Bu yazı ilk olarak Socrates’in Haziran 2017 sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımızı bu adresten edinebilirsiniz.
Bu sezon Euroleague’de oynamak kesinlikle kolay değildi. Of, çok yorgunum! Bugün geriye dönüp baktığımda bazen kendime soruyorum. 30 Euroleague, 30 Türkiye Ligi maçı… Üzerine kupa, şimdi play-off… Biz nasıl bu kadar maç oynadık? Koç Obradovic yıl sonundaki performansımızdan ötürü bize kızdığında, 1 Ocak’taki antrenmanlarda o ceza sprintlerini nasıl attık? Hepsi şimdi çok geçmişte kalmış gibi geliyor.
Bugün şampiyonuz. Demiyorum ki o ceza koşularını iyi ki yapmışız… Yeni yıl yaklaşırken kaybettiğimiz birkaç maçı ve 1 Ocak 2017’de koç Obradovic’in bizi defalarca koşturduğu, sprint üzerine sprint attırdığı o antrenmanı asla unutmayacağım. “Burada ne işim var?” ya da “Ben neden basketbolcu oldum?” gibi sorular soruyorduk birbirimize. Zeljko, bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama bize acı çektirirken aynı zamanda hepimizi mutlu da ediyor. Onun kitabında kolaya kaçmak, kaytarmak yok. Bir şekilde, herkesi bir arada tutmanın ve motive etmenin yolunu buluyor. Üstesinden geliyoruz.
Final Four’daki şampiyonluk maçının hemen başındaki pozisyonu hatırlıyorsunuz değil mi? Onu tüm yıl çalıştık. Ekpe’yle aşağı yukarı her maç, o alley-oop’u deniyoruz ama şansımıza Olimpiakos’a karşı yapabildik. Bence güzel bir set. Şampiyonluk maçına da öyle başlayarak, asla pes etmeyeceğimizin mesajını verdiğimizi düşünüyorum.
Geçen sene Berlin’deki Final Four’da 1/14 serbest atış atmıştım. Haklı olarak eleştirildim ama o dönemin benim için ne kadar zor geçtiğini bilemezsiniz. Altı haftalık bir sakatlıktan çıkmıştım ve doğru düzgün antrenman yapamıyordum, play-off’u da kaçırdığım için mutsuzdum, “Bir an önce takıma dönmeliyim” diye düşünüp Final Four’a çıktım. Olmadı, işler istediğim gibi gitmedi. Bu sezon ise her antrenman öncesi erken gelip serbest atış çalıştım. Real Madrid ve Olimpiakos maçlarında çok fazla çizgiye gitmemiş olabilirim ama gittiğimde de hiç atış kaçırmadım. Bunun için mutluyum.
Bundan yedi yıl önce, Paris’teki Final Four’da Partizan koçu Dusko Vujosevic beni Olimpiakos’a karşı kısa forvet pozisyonunda ilk beş başlattı. Daha sonra NBA’e gittim. Plan, dört numarada oynamamdı. NBA sonrası Fenerbahçe’ye gelirken, Zeljko bana “Jan, seni 5 numara olarak düşünüyorum” demişti.
Ekpe ya da şut atabilen bir 4 numarayla oynadığımda çok rahatım. Boyalı alanı savunurken Ekpe yanımda olduğu için, gözüm hiç arkada kalmıyor. Benzer özelliklere sahip oyuncular olabiliriz ama takım için her zaman gerekli ayarlamaları yapabiliriz.
Fenerbahçe’ye geldiğim ilk günden bu yana, mutlu olduğum ya da üzüldüğüm çok sayıda an yaşadım. Tek bir konuda hissiyatım değişmedi; buradaki herkes benim arkadaşım. Yeri geliyor akşam yemeğinde eşlerimizle birlikte dışarı çıkıp saatlerce konuşuyoruz. Otelde kamptayken sürekli şakalaşıyoruz. Konu saha içine geldiğinde de neler yapabileceğimizi, savunmada nasıl konsantre olabildiğimizi bu yıl herkese gösterdik.
Euroleague şampiyonu olmak harika. Bunu yakın arkadaşlarımla başarmış olmak ise her şeyden daha değerli. Şanslıyım. Kıymetini biliyorum.