Melbourne Park, ikinci tur maçlarının oynandığı çarşamba ve perşembe günleri izleyiciler için ideal denebilecek koşullara sahipti. Her köşeye güzelce serpiştirilmiş keyifli maçlar, 20-25 derece aralığında mayhoş bir hava, bir ara serinlik olsun diye inceden yağan yağmur ve bolca eğlence…
Avustralya Açık’ta tablo eksilmeye devam ederken, ‘numaralılar’ her zamankinden hızlı tükeniveriyor. Tek kadınlarda 12 seribaşının elenişiyle -32 seribaşı sisteminin başladığı 2001’den bu yana- tarihin en yüksek rakamına ulaşılırken, ikinci turda da altı seribaşı turnuvaya veda etti. Bu isimler arasında geçen hafta Sydney’den Melbourne’e şampiyonluk kupası getiren Sveta Kuznetsova ve Çeklerin ağır topu Petra Kvitova da yer aldı.
Üçüncü tura çıkanlar arasındaysa, neredeyse WTA ofis çalışanlarının bile tanımadığı tenisçiler var desek abartmış olmayız. Dördüncü tura çıkma maçı yapacak olan Daria Kasatkina, Margarita Gasparyan, Laura Siegemund, Şuai Zhang ve Naomi Osaka’nın, her birini tereddütsüz tanıyabilecek birini etrafta görmek zor. Böylesi bilinmezlerle bezeli bir ana tabloda başka sürprizlere de hazırlıklı olmak gerekiyor.
Mücadeleye övgü
Sabine Lisicki-Denisa Allertova maçını izlerken bir nokta dikkatimi çekti. Hakem maç öncesinde oyuncu tanıtımı yaparken, “Sandalyemin solunda Çek Cumhuriyeti’nden Denisa Allertova” dediğinde korttaki 500 kişiden çıt çıkmadı, Lisicki anonsuyla ise bir alkış kopuverdi. Doğaldır; Wimbledon finali oynamış bir oyuncu olan Alman raketi herkes tanıyordu ancak daha iki yıl önce İstanbul’da Lale Cup’ı oynarken buralara gelen Allertova’yı bilen yoktu. Ama maç ilerledikçe Allertova’nın mücadelesi, tribünleri de yanına doğru çekti.
Burada çok net bir şekilde gözlemlediğim şey, insanların ortalama maçlarda -eğer oyuncu Avustralyalı değilse- kimin oynadığıyla pek ilgilenmemesi. Genel olarak kendilerini eğlendirip, ilginç hareketler yapanlara, gençlere ya da bilinmedik ülkelerden gelenlere destek verme eğilimindeler. Kortta mücadele edeni ise hemen ödüllendiriyorlar. Elbette forma ya da doğduğu ülkenin bayrağına sarınıp maça gelenler hariç. Onlar için vatanlarından gelen oyunculardan başkası önemli değil. Ha bir Davis Kupası maçı ha Avustralya Açık ikinci turu. Farkı yok.
Bu forma mevzusu, Avustralya seyircisinin de en ayırt edici özelliği galiba. Çok kültürlülükten ileri gelen renkli seyirci profilini ve her çeşit futbol takımı formalarına bezenmiş yüzlerce seyirciyi coşku içindeyken görebiliyorsunuz.
8 numaradan gelen ‘ışık’
Slam izlemenin eşsiz keyiflerinden birine üçüncü günün akşamında tanık oldum, onu paylaşarak bitireyim.
Akşamın son maçı için gezinirken yolum 8 numaralı korta düştü (Son iki gündür aynı kortu ne kadar çok ziyaret ettiğimi sonradan fark ettim). Aynı anda Hisense’te Nick Kyrgios oynadığı için ‘Aussie’ çoğunluk oraya odaklanmıştı. Rod Laver’da ise Novak Djokovic korttaydı. Dış kortlarda maçlar bitmiş, ışıklar sönmüştü. Bir ya da iki tanesinde antrenman vardı.
Böylesi boş bir anda kort turu yaparken 8 numaradan gelen ‘ışığa’ doğru gidiyorum. Monica Puig ve Kristina Pliskova, bir köşede 400 kişiye maçlarını oynuyor. Ben de orada kaldığım süre içinde çevrilen üç maç puanına ve Puig’in müthiş geri dönüşüne tanık oluyorum. “Bilet almışım kardeşim, son topa kadar izlerim”ci 400 kişi, geceyi bu ücra kortta ettiklerine memnun. Dokuz saattir izledikleri tenisin en lezzetli yerinin tadına varmakla meşguller…
Bu sürpriz tatlar, yalnızca slam turnuvalarında karşınıza çıkıyor. Bilinmedik bir köşede yazılan tarihçeye ortak oluyorsunuz durduk yerde. “Oradaydım” diyerek…