*Aşağıda bir bölümüne yer verdiğimiz, Henryk Szadziewski imzalı bu yazının tamamı The Blizzard dergisinde yayımlandı.
Kesin tarihi bilinmemekle birlikte 1920’lerde bir gün, şu an Çin’in en batıdaki topraklarından birinde yer alan Atuş adlı küçük bir köyden öğrenciler, Kaşgar şehrindeki Silk Road’a yakın bir yerde İngiliz Konsolosluğu çalışanları ile bir futbol maçında karşılaştılar. O dönem Kaşgar; İngiliz, Rus ve Çinlilerin çakışan çıkarları sebebiyle stratejik bir öneme sahipti. Sert ve tozlu bir zeminde, Uygur etnik kökenli öğrenciler 2-0’lık rahat bir galibiyetle sahadan ayrıldılar. Maçın ardından İngiliz Konsolosu sahadan öyle bir sinirle ayrıldı ki, maçın kazananına vaat ettiği bir at ve bir eyerden oluşan ödülden caydı. Olayın her dakikasından keyif alan Rus Konsolosu devreye girerek öğrencileri tebrik etti ve onlara bir futbol topu hediye etti. Daha sonra Uygur öğrenciler, Kaşgar’da yaşayan İsveçli Hristiyan misyonerlerden oluşan bir takımı daha yenmeyi başarırken Rus Konsolosluğu akıllı davranıp onlara bir maç teklifinde bulunmadı.
Taklamakan Çölü ve Pamir Dağları arasındaki toprağa sıkışmış bir vaha olan Kaşgar, politik görüşünüze göre ya Doğu Türkistan ya da Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi olarak isimlendirilen geniş bir bölge. Kaşgar ve etrafındaki bölgede yaşayan Uygur halkı, şu an yönetimi altında bulundukları Çin’den kültürel olarak ayrışan, Türki kökenli Müslüman bir topluluk. 1990’ların ortalarında üç yıl boyunca, Kaşgar’daki yerel bir kolejde öğretmen olarak çalıştım. Uygurların hayatında futbolun köklü bir yeri var ve tüm dünyadaki taraftarlar gibi, sonuçlar ters gittiğinde arkadaşlarına zor zamanlar yaşatmaktan hoşlanıyorlar. Kaşgar’da yaşayan tek Britanyalı olarak, Uygur arkadaşlarım ve tanıdıklarım, bana öğrenciler tarafından alınan 2-0’lık ezici galibiyeti hatırlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı. İngiliz taraftarlar geçmişte yaşamalarıyla bilinirler, her daim konu dönüp dolaşıp 1966’ya gelir, ama 70 yıl önce alınan bir mağlubiyet, üzerinde çok da tartışmadan kabullenmeye niyetli olduğum bir sonuçtu.
Globalleşen dünyada, modernleşme ve muhafazakârlık arasındaki çatışma alışık olmadığımız bir şey değil fakat birçok Uygur bu süreci, Çin kültürüne doğru bir asimilasyona karşı, farklı insanlar olarak varlıklarını sürdürebilme mücadelesi olarak görüyor. Karşılıksız kalan bunca milliyetçilik ve etnik gururla, Britanya’dan gelmiş herhangi bir öğretmenin, 70 yıl önce kaybedilen bir futbol maçına dair garip yorumlara katlanmak zorunda olması sürpriz değil.
Uygur halkının geleceğinin kaderi yalnızca sınıflarda ya da camilerde değil, ayrıca futbol sahalarında, tribünlerde ve televizyonda yayınlanan bir futbol maçını izlerken evlerinde çiziliyor. İster Çin devletinin futbol programlarıyla, modernleşme yolu olarak gördüğü, Uygurları benzeştirmeyi sağlama alma politikası başarılı olsun, ister Uygurlar, Çin Milli Takımlarına karşı direnip sürgünde altyapı futbol organizasyonları geliştirerek etnik kimliklerini muhafaza etsinler, futbol, Uygur kalplerini ve zihinlerini kazanma kavgasında önemli bir yer tutuyor. İşte bu, Uygur kimlik mücadelesinde futbolun oynadığı rolün hikayesi.
Uygurların, kavramsal Doğu Türkistan Milli Takımının olmadığı maçlarda neden bir ülkeyi diğerine tercih ettiklerini anlayabilmek için seçimlerinin etnik benzerliğe, ortak dine ya da başka bir sebebe dayanıp dayanmadığını sordum. Ezici bir çoğunluk, etnik benzerliği ilk sıraya koyarken ardına ortak dini ekledi. İki şekilde de, hem Türk etnik kimlik hem de İslam, Uygurları Çin’de hakim olan dominant kültür ile karşı karşıya getiriyor.
2002 Dünya Kupası’nda Çin’in varlığı buna güzel bir örnek. Asya’da düzenlenen ilk Dünya Kupası olarak bu organizasyon, kıtadan katılan takımlar ve tarihte ilk kez bu kupada sahaya çıkacak Çin için özel bir anlam taşıyordu. İlk turda Çin, birçok Uygur’un etnik bağlarla yakın hissettiği, ciddi bir Uygur diasporasına sahip ve sürgündeki Uygur gruplarına kapılarını açan Türkiye ile aynı grupta yer aldı. 13 Haziran’da Seul’de oynanan Türkiye – Çin arasındaki maçta bir kale arkasında, Çin’de yasak olan, mavi üzerinde beyaz hilal ve yıldızlı Doğu Türkistan bayrağı açıkça görülecek şekilde sallandı. Şu an Londra’da yaşayan Uygur aktivist Enver Tohti bu olayı organize etti. “Biliyorduk ki bu maç Çin’de canlı yayınlanacaktı.” dedi Tohti. “Eğer maç sırasında Doğu Türkistan bayrağı açarsak, CCTV (Çin Devlet Televizyonu) bunu gizleyemeyecekti. Şu da mümkün; CCTV bayrağın neyi simgelediğini anlamayacaktı belki de. Ulusal bayrağımızın milyonlarca Çinlinin evinde ve kamu alanlarında görünmesi kaçıramayacağımız bir fırsattı. Çin’de Doğu Türkistan bayrağı sallamak imkansız, o yüzden bu aksiyonumuz Çin’deki insanlara Uygurların ruhunun hala canlı olduğunu gösterecekti. Doğu Türkistan’da birçok Uygur aniden futbola yeniden ilgi duymaya başladı ve arkadaşları ile ailelerini arayarak maçı televizyondan izlemelerini söyledi. Asıl izledikleri şey ise bayrağımızdı! Türkiye’de, maçı izlemek için toplanan bir grup Uygur, bayrağımızı görünce odadaki atmosfer tamamen değişti.”
Çeviri: Buğra Balaban (@7naka)