Stüdyo o gün yine tıklım tıklımdı. Jüri yerini almış, tüm ciddiyetiyle yarışmacıları acımasızca eleştirmeye devam ediyordu. Yarışmanın sunucusu, sıradakini çağırmak için yönetmenden son işareti beklerken, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Çünkü sıradaki yarışmacıyı izlemek için o da büyük bir heyecan duyuyordu ve ülkenin en büyük kahramanlarından birini sahneye davet etmek büyük bir onurdu.
Sunucu anonsunu bitirdiğinde stüdyoda, çığlık çığlığa alkış koptu. Siyah pantolon, beyaz gömlek, siyah yelek ve papyonuyla, futbola başladığı ilk yıllardaki gibi göz kamaştırıcı bir giriş yapan Allan Simonsen dans partneriyle sahneye çıktı. Herkes susup yerine oturduğunda harika bir tango ezgisi salonu sardı ve Simonsen, partneriyle birlikte tango figürleri sergilemeye başladı. Arjantin’le özdeşleşen bu dansı, İskandinav bir futbolcudan canlı yayında izlemek herkesi büyülemişti.
Performans bittiğinde yine büyük bir alkış tufanı koptu ve jüri bu kez tüm acımasızlığını bir kenara bırakarak tangoyu denemesinin onun için büyük bir cesaret işi olduğundan bahsetti. Ancak puanları yaptıkları açıklamalar kadar yüksek değildi. Fakat sıra halk oylamasına geldiğinde, tüm Danimarka’yı arkasına alan Simonsen geceyi birincilikle bitirmeyi başardı. Yıllar öncesinden Arjantin’den gelen başka bir güzellik nedeniyle Barcelona’dan ayrılmak zorunda kalan ve kariyerinde büyük bir kırılma yaşayan Danimarkalı, bu kez tangoyla yüzünü güldürmeyi başarmıştı.
1979’da transfer olduğu Barcelona’da harika üç sezon geçiren ve formasını kimseye kaptırmayan Allan Simonsen, Arjantin’in yetiştirip dünya futboluna armağan ettiği Diego Maradona’nın transfer edilmesiyle kulüpten ayrılmak zorunda kalmıştı. Yabancı kuralı gereği, kadrosunda yalnızca iki yabancı oyuncu bulundurmak zorunda olan Katalanlar, hâlihazırda Bernd Schuster ve Simonsen’in bulunduğu kadroya bir de Maradona’yı getirince, Danimarkalı yıldızdan vazgeçmek zorunda kaldı ve yıldız golcülerini satış listesine koydu. Harika bir kariyer ve Katalanlarla geçirdiği üç sezonda sergilediği performansa rağmen kolayca yollar ayrıldı ve Simonsen’in kariyerindeki büyük kırılma gerçekleşti.
1952’de Danimarka’nın küçük kasabası Vejle’de doğan Simonsen, yerel takım Vejle FC’de futbola başladı. 1963’te ise kasabanın büyük takımı olan Vejle VB’ye geçerek, kariyerinin en önemli adımını atmış oldu. Sonrasında ise hem Danimarka hem de tüm İskandinavya, yetiştirmiş olduğu harika bir yetenekle övünerek onu izledi.
Simonsen, VB’deki ilk şampiyonluğunu profesyonel olarak oynadığı 1972’de kazanmayı başardı. Başarı, onda hemen alışkanlık yaptı. 1972’de bir şampiyonluk daha kazanarak 1972 Yaz Olimpiyatları için Münih’in yolunu tuttu. Olimpiyatlarda oynadığı altı maçta attığı üç gol ve sergilediği performans, Almanların hemen dikkatini çekti. Kıvır kıvır sarı saçlarıyla sahada bir çocuk parlıyordu. Olimpiyatların bitişi ile Vejle VB’nin kapısını Borussia Mönchengladbach çaldı. A takımda geçirdiği iki yılda iki şampiyonluk yaşayan Simonsen’i, Bundesliga’ya götürdüler.
Kariyerinin o anına kadar büyük bir hızla yükselen Simonsen, Almanya şampiyonunda geçirdiği ilk iki sezonunda büyük mutsuzluklar yaşadı. Bir türlü kadroya girmeyi başaramıyordu, girdiği maçlarda da kendini gösteremedi. İki sezonda toplamda 17 maçta forma giyebilmiş ve sadece iki gol atabilmişti. Bu arada takım iki şampiyonluk ve bir UEFA Kupası kaçırmış, sadece 1972’nin Almanya Kupası’nı kazanabilmişti.
1974-75 sezonunda ise talih tersine döndü. Sezonun ilk maçında formayı sırtına geçirmeyi başardı Simonsen. Sonrasında da hiç çıkarmadı ve o sezon ligdeki 34 maçın hepsinde forma giydi, rakip filelere tam 18 gol gönderdi. Takımı şampiyonluk kupasını kaldırırken en büyük payın kendisine ait olduğunu bilmenin gururuyla şampiyonluk pozunu verdi. Ancak o poz, o sezon verdiği tek poz değildi.
UEFA Kupası’nda da takımını sırtlayan Danimarkalı, kupa boyunca toplamda 10 gol attı. Final maçında karşılaştıkları Twente’ye de iki tane atmayı ihmal etmemişti tabii. Yıldızı tekrar parlamaya başlamıştı. Şimdi sıra koleksiyonu genişletmekteydi. Onu da fazla ertelemek istemiyordu.
Ertesi sezon ligde attığı 16 golle takımın Bundesliga’yı kazanmasına yine büyük katkı sağladı. Aynı sezon Avrupa Kupası’nda çeyrek finale kadar taşıdığı takımı, Real Madrid’e deplasman golü farkıyla elendi. Ancak bir sonraki sezon kariyerinin zirvesini yapacaktı. Sezonu yine Bunsesliga’yı kazanarak tamamladılar ve daha önce tahinde iki kez şampiyon olabilmiş Borrusia Mönchengladbach, Simonsen’nin formayı giymeye başlamasıyla art arda üç şampiyonluk kazanmış oldu.
Bir önceki sezon çeyrek finalde sonlanan hikaye ise bu kez finale kadar ulaşabilmişti. Avrupa Kupası Finali’ne kadar giden takımda, Jupp Heynckes ve Herbert Wimmer ile birlikte muhteşem bir sezon geçirerek Liverpool ile karşı karşıya gelmişlerdi. Maçın ilk yarısında geriye düşen Almanları, ikinci yarısında uzaktan attığı harika golle maça ortak etmeyi de başaran Simonsen, maçın sonunda gülmeyi başaramadı. Liverpool, maçı 3-1 kazanmayı bildi ve kupayı kaldıran taraf oldu.
Kupayı kaybetmelerine rağmen Simonsen o yıl bir ilki kazanmıştı. Genelde bir futbolcunun yıl içinde sergilediği performansa ve kazandığı kupaların etkisiyle verilen yılın en iyi oyuncusu ödülü Ballon d’Or’u, o sezon bir kaybeden, hem de Avrupa şampiyonu Liverpool’dan Kevin Keegan ve muhteşem Michel Platini’yi geçerek kazanmıştı. Bu İskadinav bir futbolcu için ilkti ve öyle de kalacaktı.
Sonraki iki sezonunda Simonsen, Almanlar için gollerini atmaya devam etti. Ancak üçlemenin ardından, Bundesliga şampiyonluklarının devamı gelmedi. 1978-79 sezonu onun Mönchengladbach’ta geçirdiği son sezon oldu ve o sezonu da yine UEFA Kupası ile taçlandırdı. Yine finalde, bu kez Kızılyıldız’a golünü atmıştı. Kupayı kaldırdıktan sonra da İspanya’nın yolunu tuttu.
Simonsen, Barcelona’da geçirdiği üç sezonda La Liga şampiyonluğu yaşayamadı. Bu onun için alışılmışın dışında bir durumdu ancak 1980-81 sezonunda Kral Kupası’nı kazanmayı başardılar. Bu da onlara bir sonraki sezon Kupa Galipleri Kupası’nda mücadele etme hakkı getirdi. E, ortada bir kupa varsa Simonsen onu almadan duramazdı. Öyle de yaptı. Takımını Schuster ve Quini ile birlikte finale kadar taşımayı bildi. Finalde de Standard Liege’e durum 1-1’ken attığı golle, kupayı getirdi. Attığı bu golle, farklı bir açıdan da tarihe geçiyordu. Daha önce UEFA Kupası ve Avrupa Kupası finallerinde gol atmayı başaran Danimarkalı, Kupa Galipleri Kupası finalinde de gol atarak bu üç finalde gol atmayı başaran ilk ve tek futbolcu olarak tarihe geçti.
Kupa sevinci bitti, takım tatile çıktı. Dönüşünde ise Arjantin’den muhteşem bir futbolcu transfer edilmişti. Maradona, takımın yeni yıldızı olarak ekibe katıldı. Schuster ve Simonsen’in tahtları için yeni bir aday daha vardı. Üçlü formaları üzerlerine çekip kol kola, birlikte poz da verdiler ancak yabancı kuralı nedeniyle Simonsen’den vazgeçildi.
Simonsen daha 30’unda Barcelona’dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Kariyeri bir kırılma yaşadı. Bunun yönü neresi olacaktı? Herkes bunu merak ediyorken o paraya doğru gitmeyi tercih etti. İngiltere’den gelen cazip teklif onu çekti ve herkesi şaşırtan bir kararla Danimarkalı yıldız Charlton Athletic’e imza attı. Charlton’ın yeni başkanı Mark Hulyer, bir kumar oynamak istemişti ve kumarı Allan Simonsen kartını çekerek oynadı. Tribüne sadece 7 bin civarında taraftar çekebilen kulüp, Real Madrid ve Tottenham’ın teklif ettiğinin neredeyse iki katını Danimarkalıya vermişti.
Bunun yanı sıra Simonsen’in verdiği karar da ilginçti. Kariyerine İspanya’da, İtalya’da, Almanya’da hatta İngiltere 1. Lig’de devam etme şansı varken, daha az baskı olacağından ve stressiz bir şekilde futbol oynayacağını düşündüğünden 2. Lig takımlarından birine transfer olmayı seçmişti. Bu kumar iki taraf için de tutmadı. Tutmamakla birlikte Charlton’ın iflas etmesine kadar gidecek sıkıntılı bir yolun başlangıcı oldu. Simonsen, 16 maçta formasını terlettiği Charlton için 9 gol attı. Ancak kulüp maaşını ödeyemediği için Danimarkalının satılmasına karar verdi. Bir kırılma anını da o gün yaşayan Simonsen, tekrar üst düzey futbol ortamına dönme şansını elinin tersiyle itti ve her şeyin başladığı yere, Vejle BK’ya geri döndü.
Efsane doğduğu yere olan borcunu, eski takımının formasını altı sezon terleterek ödedi. 1983-89 arası 166 maç oynadı, 70 gol attı. Bu sürede bir de şampiyonluk yaşayan Simonsen, futbola başladığı yerde veda etti.
Peki yarışmada ne mi oldu? Sahnede sergilediği tüm kötü performanslara rağmen, halk oylamasıyla hep birinci olmayı başaran Simonsen, büyük eleştiri çekti. Futbol, sanatın önüne mi geçecekti? Belki de evet. Adı Yıldızlarla Dans olan bir programda, ülke futbolunun yetiştirdiği en büyük yıldız, büyük bir destekle son üçe kalmayı başardı ancak finale çıkamadı. Malum, finallerin adamı olarak çıkmayı başarsaydı kesin golünü atardı. Ancak Altın Top’un yanına altın dans ayakkabısını koyamadı.
*İskandinav futbol tarihinden diğer ilginç hikâyeler, Toprak Saha’nın Aralık sayısında.