Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BasketbolAykırı

Allen Iverson, 1996’da NBA’e adım attı ve uzun yıllar ligi etkiledi. Iverson’ı ilk sıradan seçen, dönemin Philedelphia 76ers Genel Menajeri Brad Greenberg yıldızını anlattı.

1996-97 sezonu öncesinde Philadelphia 76ers tarafından genel menajerlik görevine getirilmiştim. İlk işim, birinci sıradan seçim yapacağımız NBA Draft’ına hazırlanmaktı. 76ers için en doğru ismi bulmak zorundaydım. İki, üç ve dört numaralarda iyi oyuncularımız vardı: Bir önceki yıl draft edilen Jerry Stackhouse, kısa forvette çok iyi bir profesyonel olan Clarence Weatherspoon ve dört numarada da Derrick Coleman… Bu yüzden, rakip takımlara problem yaratabilecek bir pivot ya da bir oyun kurucuya odaklanmıştık. Marcus Camby, o draft sınıfındaki dikkate değer tek pivottu ancak karşımızdaki en iyi oyun kurucu olan Iverson’dan önce seçilebilmek için pozisyonunda biraz ince kalıyordu. Bu yüzden, odaklanmam gereken ismi biliyordum ve ona yoğunlaştım.

Kolejde ve ABD Milli Takımı’nda kendisiyle birlikte çalışma fırsatı bulan koçlarla konuştum. Ayrıca kendisiyle de görüşüp fikir alışverişinde bulundum. Allen’la bolca vakit geçirdim. Karşımda nasıl biri olduğunu anlamak için, Georgetown’daki koçu ve benim de arkadaşım olan John Thompson’ın görüşleri çok değerliydi. Allen, Virginia’nın sahil tarafındaki Tidewater bölgesinde yetişmişti. O yıllarda Virginia’da bir basketbol programının başında olan eski basketbolcu Boo Williams’ın takımında oynamıştı. Ben de kolejde Boo Williams’ın koçluğunu yapmıştım. Bunların dışında, lisedeki antrenörünü de yakından tanıyordum. Durum böyleyken, draft öncesi Allen hakkında bilgi edinmem zor olmadı ve öğrendiklerim, tercihimi keskinleştirdi. İçim rahattı, Allen’ı seçecektim.

Yine de her şeyden emin olmak zorundaydım. Bu yüzden, 1996 sınıfının yıldız adaylarını haftalar öncesinden bireysel antrenmanlara çağırdık. Stephon Marbury, Ray Allen, Marcus Camby, Kobe Bryant ve Allen Iverson… Her birini fiziksel ve psikolojik testlerden geçirdik. Sonrasında, fikirlerimizi onaylamak adına Allen’ı ikinci bir denemeye daha çağırdık. Tüm süreç boyunca listenin başında Allen Iverson vardı ve bu durum hiç değişmedi. Elbette diğer isimleri de görmek istedik ama hiçbir zaman “Allen mı, yoksa başka biri mi?” şeklinde bir ikileme düşmedik.

Birinci sıradan seçim yapacak her genel menajerin işi zordur ama ben şanslı sayılırdım; çünkü Allen, bariz biçimde diğerlerinin önündeydi. Tamam, tarihin en güçlü draft sınıflarından biriydi; Kobe Bryant, Ray Allen ve Steve Nash gibi birçok özel oyuncu ihtimaller dahilindeydi. Ancak göreve geldiğim yaz, takım çok kötü durumdaydı ve sadece iyi bir oyuncuya değil; takıma enerji, heyecan ve karakter kazandıracak bir figüre ihtiyacımız vardı. Bu da bizi tüm ihtimaller arasında bir isme götürüyordu.

Allen; izlemesi heyecan verici, çok hızlı, çok çabuk ve sert biriydi. Oyunu arka alandan domine edebilecek bir tarza sahipti. 1996 sınıfı içinde bire birde savunulması en zor isimdi. Ben genel menajerlik görevine başlamadan önce bile, ilk sıra seçimi için favori gösterilen isim oydu. 76ers’la görüşmelerde bulunduğum sırada bu konu da gündeme geldi tabii ve listenin başında o vardı. 76ers, bir oyun kurucu; Philadelphia şehri de büyük bir yıldız arıyordu. Ve Allen, gerek basketboluyla gerek karakteriyle bu gömleği giymek için yaratılmıştı.

Bir kere, kendisinden başka kimseye benzemeye çalışmayan biriydi. Maskelere ihtiyacı yoktu. Dürüst bir karakterdi. Elbette kariyeri boyunca hatalar yaptı ki kendisi de bunun farkındaydı. Ona bir soru yönelttiğinizde size kesinlikle dürüst cevaplar verirdi. İsyankâr bir tarzı vardı; dövmeler, bol kot pantolonlar, zincirler… Bu açıdan, yeni tip bir NBA oyuncusuydu. İnsanlar, bu farklılıkları gördüler ve onun hakkında bir şeylerin ters olduğunu düşündüler. Ama takım arkadaşlarıyla konuştuğunuzda, Allen’ı çok sevdiklerini görüyordunuz. Hatalar yaptı mı? Yaptı. Genç biriydi ve öğrenmesi gereken şeylerin varlığı konusunda bizimle hemfikirdi. Geldiği yeri düşündüğünüzde, başka bir şansı olmadığını da görüyordunuz. Annesi çok genç yaşta hamile kalmıştı, yanılmıyorsam 14 ya da 15 yaşındaydı. Etrafta bir baba figürü yoktu. 20’li yaşlarına basmamış genç bir anne ile birlikte büyüdü. Böyle bir ortamda hayat size fazla şans sunmaz, gerçekten hızlı büyümeniz gerekir. O da bunu yaptı ve henüz çocuk yaştayken ailenin erkeği oldu.

Iverson'ın Georgetown'daki kolej günlerinden... (Getty Images)
Iverson’ın Georgetown’daki kolej günlerinden… (Getty Images)

Allen’a karşı hep büyük bir saygı besledim. Kendisini sonuna kadar zorlar, sakatken bile oynamaya çalışırdı. Daima kazanmak ister, takımına liderlik ederdi. Arkadaşlarına da çok sadıktı. Birçok insan, arkadaşlarıyla çok fazla vakit geçirdiği için onu eleştiriyordu ama ben hiçbir zaman bunda bir sakınca görmedim. Sadece onlara yardımcı olmaya çalışıyordu. Birileriyle birlikte büyüdüyseniz, bu bir şeyleri de birlikte başardınız demektir. Ten rengi beyaz olsaydı, arkadaşlarıyla vakit geçirdiği söylenecekti ama siyah tenli olduğu için, ‘arkadaş çevresi’ yerine ‘çete’ denmeye başladı. Bu hiç de adil değildi. Medya o dönem, Allen’ı gerçekten kötü biri olarak resmetti. Çok büyük haksızlıklara maruz kaldı.

Neyse ki buna alışkın bir karakterdi ve bunlardan çok etkilenmedi. Sonuçta, daha lisedeyken başrolünde olmadığı bir kavga nedeniyle hapis cezası almış ve hayatının bir dönemini içeride geçirmişti. Siyah olmasa muhtemelen o cezayı almaz, mahkeme sonucu için 18 yaşını doldurması beklenmese de hapis yatmazdı. Neyse ki şehrindeki insanlar kendisine sahip çıkmış ve valinin affıyla serbest kalmıştı. Yoksa Allen, tüm samimiyetimle söylüyorum ki kötü biri değildi; sadece aykırıydı ve büyümeye çalışıyordu. Diğer oyuncular, çoğunlukla menajerlerinin söyledikleri şeyi tekrar eder ya da ketum olurlardı. Allen ise içtendi, bazı konularda problem yaşaması durumunda nasıl reaksiyon vereceğini sorduğumda cevabı çok netti; “Brad, bak; eğer s.çıp batırırsam bunun sorumlusu benim, başkası değil” demişti.

Saha dışında işleri batırdığı oldu ama saha içinde asla bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Hatta şöyle söyleyeyim; Allen, tarihteki tüm undersized (ufak tefek) oyuncuların en iyisiydi. NBA tarihinde maç başına sayı ortalamasında zirvede yer alan isimlere bir bakın: Michael Jordan, Wilt Chamberlain, Elgin Baylor, Kevin Durant, LeBron James, Jerry West ve Allen Iverson… Üstelik o, bu listede kariyeri boyunca kendisini kanıtlamak için en çok yırtınması gereken, basının saldırılarına en çok maruz kalan isimdi.

Nasıl bir saldırıdan bahsettiğimi anlamanız için şöyle bir örnek verebilirim; hangi dönemdi tam hatırlamıyorum ama üst üste beş maç 40 sayının üstüne çıkmıştı ve basın bu gelişmeyi “Tek kişilik gösteri!”, “76ers iyi durumda değil” gibi başlıklarla görmeyi tercih etti. Hadi ama… Dalga mı geçiyorsunuz? Birinin diğerlerinden fazla top kullanması gerekiyordu ve bu isim elbette Allen’dı. Aksi saçmalık olurdu. Üstelik, bu durum takım içinde herhangi bir problem de yaratmıyordu. Jerry Stackhouse da henüz ikinci yılında, genç bir oyuncuydu ama kısa süre içerisinde Allen’ın gerçekten ‘özel’ bir yetenek olduğu anlaşılmıştı ki bunu anlamamak mümkün değildi zaten.

Açıkçası, üstünden 20 yıl geçse de geriye dönüp baktığımda kendimi epey şanslı hissediyorum. NBA tarihinin en büyük yıldızlarından birinin lige adım atışında öyle ya da böyle pay sahibiyim. Bir yandan büyümesine tanıklık ederken, diğer yandan maç başına 30 sayı attığı maçları izledim. Hem de en yakından, en önden… Sırf bunun için bile Allen’a teşekkür etmem gerekir.

Ve umarım bir gün, Allen’ın hakkını vermeyenler de bu gerekliliklerini yerine getirir.

Bu yazı, Socrates Dergi’nin Ocak 2017 sayısında yayımlanmıştır.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Umut Işığı

Umut Işığı

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce