Daniel Friebe şanslı bir spor gazetecisi. Özellikle bisikletle ilgilenenler onu Eddy Merckx biyografisinden ya da ünlü dağlar üzerine yazdığı iki kitaptan tanıyor. Ama ‘hayalet yazar’ kariyeri de bir hâyli eğlenceli. Mark Cavendish’in iki otobiyografisinin altındaki gizli imza da Friebe’e ait. Bu kitaplardan ilki Boy Racer 2010’da çıkmıştı ve o sıralar Britanyalı bisikletçi henüz kariyerinin başındaydı. Yükseliş yeni başlıyordu. İkincisi At Speed ise 2013’te piyasaya sürüldü. İkisinin çıkış tarihleri arasında bir şeyler değişmişti. Mark Cavendish yetenekli, yeni kazanmaya başlayan bir isimden bisiklet tarihinin en büyük sprinterine dönüşmüştü.
Aradan geçen yıllarda değişen tek şey bu değildi. Cavendish hayatını Peta Todd ile birleştirmişti ve iki çocuk sahibi olmuştu. Fransa Bisiklet Turu tarihinin en çok etap kazanan sprinteri unvanının yanına 2011 Kopehag’da dünya şampiyonluğunu eklemişti. T-Mobile’da başlayan kariyeri, adı değişen ve HTC-Highroad olan takımda zirveye çıkmıştı. Ancak Bob Stapleton’ın rüya takımı kapanınca Cavendish’ten de bir şeyler eksildi. 2012’de Team Sky’a transfer oldu. Medyanın büyük heyecanla karşıladığı bu hamle kağıt üzerinde vaat ettiklerini yolda bulamadı. Herkesin Bradley Wiggins’in Fransa Bisiklet Turu zaferine odaklandığı bir ortamda Britanyalı sprinter ikinci plana atılmıştı. Bir sene kaldıktan sonra Etixx-Quick Step yolunu tuttu. Belçika takımında başarılı ama spektaküler olmayan üç yıl geçirdikten sonra bu sezon başında Dimension Data ile sözleşme imzaladı. Eski istikrarı kaybolmuştu. Hâlâ kazanıyordu ama onu izlerken bir şeylerin eskisi gibi olmadığını hissediyordunuz.
Sadece takım değiştirmesi değildi mesele. Daha büyük bir sorun daha vardı: Marcel Kittel’in yükselişi. Alman sprinter kısa süre içerisinde Cavendish’in karşısına dikilmiş, ‘dünyanın en iyisi’ apoletini ondan almıştı. Kittel uzun boyluydu ve muhteşem bir fiziği vardı. Saçları ve görünüşü de bu devasa fiziği tamamlıyor, birçokları için yeni ikon statüsüne yükseliyordu. Fiziksel olarak ondan daha kısa olan Cavendish’e nazaran pedala uyguladığı kuvvet çok fazlaydı ve Britanyalı rakibi ile başbaşa kaldığı anlarda genelde gülen taraf o oluyordu. Cavendish, bir türlü Kittel’i yenemiyordu.
Sorun neydi? Sadece takım değiştirme ya da Kittel’in çıkışı olamazdı. Değildi de.. Daniel Friebe bunu başka bir kelime açıklıyor: Hırs. Bunu söylemesinin sebebi özellikle Boy Racer’ı yazdıkları dönemde Cavendish ile yaşadığı bazı anlardı. Friebe, Cavendish’in evinde geçirdiği saatleri hatırlıyordu. Muhabbet Britanyalı’nın kazandığı sprint etaplarına geldiğinde bir anda her şey değişiyordu. 2007’den itibaren bisiklet dünyasında hızlı bir yükselişe geçen Cavendish, aynı zamanda özel bir spor meraklısıydı. Bisiklet tarihine dair okuyor, eski efsaneleri tanımak için elinden geleni yapıyordu. Ve şimdi, son üç yılda kazandıklarını anlatırken muhteşem bir heyecan yaşıyor, oturma odasında oradan oraya zıplarken o anları yeniden yaşıyordu. Bu hırs, bir noktadan sonra kaybolmuştu. Mayıs ayında konuşma fırsatı bulduğumuz Daniel Friebe, artık o eski ateşi, heyecanı, tutkuyu Cavendish’in yüzünde görememeye başladığını söylüyordu. Ve Kittel’in çıkışı bazılarına “Acaba Cav tarihin en iyisi değil mi? Sadece şanslı bir dönemde ortaya çıkışı mı onu bu mertebeye getirdi?” sorularını sordurmaya başlamıştı.
Britanyalı bisikletçi buna katılmıyordu. Geçen Mayıs ayında, Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun son etabından sonra Caner Eler ile birlikte röportaj yapmak için karşısına oturduğumuzda yine kendisinden emin tavırlarıyla hareket ediyordu. Her zaman ukala, aşırı özgüvenli olarak nitelendirilmişti ve bunu gözlerinde görebiliyordunuz. Eski ateşi nasıldı bilmiyorum, bunu Friebe gibi yakından inceleme şansımız olmamıştı ama Cavendish’te o gün hâlâ en iyisi olduğunu düşünen bir adamın hâli ve tavrı vardı. Kittel ve diğer rakipleri hakkında övgü dolu sözler söylüyordu ama çok da ileri gitmiyordu. Cavendish en iyisiydi. Bunu size kanıtlamak zorunda değildi çünkü buna inanıyordu.
Yine de bir şeyler değişmeliydi. Kontratı biten Cavendish, Etixx-Quick Step’ten ayrıldı. Bu, onu çok seven Belçika takımıyla birlikte karşılıklı aldığı bir karardı. Hayatı değişiyordu ve artık dünya bisikletinin zirvesindeki takımlardan bir alt seviyeye gidecek gibiydi. Kittel, Etixx’in yeni sprint yüzü oldu. Cavendish ise Dimension Data’ya gitti. Bir sosyal sorumluluk projesi olarak başlayan ve Afrika merkezli olan Dimension Data (eski adıyla MTN-Qhubeka) Britanyalı sprinter ile bağlantıyı garip şekilde kurmuştu. İddialara göre, Cavendish’in kaybettiği bir etap sonrası o dönem takımın başında olan Brian Smith harekete geçmiş, ünlü sprintere “Seneye bizle yarıştığında bu etapları kaybetmeyeceksin” diye basit bir şaka yapmıştı. Bir şaka olarak başlayan bu hayal, yıl sonunda gerçeğe dönüştü. Mark Renshaw da onunla birlikte Dimension Data’ya gelecekti ve yalnız olmayacaktı. Highroad ve Sky yıllarında Cavendish ile birlikte yarışan Bernhard Eisel da onların peşlerinden gelecekti. Eski dostlar toplanmıştı. Eski sprint treni, aynı gücünde olmasa da oluşabilirdi.
Sprint treni, son yıllarda Cavendish için daha önemli hâle gelmişti. 2009’dan itibaren Highroad treniyle uçuşa geçmişti ve Team Sky’dan ayrılma sebeplerinden biri olarak da kendi hizmetinde çalışan düzgün bir tren olmaması gösteriliyordu. Etixx’teki ilk senesinde de zorlanmıştı, klasikçilerin doldurduğu Belçika takımında en başta düzgün bir tren bulamamıştı. Bu, artık yaşlanan Britanyalı için daha hayati hâle gelmişti. Kittel ve Giant-Alpecin’deki takım arkadaşları uçarken o uzaktan izliyor, belki de yenilmeye başlamasının birinci sebebi olarak bunu gösteriyordu.
2016 başlarken herkesin kafasındaki resim hemen hemen aynıydı. Evet, Marcel Kittel geçen yılı hastalıklarla ve sakatlıklarla boğuşarak geçirmişti. Ama Alman yıldızın bu yıl zirveye döneceği ve herkesten fazla kazanacağı tahmin ediliyordu. Arkasına yazılan isim de vatandaşıydı. Highroad yıllarında Cavendish ile aynı takımda yarışan ve büyük kavgalar eden Andre Griepel, geçen sene Fransa Bisiklet Turu’nda dört etap almıştı ve iki teker dünyası içerisinde çok saygın konuma yükselmişti. Bunların bir arkasına da Cavendish konuluyordu. Artık eski hızında değildi. Geçen sene Le Tour’da sadece bir etap alabilmişti. Tahminler bu sene de aynı rakama ulaşacağı yönündeydi. Fazlası ise çok düşünülmüyordu. Altı etap aldığı o yıllar geride kalmıştı ve bir daha gelmeyecek gibiydi.
Bu noktada Britanyalı bisikletçinin 2016 hedefleri de ilginç bir rol oynadı. Cavendish, Rio 2016 Olimpiyat Oyunları’nda pist bisikleti yarışlarına katılacağını ve burada bir başka efsane Bradley Wiggins ile birlikte yarışacağını açıklanmıştı. Wiggins, bu spora vedasını görkemli bir şekilde yapmak istiyordu ve burada eski dostu, hatta kardeşi Cavendish ile yeniden yollarını birleştirmişti. İkili, yol bisikleti kariyerleri başlamadan evvel de pist bisikletinde mücadele ediyordu. Dostluklarını paramparça eden şey, 2008 Olimpiyat Oyunları’nda ortaya koydukları başarısız performanstı. Şimdi yeniden güçlerini birleştirme zamanıydı. Tek sorun dışarıdan bakan bizler içindi. Hedeflerini Rio 2016’ya odaklayan Cavendish, yol bisikletinden gittikçe uzaklaşayacak mıydı?
Düşünülenin tam tersi oldu. Pist bisikleti, eski Cavendish’i getirdi. Bir sprint treni olmadan, tek başına hızlanmanın, içgüdülerine güvenmenin önemini kavradı. Burada başkalarına bağımlı değildi, sadece o ve Wiggins vardı. Ve belki de bu çalışmalar yol bisikletinde çevresini saran gerginliğin ve kazanma zorunluluğun kötü etkilerini atmasını sağlamıştı. Sezona çok iyi başlamadı, yolda yine Kittel’in arkasında göründü ama 2016 Fransa Bisiklet Turu ile birlikte yeniden zirveye çıktı. Kariyerinde ilk kez sarı mayoyu giyen Britanyalı, üç de etap kazanmayı başardı. Özellikle altıncı etapta Kittel ile kafa kafaya gidip kazandığı finiş çok büyük bir meydan okumaydı. Le Tour kariyerindeki 29. etabını alan ve Eddy Merckx’in 34 etap rekoruna yaklaşan Cavendish’in yüzünde yaptığı işin tarihi anlamı ve önemi yoktu. Daha çok, bir çocuk gibi seviniyordu. O tutku, enerji, ateş geri gelmişti. Teknik olarak yaptığı ise şey basitti. Koen de Kort’un yarış sonrası Twitter’a yazdığı gibi Cavendish, akıllı bir taktikle Kittel’in arkasına saklanmış, rüzgardan sakınmıştı. Kittel’in fiziği burada Cavendish’e büyük bir avantaj sağlıyordu. Ve Alman rakibinin arkasından çıkıp atağına başladığında da önünde fethedeceği bir 200 metre vardı. Muhteşem zıplamış, finişe geldiğinde belki de hayatının en değerli zaferlerinden birine ulaşmıştı.
Eski günlere dönmüştük. Ancak yine de hiçbir şey tek günde olmamıştı. En başta Cavendish’in ilk yükselişi, uzun süren bir çabanın ve emeğin ürünüydü. Ona “Yapamazsın” demişlerdi. T-Mobile’a ilk gittiğinde kilolarıyla dalga geçilmiş, kısa boyunun sprintlerde ona dezavantaj olacağı söylenmişti. Sonra dünyanın en iyisi oldu. Düşüşü de bir günde olmadı. Yavaş yavaş herkes gibi o da yaşlandı ve yükselen genç yıldızlar karşısında geri düşmeye başladı. Ancak orada “Ben en iyisiyim” diye aynaya bakmaktan ve Taxi Driver’ın yenisini çekmekten fazlasını yaptı. Takımını, hedeflerini ve bakışını değiştirdi. Ve şimdi, bütün o inişlerden ve çıkışlardan sonra, bir kez daha zirvede. Ve bu kez kazandığı etapları hatırlarken ve başkalarına anlatırken odasında zıplayan tek kişi o olmayacak. Biz de öyleyiz.
Bradley Wiggins, Mark Cavendish ile birlikte Londra’da kazandıkları 2016 Pist Bisikleti Dünya Şampiyonası sonrası mikrofonlara şunları söylemişti: “Sekiz sene önce birlikte kazanırken henüz yolda bir şey yapmamıştık; Fransa Bisiklet Turu’nda bir etap bile kazanamamıştık. Aradan geçen sürede dünyayı fethettik. Aynı Barack Obama gibi, bu sekiz senede güzel bir dönüş imkânımız oldu, bir tam tur döndük ve yeniden kazandık.” Bir tam tur. Mark Cavendish bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyor. Sadece pistte de değil, yolda da bir tam tur attı, yeniden başa döndü. Ait olduğu yere.