*Aşağıda bir kısmına yer verdiğimiz, Jordan Ritter Conn tarafından kaleme alınan bu yazının tamamı, ilk olarak Grantland.com adresinde yayımlandı.
Jon Solomon, Micheal Jordan ile aynı doğum gününe sahip. “Kanıtlamamı ister misin?” diye soruyor. Gerekirse pasaportunu da çıkarır – yalan söylemediğini gösterecek herhangi bir şey. Solomon dürüstlüğünü kanıtlamak için ne gerekirse yapar.
Solomon için insanların doğum gününü bilmesi önemli. Yüksek oktanlı bir işportacı ve el sıkışı bile kuşku uyandıran, düşük seviyeli bir basketbol menajeri o. Ama en az bunlar kadar önemlisi, Solomon bir hikâye anlatıcısı. Ve genelde anlattığı hikâye kendiyle alakalı.
“Ben gerçek hayattaki ‘Rudy’ idim.”
“T-Mac’i Çin’e ben götürdüm.”
“Vegas’a gitmiştim.”
“Size hiç uçaktaki hanımefendiden bahsetmiş miydim?”
Bak bu iyi, diyor. 2011 yılıymış. Dallas’tan Tucson’a uçarken, kendinden yaşça büyük bir kadın omzuna dokunup “Sen seçilmiş kişisin.” demiş. En azından şu anda, kiralık arabamın sağ ön koltuğunda otururken öyle anlatıyor.
Solomon kısa boylu ve beyaz; bir Chihuahua enerjisine, hızlı kıl üreten bir yüze ve orta yaş göbeğine sahip. 2014 yılının Eylül ayındayız, Almanya’da bir otobanda Amerikalı basketbolcular ve Hans Beth adındaki bir Alman koç ile dolu iki karavanı takip ediyoruz. Profesyonel basketbolun kıyısındaki bir yolculuğun başlangıcına yaklaşıyoruz: İki hafta, dokuz maç, on şehir. Oyuncular iş istiyor. Hans ise kazanmak. Solomon herkes için bunların hepsini istiyor; ha ve bir şey daha – Springfield, Massachusetts’teki bir sahnenin üzerinde, Hall of Fame’e kabul edilirken onunla birlikte olabileceği bir şey.
“Tüm parçalara bakın” diyor. “Bu yolculuk, uçaktaki o hanımefendi, Micheal Jordan ile aynı doğum gününe sahip olmam. Belki de kaderimde bu oyuna bir çentik atmak var.”
Solomon’dan ilk olarak bir Youtube videosu vasıtasıyla haberim oldu. Video ilerledikçe birkaç gerçek ortaya çıktı: Solomon dünyaca tanınan bir basketbol menajeri, Self Motivated Athletic Agency benzeri bir isme sahip ajansın kurucusu, bir an azimli profesyonellerin başında antrenmanda iken sonraki an Gary Payton ve Tracy McGrady’nin yanında Çin’e doğru turneye çıkan kararlı bir çalışan.
Kısa sürede öğrendim ki Solomon’ın asıl olayı, gözden kaçan Amerikalı oyuncular ile dünyanın düşük profilli profesyonel ligleri arasında bir köprü kurmak. “Moğolistan’daki bağlantımı aramalıyım.”, “Dur Macaristan’daki adamıma ulaşayım.” gibi şeyler söylüyor, bir de “Onu peso’ya çevirince çok para yapıyor.” Sabahlarını Avrupa ile skype yaparak geçirirken gece geç saatlerde de Asya’daki bağlantılarına mesaj atıyor. “Asıl istediğim” diyor, “MJ’i Dubai’ye götürmek.”
Böbürlendiğinde bile, Solomon’ın tatlı bir yönü var. Hiçbir zaman telefonu kapatmak istemiyor. Her daim, oyunu değiştirecek planını tartışırken biraz daha dinlememi istiyor. Yürüttüğü döngüden büyülenmiştim – isimsiz okullardan çıkma, daldan dala konan, uzak yerlerde oynamak için zar zor hayatını kazanan, korsan DVDler ve vasat çizburgerlerle hayatını idame ettiren basketbolculardan oluşan global bir ağ. Solomon az bilinen, hırs ve yanılgı arasındaki bir boşlukta var olan bir yer altı dünyasına geçiş kapısıydı.
Solomon’ın turlarından birini takip etmek için Almanya’ya uçtum. Ulaştığımda da, kendilerini böyle bir şeyin içine nasıl düşürdüklerini merak eden 10 tane Amerikalı oyuncu buldum.
Bu oyuncular profesyonel olarak basketbol oynamanın hayaliyle büyüdüler ve NBA’de oynayamayacakları belli olunca denizaşırı yerlerde oynama şansları olduğunu duydular. Ama nasıl? Solomon’ın dahil olduğu nokta burası. Aylar önce, ülkedeki en üst seviyeden en düşüğüne kadar neredeyse her kolejden mezun olan “binlerce oyuncuya” devasa bir Facebook daveti yolladı. Newark, Delaware’a gelin diyordu o davette, profesyonel bir kariyer peşinde olan “ciddi basketbol oyuncularından” oluşan bir tur için kendinizi deneyin. Bazıları yoksaydı. İyi okullarda iyi istatistiklere sahip oyuncular, hiç duymadıkları bir menajerin, talep etmedikleri hizmetlerine ihtiyaçları yoktu.
Peki ya havlu sallayanlar, koçların günah keçileri, akademik sorunları olanlar? Solomon onlara bir şans veriyordu. Detaylar muğlaktı ama yine de hiç yoktan iyiydi: bir tur, bir menajer, scoutlar. Oyuncular kendi ulaşım masraflarını karşılamak zorundaydılar ve deneme için 250 dolar vermeliydiler ama ya oraya gidip kendilerini kanıtlarlarsa peşinden gelecekleri kim bilebilirdi?
Ülkenin dört bir yanından seyahat ettiler ve Solomon’ın onlara bir rüya satmasını dinlemek için ücretlerini ödediler. Yedisi tura katılmaya hak kazandı, uçuş için 1000 dolar daha ve yemek, benzin ve otel masrafları için de 350 dolar daha ödemek zorundaydılar. Başka üç oyuncu da direkt tura davetiye kazanmıştı.
Şimdi bir salı gecesi, Magdeburg’da hemen hemen boş bir spor salonunda Solomon’ın takımı, Alman profesyonellerden oluşan bir takıma karşı parkede. Her oyuncunun, bir Avrupa kulübünü etkileyip iş teklifi almak için iki haftası var. İkinci çeyrekteyiz ve jetlag’a rağmen Amerikalılar oyunu domine ediyor.
“Güzeldi bebeğim, güzeldi!”
Bu Brian Freeman. 2.03 boyunda, çevik ve tamamen yeteneksiz. Beş yılda, Atlantik 10’da mücadele eden Fordham’den D-II’de yer alan Bowie State’e uzanan üç kolej. Kort dışında azimli bir yazar ve yalnız bir adam ama maçlar sırasında, turdaki en gürültülü insanlardan biri.
“Topsuzken hareketlenin! Durmayın öyle!”
Bu Nick Brown. Division II’nin esaslı okullarından West Liberty’de üç yıl ve küçük ölçekli kolejlerin mücadele ettiği NAIA’de bir yıl. 2.01 boyunda, bir şutör ve aynı zamanda bir koçun oğlu – şimdiden kaptan. Brown Bolivya’da birkaç ay basketbol oynadı, bu da onu turdaki denizaşırı liglerde deneyimi olan üç oyuncudan biri yapıyor.
“Takım arkadaşlarınızı alkışlayın! Motive edin! Doğru düzgün oynayın!”
Bu Hans, koç. Alman, orta yaşlı. Düzenli, verimli ve bağırmaya yatkın. Nadiren gülümser ama gülümsediğinde bunu tüm vücuduyla birlikte yapar ve bu, genelde kendi söylediği bir şeyin üzerine yaşanır.
Culver-Stockton Kolejindeki son sezonunda ortalama dakika başı bir sayı üreten 2.03 boyundaki dört numara Karl Moore’dan, 29 yaşındaki, profesyonel bir kariyer teşebbüsünde bulunan 2.08 boyundaki pivot Sam Wallace’a, grupta sekiz oyuncu daha var. Grup ucuz otellerde kalıp genelde Burger King ya da KFC’de yiyor. Spor salonları küçük. Soyunma odaları sıkışık ve eski. Takımın resmi bir adı yok. Solomon onların Self Motivated Athletic Agency’yi temsil ettiklerini söylüyor. Hans’a göre Basketball Aid adlı bir Alman yardım kurumunu temsil ediyorlar. Oyuncular ise kendilerini temsil ettiklerini dile getiriyor…
Eğer NBA ile başlar ve aşağıya doğru giderseniz, devasa ve zenginden az para ödeyenine, muazzam yeteneklerden sadece hareket eden sert adamlara, çok çeşitli katmanlar var. İspanyol ACB Ligi ile başlayın, NBA’den donra dünyanın en iyisi. Daha sonra geriye kalan Euroleague elitleri var: Türkiye’den Beşiktaş (Deron Williams ve Allen Iverson’ın eski işvereni), Yunanistan’dan Olympiakos (bir dönem Josh Childress’ın eviydi) ya da Cavaliers koçu David Blatt’in Cleveland’dan önce çalıştırdığı İsrail’den Maccabi Tel Aviv gibi büyük bütçeli kulüpler. Asya’da Çin Basketbol Ligi yerel yetenek açısından yetersiz ama Stephon Marbury ve Andray Blatche gibi ithal markizlere yakışıklı maaşlar ödüyorlar. Kıtada dolaşın ve iyi ödeme yapan Tayvan, Güney Kore ve Filipinler gibi diğer ülkeleri bulacaksınız. Güneydeki Avustralya’da Amerikalı oyuncular fena para kazanmıyor, Batılı bir hayat tarzı ve dil problemi olmaması da cabası. Eve daha yakın, Porto Riko ligi de NBA fiyaskolarını etkilemeye niyetli. Aynı durum Lübnan ve İran’daki (eski Lakerslı Smush Parker 2012’de burada oynamıştı) paralı kulüpler için de geçerli.
Bir de arka taraftakiler var. Amerikalı oyuncular Uruguay’dan Kamboçya’ya, El Salvador’dan Endonezya’ya, Irak, Suudi Arabistan ve Azerbaycan’da da para kazanıyorlar. Avrupa’da ikinci, üçüncü, dördüncü lig seviyesindeki takımlar Birleşik Devletler’den yetenek ithal ediyorlar. Çok olmasa da bu takımlar para ödüyor, bu da bir şeydir. Çoğu maçları televizyondan yayımlanmıyor ve seyircileri seyrek ama formalarının sponsor logolarıyla ve spor salonlarını reklamlarla süslüyorlar. Bunlar da ithal oyunculara yiyecek ve kalacak yer, bir de üstüne aylık 500-1500 dolar civarında para sağlayacak geliri oluşturmaya yetiyor.
Burada, Almanya’da Solomon’ın takımı Bayern Münih ve Alba Berlin gibi tanınmış kulüplerle karşılaşmayacak. Onun yerine, ikinci ila dördüncü liglerden -ProA, ProB ve semipro- Regionalliga- takımlarla oynayacaklar. ProB takımı Magdeburg’u parçalamalarından sonra Solomon umutla dolup taşıyor. “Bunu yapmayı sürdüreceğiz,” diyor “ ve tüm bu herifler iş bulacak.”
Çeviri: Buğra Balaban (@7naka)