemiz 2.3 milyon dolar civarına geldi. Normalde 4.5-5 civarına oynuyorduk. Mesela Theodore transferi.. Turgay anlatsın.

Zeytingöz: Jordan’ın Frankfurt’tayken 20’ye yakın maçını izledim. Daha önce hep olgunluk, liderlik ve uyum konusunda soru işaretleri barındıran bir oyuncuydu. Almanya’da sınıf atladı. Ne olursa olsun, bir Avrupa Kupası kazandı. Saso da Polonya’da son iki yılın şampiyonu olarak geldi. Şimdi, bu kazanma kültürünü daha üst seviyede devam ettiriyorlar. Bunlara da önem vermeye gayret ediyoruz. Bandırma’da herkese rahat bir çalışma ortamı sunmak istiyoruz.

“Devre arası çıkan inekler, tavuklar harika”

Devre arası şovları gelenektir. Bandırma’da da ineklerin, tavukların dans ettiği, göbeklerini tokuşturdukları devre arası şovu çok eğlenceli. Herkes çok sevi yor. Bence de harika. Ayrıca kostüm içinde beyefendiyle karşılıklı dans eden hanımefendiyi de tanıyorum, çok iyi bir Banvit taraftarı. Umarım bu gelenek hep devam eder.

*Bu röportaj ilk Socrates‘in Nisan 2017 sayısında yayımlanmıştı. Bütün sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Umut Işığı

Umut Işığı

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce