Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Saha DışıBir Montreal Dears Sezonu

Kanadalı Indie grubu The Dears’la, İstanbul'da buluştuk.

‘Ben bu yaz neredeydim?’ Kanadalı Indie grubu The Dears’la son İstanbul konserleri öncesi kulislerinde buluştuğumuzda bu sorunun karşımıza çıkacağını tahmin etmedik. Aslında sohbetin başlangıcı da hâyli klasikti. Natalia Yanchak ile grubun 20 yıllık geçmişi ve geldikleri noktada edindikleri tecrübelerle ilgili bir sohbet gerçekleştirerek başladık her şeye. İşleri değiştiren, Murray Lightburn’ün 13. sayımızdaki Badi Ekrem illüstrasyonunu görmesi oldu. Lightburn “Ben de o yaz oradaydım” dedi ve  anlatmaya başladı…

Dears olarak 20. yılınızı kutluyorsunuz. Geriye baktığınızda hangisi daha zor görünüyor; sıfırdan müziğe başlamak mı yoksa grubu 20 yıl boyunca ayakta tutabilmek mi?

Bu sorunun çok fazla cevabı var aslında. Eğer şimdi sıfırdan başlıyor olsaydık, işler ilk başladığımız zamana kıyasla çok daha zor olurdu. Bunda müzik endüstrisinin çok farklı bir noktaya gelmesinin, insanların müzik yapma şeklinin değişmesinin ve dijital teknolojilerle müziğin daha ulaşılabilir olmasının büyük etkisi var. Bir grubu 20 yıl ayakta tutmak tabii ki kolay değil, ama bizim için çok olasıydı. Çünkü başka seçeneğimiz yoktu.

Bu endüstrinin birçok evresine tanık oldunuz; kaset çalarlar, cd’ler, dijital kayıtlar ve hatta plaklar… Hangi evre size daha güvende hissettirdi?

Biz başladığımızda iTunes veya mp3’ler henüz yoktu. Sadece kaset ve cd çalarlar… Plaklar da o kadar popüler değildi. Zaman içinde insanlar bütün müziklere kolayca ulaşmaya başladı. Bu da keşfetmeyi zorlaştırdı. Sorunuzun cevabı değil belki ama bizim öncelikli çabamız müziğimizin kimliğini korumaktı. Bu kararlılığa fazlasıyla bağlıydık ve çevremizdeki müzik dünyası toptan bir değişim içindeydi. Bu da bir şekilde işimize yaradı. Diğerlerinden çok farklıydık. Ama bu, aynı zamanda dezavantaj olarak da karşımıza çıktı. Çünkü bazı insanlar bunun bir oyun olmadığını ve bizim modaya uymadığımızı düşünüyordu. Evet, garip bir gruptuk…

Müziğin dijitalleşmesiyle insanlar eskisi kadar albüm dinlememeye başladı. Daha çok, ‘şarkı dinleyiciliği’ hakim şu anda. Bu durum sizde nasıl bir his uyandırıyor?

Tabii ki albümler kaydediyoruz ve içlerine çok sayıda şarkı koyuyoruz. Ama ben insanlar hepsini dinlemeli diye düşünmüyorum. Benim için sorun yok, seçip beğendiklerini dinlesinler. Bazı şarkılar diğerlerinden daha popüler olur. İnsanların müzik dinleme şekli bu. İnsanların müzik dinleme alışkanlıklarından ötürü endişelenemeyiz ve yaptığımız her şeyi dinlemelerini bekleyemeyiz. Neyse odur…

Peki siz hâlâ bir albüm dinleyicisi misiniz yoksa şarkı mı seçiyorsunuz?

Daha çok albüm dinlemeyi tercih ediyorum. Çok nadirdir, bir müzisyenin açıp tek şarkısını dinlediğim. Arada “Bunlar da kimmiş” diyerek YouTube’dan tek şarkısını dinlediğim gruplar oluyor. O konuda ben de biraz suçluyum.

2015’te Time Infinit Volume One çıktı. Volume Two için de kayıtları bitirdiniz. Daha önce 3-4 yılda bir albüm kaydederken şimdi iki yıl üst üste birer albüm tamamlamak zor olmadı mı?

Aslında iki yıl üst üste kaydetmedik. İki albümü de bir arada kaydetmiştik. Stüdyoya girdik ve 25 şarkı kaydettik. Kayıtları tamamladığımızda ise kimsenin oturup 20 şarkı dinlemeyeceğini düşündük. Uzunca bir zamanı da şarkı seçimine harcadık. Hangi şarkı hangi moda uygun, hangisi diğerinin arkasında daha dinlenilir olur gibi. Seçtiğimiz şarkıları ilk albümde kullandık, kalanları da bir sonraki sene yayınlayacağımızı bilerek.

Bu çok daha rahat hissettirmiş olmalı. Elinizde şu an yayınlanmaya hazır bir albüm daha var yani…

Evet, ilk kez bir sonraki albümün neye benzeyeceğini biliyoruz. Kimse bunu beğenmese bile problem yok, bir de bunu deneyin diyebileceğimiz bir ikincisi geliyor.

O da bir risk değil mi? İnsanlar ilkini beğenmezse, aynı dönemde kaydettiğiniz bir o kadar şarkıyı daha önlerine sunacaksınız.

Doğru, ama mühim değil. Şu an çok fazla grup mevcut ve insanların kafası çok dolu. Hatta müzik hakkında yazıp çizen insanların da… Önceki albümü beğenmeyebilirler, hakkında kötü şeyler de söylemiş olabilirler. Ama bu 40 hafta önceydi. Ne dediklerini ve ne dinlediklerini çoktan unutmuşlardır bile. O yüzden bu albümümüz yeni. Problem yok.

Sık sık kadro değişikliğine giden bir ekipsiniz. Bugüne kadar 10’dan fazla eleman değişikliği oldu kadroda ki bu sayı oldukça çok. Grubu bir spor takımıyla bağdaştıracak olursak, böyle bir trafikte Montreal Dears’ın bir sezonu nasıl geçiyor?

Biliyor musun, bu çok ilginç. Çünkü kayıt aşaması neredeyse bir takımın sezon hazırlığı gibi. Kadro seçimi, kimin grupta çalacağını seçmek, kimin hangi rolü üstleneceği ve hedefler… Hepsini bitirip turneye çıktığınızda ise antrenman süreci başlıyor. O zamana kadar yaptığınız şeyi tatbik ediyorsunuz. Ve tabii maçlar… Bütün hareketlerini, nerede ne yapacağını planlamak gibi. Albümlerimiz oldukça karmaşık. Çünkü biz şarkıları bestelerken konserlerde nasıl çalacağımızı da hesap ediyoruz. Böylelikle, konserlere gelince o an neyin önemli olduğunu düşünüp kimin çalacağına tekrar karar veriyoruz. Turneler stüdyoya kıyasla çok daha yıpratıcı bizim için. Albümü yaptığımızda plak şirketine gönderiyoruz ve sonrasında maçlara hazırlanmak için üç ayımız oluyor.

Peki kayıt aşamasında grubun rolleri dağıtan bir koçu var mı?

Herkes yeni fikirler getiriyor ama aslında Murray yönetiyor grubu. Daha çok yönlendiren ve grubu motive eden kendisi.

Stüdyoya getirilen bazı fikirlerin geri çevrildiği oluyordur mutlaka. Bu grup üyelerini nasıl etkiliyor?

Benim için bir grupta yer almak egoyla bağlantılı değil, daha çok egoları dizginlemekle bağlantılı. Çünkü egonu yansıttığın miktarda sanatını mahvedeceğine inanıyorum. Bu bizim çok mücadele ettiğimiz bir şeydi. Bildiğin gibi çok fazla kişi gruba girip çıktı. Bu da çoğunlukla benzeri sebeplerdendi. İnsanların farklı ihtiyaçları ve motivasyonları var.

Bu da biraz takım olmak gibi öyleyse…

Aynen öyle. Tek başınaymış gibi hareket edemezsin. Sadece kendi hareketlerini düşünemezsin. Bütün iyi takımların yaptığı da bu zaten. Oyuncuların takım gibi hareket etmesini sağlamazsanız yaptığınız hazırlıklar boşa gidecektir.

Söylediğiniz gibi grupta bugüne kadar çok fazla eleman değişikliği oldu, çok fazla transer yaptınız…

Evet, hatta bu akşamki konserde çalacak olan iki arkadaşımız da bençten geliyor. Gerçekten bir takım gibi. Kimin oynadığı önemli değil. Takım ruhunu koruyabilmek için ekibi korumak da önemli aslında, ama birlikte çalacak frekansı yakaladığınızda bunu aşabiliyorsunuz.

Bir takım için çok normal olsa da bir müzik grubu için çok alışıldık bir durum değil bu. Uzun vadede garip hissettirmiyor mu size? Bu akşam konserde çalacağınız bazı şarkıları birlikte yazdığınız birçok arkadaşınız artık grupta değil çünkü.

Bazen kendi cover grubuymuşuz gibi hissettiğimiz oluyor. Ama ismimiz her zaman aynı. The Dears olarak yer alıyoruz orada. Müziğimizde her zaman bir Montreal etkisi mevcut. Bazı yıllarda takımımız diğer sezonlarda olduğundan daha başarılı. Yıldız oyuncularımız olduğu gibi genç oyuncularımız da var.

Hâlâ yeni genç yeteneklere grubunuzda yer veriyor musunuz?

Davulcumuz en genç ve yeni üyemiz. Gerçi o da beş yıldır bizimle çalıyor. Ama emeklilik kararından çevirdiğimiz oyuncularımız da oluyor. Artık oynamak istemediklerini söyleyenleri, “hadi ama bir maç daha” diyerek içeri çektiğimiz olmuyor değil.

Montreal’de Dears’ın bir akademi gibi çalıştığınız söyleyebilir miyiz? Genç müzisyenler bir gün sizinle çalabilmek için umutlanmaya devam edebilir mi?

Evet neden olmasın? Her zaman mümkün. Teklifleri hemen geri çevirmeyiz.

İllüstrasyon: Ethem Onur Bilgiç

“BEN O YAZ ORADAYDIM”

Murray Lightburn, 13. sayıdaki Badi Ekrem illüstrasyonunu görünce kendisinin de 1976’da Montreal’de olduğunu söyledi ve anlatmaya başladı…

Tek hatırladığım amcamın koştuğuydu. Olimpiyat oyunlarında ülkeyi temsil eden sporculardan biriydi. Sadece o ânı ve tribünlerdeki kalabalığı hatırlıyorum. Etraf çok fazla insanla çevriliydi, daha önce bir arada görmediğim kadar. Ailenin tüm fertleri oradaydı ve ben en küçüğüydüm. O yaşlarda henüz sporla ilişkim yoktu. Tek hatırladığım amcamın koştuğu ve finallerin yakınından bile geçemediği. Ama sonuçta orada yer almasını sağlayacak elemeleri geçmişti, bu önemli.

Adı neydi amcanın?

Neydi? Collen? Yok değil… Soyadı olabilir ama. Çok uzun zaman oldu ama. Net hatırlamıyorum.

O yaşlardan sonra sporla ilişkin nasıl gelişti?

Sonrasında çok fazla sporla iç içe oldum; futbol, basketbol, beyzbol… Daha sonra koşmaya başladım, aynı zamanda yüksek atlama… Ama hepsi liseye başlayana kadardı. Lisede ortam çok rekabetçiydi ve uzun vadede çok fazla şansım olmadığını hissettim. Okulda katıldığım ilk yarışı hatırlıyorum, çok büyük bir farkla kaybettim ve bir daha asla koşmadım. Ve birkaç yıl içinde diğerlerinden de koptum.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler