Bu röportaj ilk olarak Socrates’in Eylül 2019 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
Üç ay önce, Ajax kapaklı sayımızı hazırladığımız sırada geçtiğimiz sezonun flaş ekibinin Tottenham ile oynadığı maçı izliyor ve derginin WhatsApp grubunda Ajax’ın elenmesi üzerine felaket senaryoları yazıyorduk. Derken uzatmaların son saniyesinde Lucas Moura, kendisinin ve takımının üçüncü golünü atarak bu senaryoları gerçeğe dönüştürdü. Grupta, ne yapacağız, sayıyı baştan mı planlasak gibi konular gündemdeyken, eski editörümüz Kutay Ersöz’ün hiç böyle bir derdi yoktu. O, sadece Lucas Moura’yı kıskandığını söyledi ve şu mesajı yazdı: “Her insan, hayatında böyle bir gece yaşamalı.”
Tottenham forması giyen bir başka isim, Gareth Bale için o gecelerin ilki, 20 Ekim 2010’da yaşanmıştı. Inter deplasmanının daha ilk dakikalarında on kişi kalan, yarım saatte dört gol yiyen takımı adına birbirinin kopyası üç gol atmış, 4-3’lük mağlubiyete rağmen maça damga vurmuştu. Rivaldo’nun Valencia, Ronaldinho’nun Bilbao, Messi’nin Arsenal, Mondragon’un Liverpool, Sergen’in Chelsea, Cannavaro’nun Almanya, Zidane’ın Brezilya maçları gibiydi: Akılalmaz derecede iyi. Bununla yetinmeye niyeti olmadığını, iki takımın iki hafta sonra White Hart Lane’deki randevusunda da gösterdi. Bu defa biri iptal edilen üç muhteşem asistle parladı. Tüm bunları yaparken karşısında bulunan Maicon için o günden sonra “Dünyanın en iyi sağ beki” demek zorlaşmış, Gareth Bale ise iyi futbolculuktan süperstarlığa doğru ilk adımı atmıştı.
Inter maçlarından önceki Bale, gerçekten de başka biriydi. Mesela bana göre sadece, Leighton Baines ile birlikte Premier Lig’in potansiyeli yüksek iki genç sol bekinden biriydi. Akademisinden yetiştiği Southampton’daki skorer kimliğini henüz göstermemişti ve asist katkısı da yüksek değildi. Tottenham’daki ilk iki sezonunda çıktığı 24 lig maçının hiçbirinde galibiyet görememesi başına bela açabilecek bir istatistikti. Yine de sol bek Benoit Assou-Ekotto’nun Afrika Kupası’na gitmesiyle Harry Redknapp’in ona güvenmekten başka çaresi kalmayınca 2010’un Ocak ayında formayı aldı. Kamerunlu döndüğünde de geri vermek yerine sol açığa geçti ki bu, aynı zamanda Modric’in de bir yıllık aranın ardından orta sahanın ortasındaki yerine dönmesine vesile oldu.
Galli futbolcuların muhtemelen büyük bölümü gibi Bale’in de idolü Ryan Giggs’ti ve onun pozisyonuna geçiş yapmıştı. Inter maçının ardından vura vura gitmeye başladı. Skor katkısı giderek artıyor, artık kendisi bir idole dönüşüyordu. Ama asıl büyük patlamayı yapması için Andre Villas-Boas’ın göreve gelmesi gerekiyordu. Portekizli teknik adamın 4-2-3- 1’inde artık iyice durdurulamaz hâle gelen Bale, yeteneklerine yenilerini eklemeyi de ihmal etmiyor ve 2012’nin Şubat ayında Lyon filelerine ulaştırdığı iki frikikle resmen gövde gösterisi yapıyordu. 44 maçta 41 gol katkısıyla (26 gol, 15 asist) bitirdiği sezonun ardından yaz transfer döneminin en çok konuşulan ismi oydu.
Herkes onu Giggs’in son demlerini yaşadığı Manchester United’a yakıştırsa da Messi ve Suarez’in yanına Neymar’ı ekleyen Barcelona’ya cevap vermek zorunda olan Real Madrid, bonservis çıtasını çok yükseğe koydu. Başta 100 milyon euro telaffuz edildi, sonra Florentino Perez çıkıp 91 milyon olarak açıkladı. Gerçek rakamın 101 milyon olduğunu birkaç yıl sonraki Football Leaks hadisesiyle öğrendik. Bale, Cristiano Ronaldo’yu geçerek ‘Tarihin en pahalı futbolcusu’ unvanını almıştı ve o an kimse bunu bilmiyordu. Real Madrid’in onun için ne kadar zor bir sınav olduğunu daha iyi anlatan ne olabilirdi ki? Bale’ın süperstarlar dünyasına adım atarkenki istikameti, süperstarların en büyüğünün yanı olmuştu. En fazla ikinci adam olabilirdi ki işin kötü yanı, birinci adamla aynı mevkide oynuyordu.
Bale, içeri kat edip şut çekecek türden ters ayaklı bir kanat oyuncusundan ziyade basıp gidecek, hızıyla adam eksiltecek, bazen yarı sahanın ortasından bazense sıfıra inip orta açacak, yerine göre uzak köşeye Inter maçlarındakine benzer şutlar atacak özelliklere sahip bir futbolcuydu ama yeni takımında sağ kanada hapsoldu. Buna bir de sakatlık sorunu eklenince ilk iki ayında takıma katkıda bulunamadı. Ancak her şeye rağmen, arkasında harika bir sezon bırakmayı başardı. Ligde 27 maçta 28 gole katkı verdi, Şampiyonlar Ligi’nde altı gol atıp dört asist yaptı ki gollerinden biri final maçında dengeyi bozdu. Ama hepsinden unutulmaz olanı Kral Kupası Finali’nde Barcelona filelerine yolladığı dripling golüydü. Belki de onun dışında kimsenin atamayacağı, kendi özelliklerinin bir sentezi olarak özetlenebilecek o golün arkasında küçük bir detay daha vardı: Cristiano’nun sakatlığı nedeniyle sol kanatta oynaması.
Elbette takımın başındaki Carlo Ancelotti ve yardımcısı Zinedine Zidane’ın bu konuda elinden bir şey gelmiyordu. Orası Ronaldo’nun mevkisiydi ve o oynuyordu. Ne yapsa ikinci planda kalmaktan kurtulması imkânsız görünen Bale, Madrid’deki ikinci sezonunun ikinci yarısında düşüşe geçti. Yeteneklerini sergileyemiyor değil, âdeta sergilemiyor gibiydi. Çalım atmadan, orta yapmadan, şut çekmeden; dümdüz oynayarak bitirdiği maçlar oldu. Yine sonradan anlaşıldı ki bu süre zarfında Ancelotti ile sıkıntıları vardı. İtalyan teknik adam, Valencia maçında girdiği gol pozisyonunu bomboş durumdaki Benzema’ya pas vermeyerek harcayan futbolcusunu o dakika oyundan çıkarmıştı. Kendi ifadesine göre sonrasında Bale konusunda başkan Perez ile anlaşamadılar ve araları bozuldu. Bu yolun sonunda da kulüpten ayrıldı.
Düzenli olarak Manchester United’a transferi gündeme gelen Bale ise Ancelotti’nin ayrılıp sırasıyla Rafa Benitez ve Zinedine Zidane’ın göreve geldikleri 2015-16 sezonunda, toplamda üç kez sakatlanıp 15 maç kaçırmasına rağmen müthiş verimli oldu. Ligde 23 maçta 19 gol atıp 11 asist yaptı, penaltılarla kazandıkları Şampiyonlar Ligi Finali’nde takımının tek golü de yine onun asistiyle geldi. Bu kadar mı? Hayır. Ülkesini Euro 2016’ya götürdü. Elemelerdeki 11 gollerinin yedisini bizzat attı, ikisini attırdı. Yetmedi, tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası’na katılan Galler’i yarı finale kadar taşıdı. Burada ise tanıdık bir engele takıldı: 2-0’lık Portekiz zaferinin altında Ronaldo’nun imzası vardı. Ağustos ayında Ronaldo, Ballon d’Or’u kazandığında Bale onunla fotoğraf çektirdi ve bunu Instagram’da paylaşarak en büyük rakibi ve takım arkadaşını kutladı.
Real Madrid, takip eden iki yıl yine Şampiyonlar Ligi’ni alarak beş yılda dördüncü kez Avrupa’nın en büyüğü olurken; Bale de herhangi bir futbolcu için büyük işler yapıyordu. Artık iyice sıklaşan, o beş yıldaki her dört maçın birini kaçırmasına sebep olan sakatlıklarına rağmen 189 maçta 144 gole direkt katkı verdi. Yarım saat oynadığı 2018 finalinde Liverpool’a biri gerçeküstü iki gol atarak Di Stefano, Puskas ve Ronaldo’dan sonra kulüp tarihinin Avrupa finallerindeki en skorer oyuncusu oldu. 14 kupa kaldırdı. Ama potansiyeli ölçütünde bakıldığında, bir şeyler hep eksik kaldı. Dünyanın en yetenekli futbolcularından biri, dünyanın en iyi takımlarından birinin, tarihinin en iyi dönemlerinden birinde, potansiyeline ulaşamadı. Ronaldo kadar bile olabilirdi ama onun gölgesinden kurtulamadı.
İşte tam da bu nedenle; maçın adamı seçildiği Liverpool finalinin ardından mikrofona şöyle konuştu: “İlk 11’de kendimi göremeyince hayal kırıklığına uğradım. Her hafta oynamak istiyorum ve burada olmayacaksa düşüneceğim. Menajerimle oturup konuşmamız gerek.” Zidane da onun gitmesini ve başka transferler yapılmasını istiyordu. Ancak ayrılan, finalden sadece beş gün sonra Zidane oldu. Altı hafta sonra ise Ronaldo’nun dokuz yıllık görkemli Real Madrid kariyerinin bitişine şahit olduk.
Ronaldo’nun Juventus’a transferinin ardından herkes Bale’dan Real Madrid’in yeni itici gücü olmasını bekliyordu. O da hiç fena başlamadı. İlk haftalarda gollerini sıralarken verdiği röportajda Ronaldo’nun gidişinin takımı rahatlatmış olabileceğini ve artık takımın bir oyuncuya endeksli olmak yerine tek parça hâlinde hareket ettiğini söyledi. Ancak formunun devamını getiremedi. Takım ligde dökülüp Şampiyonlar Ligi’ne henüz ikinci turda veda ederken Bale hiç de özel bir performans göstermiyordu.
Dahası, takıma liderlik edecek bir karakteri de yoktu. Hâlen İspanyolcasını geliştirememişti. Marcelo, onunla jest ve mimiklerle anlaştıklarını söylemişti. Courtois ise Belçikalı medya kuruluşu HLN’ye yaptığı açıklamada “Çok büyük bir yetenek ama maalesef parlamasına engel olan bir şeyler var” diyor ve bir anısını anlatıyordu: “İspanyollar geç yaşıyor. Sabah idmanlarımız da 11’de. Bir gece bütün takım yemeğe çıktık. 1’e kadar dışarıdaydık. O gece Kroos ve Bale gelmediler. Bale’in 11’de yatağa girmesi gerekiyormuş.” Galli yıldız gerçekten de ne İspanyol kültürüne adapte olmak ne de takım arkadaşlarıyla bağ kurmak adına çaba sarf etmişti. Boş zamanlarında koştuğu ilk yer golf sahasıydı. Diğer oyuncular arasında alay konusu olan bu tutkusu, bitmek bilmeyen sakatlıklarının da sorumlusu olarak görülüyor, gitgide bu iddialar basına da yansıyordu. Kısacası Bale, Madrid için bütün albenisini kaybetmişti.
Onun için en büyük kayıp ise, ilk günden beri arkasında duran Perez’in desteğiydi. Zidane’ın dönüşüyle de çember iyice daralmıştı. Radioestadio’nun haberine göre, kulübede başlayıp bitirdiği son hafta maçının ardından soyunma odasında “Üç yıl daha sözleşmem var. Gitmemi istiyorlarsa, yıllık 17 milyon euro vermek zorundalar. Vermezlerse kalırım. Oynatmazlarsa da golf oynarım” diyordu. Yaz boyunca ismini Pogba ve Neymar’a karşı takasta kullanılacak oyuncu olarak duyduk. Bayern ile oynadıkları hazırlık maçından sonra Zidane, oyuncusunun kadroda olmamasının sebebini kulübün onun satışı üzerine çalışması olarak açıkladı ve bu işin bir an önce bitmesini umduğunu ekledi. Fakat üç gün sonraki Arsenal maçında Bale oyuna girip gol bile attı. Derken Çin’e transferi gündeme geldi. Gerçekleşse tarihin en çok kazanan futbolcusu olacaktı. Sonra Madrid yönetiminin bu transferi iptal ettiği açıklandı. Garip sürecin sonunda, yeni sezonun ilk haftasında, hiçbir şey olmamış gibi sahadaydı.
Neticede, bir ikon olarak futbol tarihine geçmesi beklenen Gareth Bale, 30 yaşında Çin yoluna düşmekten son anda döndü. Potansiyeline ulaşması için vakit çok geç. En iyi ihtimalle, başka insanların hayallerini süsleyen o gecelerden birkaçını daha yaşabilir. Eh, bu da bir şey.