Çevre Tiyatrosu, 1971’in Ekim ayında İstanbul’un ‘ortadirek’ muhitlerinden Kocamustafapaşa’da kurulduğunda gazetelere haber olmaya başladı. Metin Serezli ile Altan Erbulak’ın ele ele vererek açtığı tiyatro, 26 Kasım 1971’de Milliyet gazetesinin sayfalarına şu cümlelerle taşınıyordu: “Adı Çevre Tiyatrosu. Bilinen tiyatro teamülüne uymayarak açılış gecesi basın galası yapmayan tiyatro, Yüzsüz Zühtü isimli ilk eseriyle, bu tiyatroya emeği geçmiş, işçi, kalfa, usta, teknisyen, idareci gibi kişiler ve onların ailelerine ilk olarak perdesini açtı ve bedava bir oyunla temaşa hayatına atıldı.”
Perdesini bu sıradışı uygulamayla açan Çevre Tiyatrosu, daha sonra Nejat Uygur ile özdeşleşti ve muhite büyük anılar bıraktı. Bugünlerde Semaver Kumpanya’nın oyunlarının sahnelendiği mekân, değişen İstanbul’a rağmen ‘eski’ Türkiye’nin simgelerinden ve gururlarından biri olarak ‘mahalle tiyatrosu’ ekolünü sürdürüyor…
Zeynep Pınar Ulus Çokyaşar, Çevre Tiyatrosu’nun karşısındaki apartmanda doğdu. Fakat yolunu, Suriçi’nin eski mahalle aktivitelerinden başka biri çizdi:
“Babam, Beykoz’da oynadı, Çelikspor’da başkanlık yaptı. Çocukluğum Çukurbostan’da, Vefa Stadı’nda geçti. Kulüp gecelerinde, soyunma odalarında, güneş geçmesin diye kayık gibi şekil verdiğim gazete kağıtlarını kafama takıp izlediğim maçlarda… Erkek kardeşim de var ama bir maçı 90 dakika bile izlememiştir. Rahmetli babam hep ‘Siz yanlış doğdunuz’ derdi.”
Zeynep Hanım’ın futbol sevdası babası Raif Bey’in futbolculuk ve yöneticilik günleriyle sınırlı kalmamış. Hikâyenin esas kısmı da doğduğu semtte başlamış. 2007’de Kocamustafapaşaspor’un koordinatörü olarak göreve başlamış ve 2009 yılında yönetime girmiş. Son iki dönemdeyse kulübün başkanlığını yapıyor. 2015’te geçirdiği hastalık nedeniyle ufak bir ara verse de bugün görevine devam ediyor.
“Babamın gururunu yaşıyorum. Ama işimde kendi emeğimi göstermeye çalışıyorum. Babamın yöneticilik yaptığı kulüpleri seçmedim. Eğer onu yapsam ‘Babası sayesinde ilerliyor’ denebilirdi. Amatör camiada dedikodu boldur. Ben Kocamustafapaşa’yı seçtim. ‘Bu kulübe emek vereceğim’ dedim.”
Futbol, erkek egemen bir spor. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde bu sporda kadının yeri tartışılmaya devam ediyor. Amatör futbol dünyası ise tamamen erkeklerin elinde. Üstelik Fatih’te yer alan takımların idmanları için ayrılan iki stattan biri olan, Kocamustafapaşa’nın da idman ve maçlarını yaptığı Namık Sevik Stadı, halk arasındaki tabiriyle Surdibi’nde yer alıyor. Bütün bu zorlukları göz önünde tuttuğumuzda Zeynep Pınar Ulus Çokyaşar’ın mücadelesi ayrı bir boyut kazanmış: “Buralara ilk gelmeye başladığımda korkudan arabamın camlarını kapatarak girerdim stada. Eski Emniyet Müdürü Levent Bey’le birlikte surların içini tek tek gezdik. Bütün tinerciler beni tanır. Çünkü onlarla çay içtim, oturup yemek yedim. Onlarla sohbet ettim… ”
Surların çevresindeki bağımlı çocuklarla ilişkisini yaşadığı bir olay üzerinden anlatıyor:
“Burada bir köfte ekmeğe adam bıçaklatılıyor. Yakın dönemde bir başkan bıçaklandı, ortalık karıştı. Beni tanıyan tinerci bir çocuk, ‘Abla sen kenara çekil!’ diye beni oradan uzaklaştırdı. Bugün ortam epey rehabilite oldu ama o zamanlar çok kötüydü.”
Üstelik sorunlar sadece bunlarla da kalmamış. Başkanlığının ilk günlerinde özellikle de altyapılardaki çocuklar hususunda da derin mevzularla karşılaşmış:
“Kadın olmanın dezavantajlarını kulak arkası yaptım, avantajlarını kullanmaya çalışıyorum. Aile ortamı, kadın gücü… Kulüp Aile Birliği’ni kurdum. Kulüp, annelerimizi topladı. Genelde orta gelirli ya da dağılmış ailelerin çocukları burada. Annesiyle birlikte şiddet görenler hatta öz babasının tecavüzüne uğrayanlar var. Annesini hiç tanımayanlar… O kadar çok trajediye şahit olduk ki ‘Çocuklar için ne yapabiliriz?’ diye düşünmeye başladık. İlk başta danışman hekimlerimizle çocuklara terapi uyguladık. Ama anlattıkları ve yaşadıklarımızdan sonra ailelere de uygulamaya başladık… Kadınları kulübe kazandırmaya çalıştık. Kulüp gecelerinde çakmak ya da atkı gibi şeyler satılır. Biz, ihtiyacı olan kadınlarımızın elleriyle ördükleri bebekleri sattık ve geliri onlarla bölüştük.”
Zeynep Hanım, kararları yönetim hâlinde aldıklarının altını sık sık çiziyor. Bu kararlardan biri de, kariyerinde Beşiktaş Altyapısı da olan Buse Hoca’ya altyaş kategorisinde antrenör olarak görev vermeleri. Zeynep Hanım, altyapıdaki futbolcu adaylarının “Bu işi kadınlar da yapabiliyormuş” gerçeğini görmelerinden dolayı mutlu. Genel olarak öğretici seçiminde de farklı bir yol izlemişler:
“Amatör futbolda göbekli dayılar vardır. Hepsini de çok severim gerçi… Kahveden çıkar, ağızda sigara ‘Hadi idmana’ der. Tamam, eskiden güzeldi belki ama gelişen toplumda sigaranın kötü örnek olduğu kabul ediliyor, kahvehane alışkanlığının da… Pedagojiyi, çocukların eğitimini daha derin öğreniyoruz. Ben de bütün hocalarımı spor akademisinden seçtim. Aynı zamanda öğrenciler. Bu işi meslek olarak seçmişler, yolun başındalar ve çok heyecanlılar. Misal antrenörlerimden biri Kadir, elimizde büyüdü. Minik takımdan itibaren futbolcumuzdu, üniversite çağına geldi, Spor Akademisi’ne gitti ‘Şimdi sen altyapıya hoca olacaksın’ dedik. Hem maddi açıdan onlara destek oluyoruz hem de onlar, federe bir kulüpte görev alarak staj dönemlerini geçiriyorlar. Durum böyle olunca da rol modeli hâline geliyorlar. Öbür türlü çocuk ‘Ben de büyüyünce kahveye giderim, hanım evde oturur’ diyordu belki ama şimdi ‘Bu hoca bizim gibi burada oynamış, sonra da Spor Akademisi’ne gitmiş. Ben de öyle olmalıyım’ diyor.”
Kocamustafapaşaspor, futbol federasyonunun açtığı 10 kategoride liglere katılıyor. Son dört yılda Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Karagümrük, Kasımpaşa, İstanbulspor ve U14 Milli Takımı’na oyuncu vermeyi başarmışlar. Basketbol, voleybol, briç takımları da var. Bunların yanında çocuklar için yaratıcı drama kursları ve velilerin de yararlandığı pilates dersleri veriliyor… Futbol dışındaki bütün branşlar ve faaliyetler Zeynep Hanım’ın başkanlığından sonra açılmış. En etkileyici uygulamalardan biri de minikler düzeyindeki bütün altyapı okullarında karma eğitim verilmesi. Dertli olduğu bir konu da var:
“Bu karma uygulama bir tek futbolda yok. Çalıştığımız sahanın kadın futbolu standartlarına uygun olması gerekiyor. Maalesef burası erkek egemen bir saha ve soyunma odaları filan o kriterlere uymuyor. Bu yüzden de bir kadın futbol takımı çıkaramıyoruz. Fatih’te faal olan 48 kulüp ve sadece iki saha var. A takım yarı sahada, U14 takımı diğer yarı sahada çalışıyor; U12 yer kalmayınca etrafta koşuyor. Tamam ‘Kulüpler açılsın’ diye teşvik ediyorlar ama bunlar da düşünülmeli öncesinde. Açılan kulüpler ne oluyor sonra? Vergisiz kumarhaneler, kara para aklamalar, siyasi basamaklar… Bu sefer de amaçtan sapma ve adı lekelenmiş kulüpler oluyor. Mafyacıklar türüyor…”
Kocamustafapaşa, sosyolojik açıdan çok geniş yelpazede insanların yaşadığı bir semt. Orada büyüyen biri olmanın avantajlarını da hissediyorsunuz Zeynep Hanım’la konuşurken. Ermeni sporcuların Paskalya’sını ya da Noel’ini de kutladıklarını anlatıyor, Ramazan’da iftar sofrası kurduklarını da. Bütün bunları yaparken tek önemsediği konu, çocukların mutlu ve düzgün bireyler olarak yetişmesi. Sahada her zaman futbol oynanmadığını; aile günleri, sahaya yayılarak kitap okuma seansları da yapıldığını söylüyor. Tabii muhitte insanlar kadar büyük bir yaşam alanına sahip sokak hayvanlarını da unutmamışlar. Takım hâlinde hayvan barınağını ziyaret ediyorlar, özellikle de işkence gören hayvanlarla ilgileniyorlarmış. “Hiçbir çocuğum hiçbir hayvana zarar vermez. Zavallı bir köpeğe taş attıktan sonra benim takımım bir maçta 20 gol atsa ne olur ki!”
Kadın olmanın en zor olduğu coğrafyalardan birinde, kadın olmanın daha da zor olduğu amatör âlemde “Bu bana Tanrı’nın bir armağanı” diyerek çocuklara eğitim vermeyi amaçlayan bir kadın başkan… Kulağa ilginç geliyor ama Zeynep Hanım’ın düşüncesi farklı:
“Kadının olduğu yer güzelleşir. Bence esas altyapıların yönetiminde kadınlar olmalı. A takımda, 30-35 yaşına gelmiş futbolculara bu saatten sonra bir şey verilmez. Ama o oyuncu bende yetişmişse alacağını almıştır. Bence amatör kulüplerin işi, 19 yaşından sonra bitiyor. Sonrası ego tatmini; paralar dönsün, başkan alkışlansın… İşin esas keyfi altyapıda. Ne kadar küçük yaşla uğraşırsam o kadar keyif alıyorum.”
Amatör futbola girdiği ilk günden beri anlam veremediği bir konuyu, ülkenin genel futbol sorunun da altını çizerek anlatıyor:
“Yöneticilerin hırsını değil on yıl önce, bugün bile anlamış değilim. 750 bin harcayıp düşen takım gördüm ben. Ama biz tüm branşlarda 22 bin lira harcadık ve çıktık. Neden burada olduklarını teşhis edemiyorlar. Amaç semtin çocuklarına sahip çıkmaksa öyle davranmak lazım.”
Futbola, kadın gözüyle bakmanın da kulübe ve sporcuya katkı verebileceği düşüncesinde:
“Erkek yönetici, maçtan sonra ‘Oğlum, o golü nasıl kaçırdın?’ diye kızarken ben ‘Terlediniz, çabuk odaya!’ diye kızıyorum. Misal maça gidemedim ama maç sonrası ilk idmana geldiğimde hiç ‘Maç kaç kaç bitti?’ diye sormam. İlk sorum ‘Sebepsiz kart gören var mı?’ olur. Bu konuda yaptırımlarımız da var. Fair Play’e aykırı kartlarda tabii. Bir de kadın olunca daha tutumlu oluyorsun. Yeni göreve geldiğimde baktım, bin beş yüz lira içme suyu gideri var. Sadece futbol takımlarına ait. Fil içemez o suyu. Sonra idmana çıktım, bir baktım… Büyük boy sular var, oyuncum içiyor suyu, arkadaşına sıkıyor, içiyor, yere atıyor, içiyor, kafasına sıkıyor… ‘Öyle mi! Bundan sonra iki koli küçük bardak. İster için, ister yıkanın, isterseniz birbirinizi keseleyin… Ölüyorum deseniz daha fazla su yok’ dedim. 120 bardak su neticede az değil. Bir sonraki ay 480 liraya düştü gider. Zengin birini aramaktansa israfı kesmek yetiyor. Para saçan birine ihtiyaç duymuyorsunuz. Biz kulübün kendi kendini döndürebileceğini kanıtladık.”
Başarısı, başkanlık görevine gelmesinden kısa süre sonra ilk başlarda kabul görmediği amatör futbol çevresinde büyük bir saygıyla bahsedilir hâle gelmiş. Bununla ilgili de bir anısı var: “Bir yere gittim, camiadan insanlar var. Biri ‘Pınar Hanım, bir hanımın daha adını duyuyoruz. Zeynep Hanım diye biri. İki hanımın yaptığı işlerden dolayı çok mutluluk duyuyoruz’ dedi.”
Namık Sevik Stadı’nın hemen altında bulunan, pırıl pırıl kulüp binasında sohbetimizin sonuna doğru geliyoruz. Zeynep Pınar Hanım’ın mücadelesi ve uygulamaları belki yıllar sonra Metin Serezli ve Altan Erbulak’ın ‘devrimci’ Çevre Tiyatrosu hamlesi gibi bir simge olacak, belki de ülke futbolunun çarkında ‘Bir zamanlar bir kadın başkan vardı’ hikâyelerinde kaybolup gidecek. Ama Zeynep Hanım’ın son cümleleri, babasından kalan mirası devam ettireceğinin habercisi gibi:
“Bu kulüp 1953’te kurulmuş. 2053’te de yaşaması için uğraşıyoruz. Akıl işi değil bu; aşk! Tutku ve aşk yoksa yapamazsınız. Sağlık ya da işle ilgili sorunlarım olmadığı sürece bırakacağımı düşünmüyorum. Bu çocuklar bırakılmaz, bırakmam!”