Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

EditoFutbolDeha

Johan Cruyff'ün dehası, Avrupa futbolunu şekillendiren unsurlardan biriydi. Caner Eler'in kaleminden Hollandalı efsane...

“Amsterdam’da bir savaş sonrası çocuğu olarak nasıl büyüdüysem ona uygun davrandım. Neslimdeki herkes, farklı olan ve bildiğini okuyan The Beatles’tan etkilenmişti.. Aynısını spor alanında ve futbolda yaptım.” Johan Cruyff / Benim Oyunum (Domingo Yayınları)

Johan Cruyff geçen yıl 68 yaşında hayatını kaybettiğinde ardından çok şey yazıldı, çizildi, konuşuldu. Sadece Avrupa’dakiler değil, dünyanın her yerinden yayın organları onu andılar. “Bir insanın kıymeti öldükten sonra anlaşılır” derler ya, tam da bunun bir izdüşümü gibiydi yazılanlar. Franz Beckenbauer onun için “Avrupa’dan çıkan en iyi futbolcuydu.” diyordu. Oysa dehası, hâlâ herkes tarafından tam olarak anlaşılamamış gibiydi…

Hollanda futbolu üzerine en iyi yazarlardan biri olan David Winner da Cruyff hakkında kaleme aldığı yazıda, siyah beyaz, eski bir kamerayla kaydedilmiş görüntülerden bahsediyordu. Kayıt, 1950’lerin sonuna aitti. Johan Cruyff’un babası Manus tarafından çekilmişti. Amsterdam’ın dış mahallerinden birinde; cılız, zayıf ama hızlı bir çocuk betonda ve asfaltta top sürüyordu görüntülerde. Winner, o yaşta bile Cruyff’un, kendisi kadar büyüklükte bir topla nasıl esnek, dengeli, kıvrak, zeki ve yaratıcı olduğundan söz ediyordu. Diğer birçok büyük futbolcu gibi Cruyff’un da yetenekleri sokakta top oynayarak gelişmişti. Cruyff o günleri, son çıkan otobiyografisinde şöyle anlatıyordu: “Benim için her şey sokaklarda başladı. Oturduğumuz yere halk arasında ‘Beton Köy’ deniyordu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında girişilmiş bir ucuz konutlaşma deneyinin sonucuydu. Dezavantajları avantajlara çevirmeyi orada öğrendim. Mesela, kaldırım esasen bir engel değildir ama verkaç yaparken takım arkadaşınız rolüne bürünebilir. Top farklı yüzeylerde acayip yönlere sektiğinde anında uyum sağlamak zorunda kalırsınız. Aynı durum denge konusunda da geçerlidir. Betonda düşünce canınız ciddi yanar ve elbette düşmemeye çabalarsınız. Kariyerim boyunca beklenmeyen açılardan verdiğim pas ve attığım şutlar şaşkınlık yarattı. Tek sebebi böyle büyümemdir.” Baş döndüren Cruyff dönüşü hareketi bir büyük yıldızın çocukluğuna dönüşüymüş aslında.

Johan Cruyff, bugünlerde farklı toplumsal sorunların yaşandığı ve bazı faşist, aşırı sağcı karabasanların geri dönüş peşinde olduğu Avrupa’nın kendini yeniden inşa etmeye çalıştığı dönemlerde büyümüştü. Albert Camus’nün 1950’lerdeki bir ziyareti sonrası ‘nefret edilecek kadar iç karartıcı’ olarak tanımladığı, sıkıcı ve kasvetli bir Amsterdam vardı fonda. Auschwitz’ten sonra şiir yazmanın barbarca olduğunu söyleyen Adorno’nun tarif ettiği bir kasvetti bu. Ancak 1960’larda Amsterdam, özgürlük dalgalarının en fazla ses çıkardığı yerlerden biri hâline gelmişti. Gazeteci Hubert Smeets, o günleri şöyle anlatıyordu: “1960’ların başında her şey değişti. İrlanda’dan sonra Avrupa’nın en geri kalmış ülkesiydik. Özellikle kadınların çalışma hayatına katılımı konusunda tam anlamıyla geri kalmıştık. Sonra baş temsilciliğini Johan Cruyff’un yaptığı kültürel, politik ve toplumsal bir devrim yaşadık ve Avrupa’nın en ileri ve gelişmiş ülkelerinden biri olduk.”


[mailerlite_form form_id=2]


Cruyff kendini apolitik olarak tanımlasa da etkisi öyle değildi. Sahalara etkisi ise bambaşkaydı. Öyle ki total futbolun babası kabul edilen Rinus Michels ile Ajax tesislerinde karşılaştığı gün, dünya futbol tarihinin değiştiğinden bahsediliyordu. Ünlü yazar Simon Kuper ise o günü, John Lennon ve Paul McCartney’nin tanıştığı güne benzetiyordu. Haksız değildi… Zira Cruyff, futbolun özgürleşme sürecinin orkestra şefiydi. O süreçte Ajax kulüplerde Avrupa’nın hakimi olurken, Hollanda 1934’ten sonra ilk kez Dünya Kupası’na gitmekle kalmıyor tarihin en güzel ve unutulmaz kaybedenlerinden biri oluyordu. Cruyff’un kendi deyimiyle o finali kaybetmeleri daha da çok hatırlanmalarını sağlıyordu.

Manavlık yapan babasını 12 yaşındayken kaybeden Hollandalı, sonrasında hayatını tamamen başta annesi olmak üzere ailesine ve tabii ki futbola adamıştı. Annesi, Ajax kulüp tesislerinde temizlikçi olarak çalışırken oğlu o tesislerin çıkaracağı en büyük futbolcu olacaktı. Michels ile birlikte, hâlâ dünya futbolunu derinden etkileyen ve güncellenerek uygulanan taktiklerin yaratıcısı ve uygulayıcısı haline de dönüşecekti. Savunmanın hücumdan, hücumun savunmadan başlaması ilk onların fikriydi. Cruyff hep yetenek, teknik, taktik ve disiplinin harmanı olarak tanımlıyordu sırlarını. 1974 Dünya Kupası kadrosunda kaleye ayağını iyi kullanan Jan Jongbloed’un geçirilmesi onun fikriydi. Otobiyografisinde “Total futbol, oyuncuların kaliteleri bir yana, esasen mesafe ve konumlanma, pozisyon alma meselesidir” diyerek tarif ettiği futbol felsefesi; Arrigo Sacchi’den Josep Guardiola’ya birçok teknik adama ilham verdi. Hayatı boyunca çok övgü aldığı gibi, çok da eleştirildi ve düşmanlar edindi. “Hep ders almaya çalıştım” diyerek andığı hatalar da yaptı. Oyuncularına da hata yapmaktan korkmamalarını öğütledi.

“Tabii ki bir Hollandalı olarak karşıt görüşler arasında konsensüs kurma temelli Polder Modeli’ne alışıktım. Bol konuşma, tartışma ve sonunda birliktelik…” dediği yaklaşım tarzı nedeniyle kariyerinin bazı dönemlerinde polemikler yaşamıştı. Irmak veya deniz sularının basmasını önlemek için setle çevrilmiş, sonra da akaçlanarak değerlendirilmiş topraklara verilen ad olan polderler, bunu başarmak için gereken yaratıcılık, sorgulama alışkanlığı, çözüme ve sürece odaklanmak gibi kavramları su seviyesinin altındaki ülkenin kodlarına işlemişti. Bu Cruyff’un da dna’sının temelindeydi.

Salt kazanmaktan öte, stilize kazanmayı önemseyen ‘Cruyffian’ futbolun ve bakış açısının değerinin çok daha sonra anlaşılacağını söyledi. Hem de Hollandalı ressamlar Vermeer, Van Gogh ve Rembrandt’dan örnekler vererek… Ancak onu bir sanatçıya benzeten sadece kendisi değildi. Hollandalı koreograf Rudi Van Dantzig, onu efsane balet Rudolph Nureyev’e benzetiyordu ki Nureyev de bir Cruyff hayranıydı. Sanatçı dostu Toon Hermans’ın satırları ona olan hayranlığı daha iyi anlatabilir belki de:

“ Ve Vincent mısır koçanını gördü,

Ve Einstein sayıları,

Ve Zeppelin zeplini,

Ve Johan futbol topunu…”

O, kariyeri boyunca futbolun tabularını yıkmak için çabalamış ve daima farklı bir bakış açısı sunmaya çalışmıştı. Bunu yaparken tüm hiyerarşiyi de alt üst etmişti. Ölümünden sonra L’Equipe gazetesinin manşetinden ifade ettiği gibi: “O, futboldu.”

Bu sayı; hata yapmaktan ve farklı olmaktan korkmadan, başkalarının ne düşündüğünü önemsemeden, özgürlüğün, yaratıcılığın, ideallerinin peşinden koşanlar ve aynı zamanda başkalarının hayatlarına da saygı duyanlar için…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Hep Beraber

Hep Beraber

3 sene önce
Çağ

Çağ

3 sene önce
Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce