“İnsanlar her an her yerde birbirlerine o kadar benziyor ki tarih bize artık yeni bir şey öğretmiyor. Tarihin en önemli görevi insan doğasının sabit ve evrensel ilkelerini keşfetmektir.” David Hume
Hollandalı yazar Rutger Bregman’ın Çoğu İnsan İyidir: Yeni Bir İnsanlık Tarihi kitabı geçenlerde elime geçti. Eserinde Bregman, son 200 bin yıla yeni bir tarihsel perspektiften bakarak insanın rekabetten ziyade işbirliğine yatkın olduğunu; aslında birbirimize güvenme içgüdümüzün Homo Sapiens’in ilk çıktığı zamanlara kadar uzandığını savunuyor. Machiavelli’den Hobbes’a birçok düşünür insanların temelde kötü olduğunu söylerken, Bregman “İnsanların iyi olduğunu varsaymak hem gerçekçi hem de devrimci bir eylemdir” diyerek yola koyuluyor. “Eğer birbirimize gerçekten güvenebilirsek, daha gerçekçi, umutlu bir insan doğası görüşüne geçme cesaretine sahipsek, o zaman farklı türde bir topluma da geçebiliriz” diye de ekliyor. Tarih bu kadar insanlık dramına sahne olmuşken bu yaklaşım hayalperestlik gibi gelebilir ama Bregman da tarih boyunca kanıksanmış, son zamanlarda da iyice zihnimize işleyen bu kötülük anlatısını insan öyküleri eşliğinde tersyüz ediyor.
“Ne olacak bu dünyanın hali pürmelali?” diye sürüklendiğimiz bugünlerde 2020 Tokyo’dan bazı öyküler Bregman’ın anlattıklarına benziyordu. Farklı coğrafyalardan insanların bir araya gelebilmeleri her seferinde bir şekilde -üstelik bu kez pandemi gölgesinde – iyi hissettirebiliyor. Bambaşka spor dallarında izlediğimiz binlerce sporcunun perde arkasındaki hikâyelerini öğrendikçe de insanlığa dair umutlar pekişiyor. Mülteci Olimpiyat Takımı, Anna Kiesenhofer, Allyson Felix, Rebecca Andrade, Sunisa Lee, Tom Daley, Lotte Miller ve Claire Michel, Hidilyn Diaz, Hakan Reçber derken bu gerçek hayat deneyim listesi uzayıp gidiyor. Bugünlerde devam eden Paralimpik Oyunlar zaten ilham verici bir organizasyon. Ama bir ay öncesine gidersek 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları’ndan kalan bir an var ki ondan biraz daha bahsetmek gerekebilir.
Can Korkmazoğlu: Baraj atlayışıyla devam edebiliriz. Barshim: İkimiz de altın alabilir miyiz? Korkmazoğlu: Mümkün, size bağlı bu yönde karar… Barshim, Tamberi’ye döner: Tarih yazıyoruz dostum! Şampiyonuz!
Daha önce olimpiyat ve dünya şampiyonalarında faul hesaplamalarına göre gümüş ve bronz madalyaların otomatik paylaşıldığı oldu. Ancak ilk defa iki atlet, altını paylaşmaya karar veriyordu. 1912 Stockholm’de ABD’li Jim Thorpe ile İsveçli Hugo Wieslander altını paylaştığından bu yana olimpik atletizm tarihinde bu yaşanmamıştı. Katarlı Mutaz Essa Barshim ile İtalyan Gianmarco Tamberi, 2.37 metreyi geçmişler ama 2.39’a takılmışlardı. Daha önceki haklarında hiç faul yapmamalarına istinaden aralarında anlaşıp altını alabiliyorlardı. Ya da ‘jump-off’ denen baraj atlayışına gidebilirlerdi. O anda başhakem Can Korkmazoğlu yanlarına geldi: “Baraj atlayışı şöyle: Berabere kaldıkları son yüksekliğin çizelgeye göre bir üstünde oluyor, gene 2.39’a koyacaktık. Birer atlayış yapıyorlar. Geçerlerse iki santim yükseltiyoruz, geçemezlerse iki santim düşürüyoruz. Her yükseklikte birer atlayış yapıyorlar. Biri geçer, diğeri geçemezse yarış bitiyor. Yanlarına bunu açıklamaya gittiğimde ikisi çoktan kucaklaşıyorlardı. ‘Bir dakika, baraj atlama kuralını doğru anlayıp anlamadığınızı bilmem lazım’ dedim. Barshim Tamberi’yi itip uzaklaştırdı ve ona ‘Bekle, bekle’ dedi.” Korkmazoğlu telefonda bana hikâyeyi anlatmaya devam ediyordu: “Barshim ‘İki altın alamaz mıyız?’ dedi. Mümkün, alabilirsiniz ama ikinizin de aynı anda atlamamaya karar vermesi gerekir falan diyeceğim ama ben mümkün dedikten sonra kucaklaşmalar başlamıştı bile. Ayrıca saat 21.50’de 100 metre erkekler finali vardı ve bizim yarış 21.46 gibi bitti. Dört dakika sonra da o yarışın tanıtımı için stadın ışıkları kapatılacaktı. Barshim ile Tamberi arasında baraj atlayışı olacaksa da 100 metre finalinden sonra yapmak zorunda kalacaktık.”
Barshim röportajında da Katarlı atlet o ânı şöyle anlatıyordu: “Hakeme ‘İkimiz de altın alabilir miyiz?’ diye sorduk, ‘Evet’ dedi ve bunu açıklamaya devam etti. Ne dediğini umursamadık bile. Birbirimize baktık ve kutlamaya başladık. Gerisini biliyorsunuz, tarihi bir andı.”
Tamberi’nin Barshim’e sarılmasıyla başlayan kutlamalar 100 metreyi kazanan oda arkadaşı Marcell Jacobs’a sarılmasına kadar uzamıştı. Tamberi yüzünün yarısı sakallı yarısı sakalsız ya da saçlarını beyaza boyayıp yarışmasıyla da bilinen eksantrik bir figürdü. Ama sırrı, son atlayışta piste koyduğu ve üzerinde ‘Tokyo 2021 Yolu’ yazan o alçıda gizliydi. Tamberi, 2016’da salon dünya şampiyonu olmuştu. 2016 Rio’dan önce Monako’da 2.39 ile en iyi atlayışını yaptı. 2.41’i denerken ayak bileğinden sakatlandı. Alçı o günlerden kalmaydı. Rio’yu kaçırmakla kalmadı, geri dönüşünde de işler eskisi gibi gitmedi. Büyük bir özgüven kaybı ve bunalım yaşıyordu. Ta ki Paris’te kötü geçen bir yarış sonrası Barshim, otel odasına gelip onu motive edene kadar. Barshim de 2019 Doha öncesinde benzer bir sakatlık yaşadı. Bu kez de Gimbo destek verdi. Javier Sotomayor’un 2.45’lik dünya rekoruna 2.43 ile en çok yaklaşan, Londra ve Rio’da gümüşler kazanan, iki dünya şampiyonluğu alan Barshim’in tek eksiği olimpiyat altınıydı. Şöyle anlatıyordu: “2010 Dünya Gençler Şampiyonası’ndan beri tanışıyoruz. Nelerin üstesinden geldiğimizi iyi biliyorum. Benzer sakatlıklardan kurtulabilmek adına maruz kaldığımız baskı büyüktü. Yeniden dünyanın zirvesinde mücadele edebilmek harika. Altını paylaşmamız da sporun ötesine geçen bir olay. Bu, insanlara verdiğimiz büyük bir mesaj.”
İyilik ve kötülük bazen grileşebilen kavramlar. Ancak dirayet, dayanışma ve insanlık daha berrak. Bregman’ın dediği gibi çoğu insan iyi midir, bilinmez. Ancak Tamberi ile Barshim’in 2017’de Paris’te bir otel odasındaki sohbetini 2021’de Tokyo’daki ortak kürsüye bağlayan süreç bize başka bir şeyler anlatıyor gibi.
Bu sayı; bize hayatın ve insanlığın iyi yanlarını gösterenler, sır perdelerini kaldıranlar için…