Sağı solu belli olmayan havasıyla müsemma Melbourne, yine çalkalıyor. Bir yağmur yağıyor, yirmi dakika sonra yakıcı güneş…
Bu değişken hava yüzünden kadınlarda yarı final maçları esnasında kort bir kapanıp bir açıldı. Akşamki Novak Djokovic-Roger Federer yarı finali de aynı. Kapatsan bir türlü, kapatmasan bir türlü.
Yarı final maçlarına giriş hakkım yoktu, o yüzden maçları kort dışında izledim. Cuma günü şehir merkezinde sık gittiğim pizzacıdaydım. Çalışanların yarısı Hint kökenli olduğu için bir ekranda MCG’de oynanan Hindistan-Avustralya kriket maçı açıktı; diğer ekranda ise kriketin 500 metre ötesindeki Andy Murray-Milos Raonic yarı finali…
Üç yıldır tenis muhabbeti ettiğimiz meraklı pizzacı, Raonic’i göstererek ‘Bu çocuk gerçekten çok iyi. Biliyor musun dostum, artık tenis burada (eliyle başını göstererek) oynanıyor, zihinde. Yoksa herkes aynı topları vuruyor’ dedi. Benim diyen yorumcunun sergileyebileceği türden bir bakış açısı. ‘Geçen bir yorumcunun anlattığını dinledim…’ diyerek devam etti anlatmaya. Hah dedim, anlaşıldı bu derinliğin nereden geldiği!
İk gün önce yarı final listesi belirlendiğinde Andy Murray ve Novak Djokovic, rakiplerinin bir adım önünde görünüyorlardı. Tahminler ayrıntılardaki ufak sapmalarla tuttu.
Hesapta olmayan, Djokovic-Federer eşleşmesindeki performans farkıydı. Öyle sanıyorum ki, Federer’in ilk iki sette düştüğü durum, uzun süre hafızalardan silinmeyecek, hatta benzer ‘acizlikler’ için referans bile gösterilecek. Aslında Federer bu iki sette kötü tenis oynamadı. Ama karşısında öylesine seri bir tenis üretimi vardı ki, süre bir saate varmadan iki set öne geçen Djokovic’ten daha ‘defolu vuruş’ görmemiştik. Neyse ki üçüncü setin ortasında Fed bir servis kırdı da, bizler de maçı ‘tenisin en acı verici anları’ arasına yazmaktan kurtulduk.
Murray-Raonic’te maç çok daha çekişmeli ve uzundu. Sonuçta gülen taraf 2 numaralı seribaşı oldu. Ama kaybetse bile Milos Raonic’in artık rüştünü ispat etmediği kimsenin kalmadığını söylemek lazım. Kanadalı tenisçiye güvensiz bir kısım tenis meraklısı da sanıyorum burada gördüklerinin ardından fikrini değiştirdi. Aslında maçın iki kazananı oldu, ama birisi finale yazıldı.
Son bir not, Andy’nin finalde tribünlerce daha fazla sahiplenileceğini iki hafta boyunca zaten sezdik, bir kez daha belirtmekte mahsur yok.
Kadınlara gelince… Serena Williams’ın hiç yenilmediği Agnieszka Radwanska’ya burada kaybetmesi çok düşük ihtimaldi elbette, ama maç daha kaliteli olabilirdi. Serena çok tatsız geçen bir maçın ardından kazanan taraftı. Radwanska için bazen WTA Turu’nun Ferrer’i demek çok mu tekdüze bir tanım olur diye düşünsem de, Polonyalı’nın yarı finaldeki haline bakınca aklıma daha oturaklı bir tanım gelmiyor.
Diğer yarı final, Williams-Radwanska’ya kıyasla daha izlenesiydi. Johanna Konta biraz daha az basit hata yapsa belki üç setlik bir klasik izleyecektik, ama İngilizin basit hatalarına Alman Angelique Kerber’in deneyimi de eklenince maç iki sette bitti.
Kimileri kadınlar şampiyonluk kupasını sahibine teslim edip (hatta erkekleri de!), erkekler finalini beklemeye başladı. O kadar emin olmayın. Cumartesi günü kolay teslim olacak bir oyuncu göremiyorum. Angie kaybedebilir, ama finalin hakkını teslim eder.
Bu arada turnuvanın son haftasındaki legends maçları da kendi seyircisini oluşturmuşa benziyor. İkinci hafta ucuz bileti alanların pek çoğu bu maçlarda vakit geçiriyor ve açıkçası bir hayli eğleniyor. Palyaçodan farkı olmayan Mansur Bahrami, Henri Leconte gibi vazgeçilmezlerin yanında bu yılki turnuvada Thomas Enqvist, Magnus Norman, Mats Wilander gibi Kuzeyliler de var. Kadınlarda ise Lindsay Davenport, Kim Clijsters, Martina Navratilova, Barbara Schett gibi oyuncular raket sallıyor. Eğer çiftler maçı izlenecekse, seyirci için ideal bir seçim olması sizce de doğal değil mi?