Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GenelYorumMutlak Hakimiyet

Tenis tarihinin en büyüğü Roger Federer mi, yoksa Serena Williams mı? Belki ikisi de değildir...

*Stephen Tignor’un bu yazısı, ilk olarak ESPN’de yayımlanmıştı.

Efsanevi sporcular genellikle belli sayılar ile anılır. Wilt Chamberlain bir maçta 100 sayı attı. Hank Aaron’ın kariyerinde tam 775 tane home run var. Jack Nicklaus 18 majör golf turnuvası kazandı, Roger Federer ise 17 Grand Slam… Hatta ünlü beyzbolcu Roger Maris hakkında Daha Ne Kaldı? 61 adında bir belgesel bile yapıldı. (Maris, 1961’de tam 61 home run yapmıştı) Ancak iki yıl önce emekliye ayrılan tekerlekli sandalyeli tenis şampiyonu Esther Vergeer tüm bu rakamların en inanılmazına sahip olabilir. Hollandalının adı ile anılan sayı 470.

Bu, Vergeer’in 2003 Ocak’tan, 2012 Paralimpik Oyunları’na kadar aralıksız olarak kazandığı maç sayısı. 2012’deki oyunlarda dördüncü altın madalyasını boynuna takmıştı ve sadece kendi oynamayı bırakma kararı bu seriyi sonlandırabilirdi. Öyle de oldu. Bu herhalde onun aklına gelen ilk örnek olmazdı ancak Vergeer biraz Rocky Marciano’yu andırıyordu. Ünlü ağırsıklet kariyerini yenilgisiz olarak tamamlamıştı ve tenis dünyasının onunla benzeşebilecek tek bir ismi vardı.

Tabii Esther Vergeer sayıların ve istatistiklerin çok ötesindeydi. Yine de sayısal olarak kendisinden bahsetmenin bu kadar keyifli olacağı başka bir sporcu olmayabilir. Onun kariyeri, suratlarda şaşkınlık ve gülümseme bırakan bir dominasyonun öyküsüydü.

-Esther, 470 maçlık o meşhur serisinden önce üst üste 89 maç kazanmıştı. Yani son 560 maçının 559 tanesini kazandı.

-Uzun seri içerisinde tam 95 tane 6-0, 6-0’lık maç kazandı. Rakipleri set başına ondan sadece 1.4 oyun alabildi.

-Sıralamanın 1 numaralı basamağında 668 hafta ve aralıksız 13 yıl geçirdi. 21 Grand Slam ve 4 Paralimpik Oyunlar altın madalyası kazandı.

-470 maç içerisinde sadece bir kez maç puanı karşılamak durumunda kaldı. 2008 Paralimpik Oyunlar finalinde bu şansı eline geçiren bir başka Hollandalı Korie Homan, o backhand’i fileye takmıştı.

Esther o maç puanını çevirmek için sandalye sürerken neler hissettiğini şöyle anlatmıştı: “Kaybedersem ailem ve basın ne der diye düşünüyordum, acaba ağlayacak mıydım?”

Bunlar aslında onun seviyesi için bile insani tepkilerdi ve dürüstçe açıklanmıştı. Kort üzerinde ise bir an olsun zayıflık göstermedi. Roger Federer (Vergeer’in otobiyografisinin önsözünü kaleme almıştı) ve Serena Williams gibi tenisin diğer büyük efsaneleri tarafından ise her zaman hak ettiği saygıyı gördü. 2010’da ESPN Body Issue için verdiği pozların çok yerinde olmadığı konusundaki görüşler onu çok kırmıştı.

Vergeer’i bir kazanan olarak diğerlerinden ayıran şey asla bir şampiyonun kendini beğenmişliği olmadı. Onun hep daha ileri gitmeye karşı önlenemez bir tutkusu vardı. Kaybetmeyi unuttuğu yıllarda, ülkesinin çok deneyimli antrenörlerinden Sven Groeneveld ile çalıştı. Hatta Groeneveld bile altı yıldır maç kaybetmemiş birine neler öğretebileceğini sorgularken, Vergeer’in daha da iyiye gidiyor olması onu çok etkilemişti. ‘Gelişim’, onun kariyeri ve tenis sonrası hayatı için tek hedefiydi.

Vergeer kazanmayı fazla kolay gösteriyordu. Tabii “rakipleri set başına sadece 1.4 oyun alabilirken bunu nasıl yapmasın ki?” diyebilirsiniz. Cevap çok basit. O derslerini, diğer tüm sporcular gibi potansiyeline ulaşmak için çalıştığı yıllardan ve mağlubiyetlerinden çıkartmadı. Bireysel sporlarla uğraşan herkesin bileceği üzere, yenmek zorunda olduğun biri karşısında kazanmak yani beklenti ile savaşmak belki en zorudur. Vergeer bununla tam 10 yıl başa çıktı ve asla sendelemedi. İşte 470’in büyüklüğü buradaydı.

Tenis, onun için diğer tüm bedensel engelli oyunculara ifade ettiğinden çok daha fazlasıydı. Bu sayede, 8 yaşında kritik bir omurga ameliyatı esnasında masada bıraktığı hayatını geri aldı. “Başlarda çok zordu” demişti Vergeer o günlerden bahsederken. Ama 12 yaşında başladığı tenis, ona dünyanın sonunun gelmediğini gösteren şey olmuştu.

Vergeer’in kazandıklarını sadece sportif başarı olarak değerlendirmemek lazım. Ancak spor dünyası onunla ve tabii o da kendisiyle gurur duymalı. Tekerlekli sandalye üzerinde oynanan tenis, 70’lerde California’da yaygınlaşmıştı. Kimse ise bu branşta 30 yıl sonra bir Hollandalının gelip, yapamadıklarıyla değil yaptıklarıyla, ünlü bir derginin kapağına kadar çıkacağını tahmin edemezdi. Artık tekerlekli sandalyeye mahkum bir tenis oyuncusu, kendini ‘tüm zamanların en dominant sporcusu’ tartışmasına dahil edebiliyor çünkü Esther Vergeer sayıların bize anlattığından çok daha fazlasıydı.

Çeviri: Aras Yetiş

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Hayal Kuran Herkese

Hayal Kuran Herkese

3 sene önce
Neno

Neno

3 sene önce
Sözlü

Sözlü

3 sene önce