Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BisikletHayat Var

Andy Schleck başarılar ve hayal kırıklarıyla dolu bisiklet kariyerini, emeklilik dönemini, yeni hayatını Socrates’e anlattı.

 

Andy Schleck meşgul. Gözyaşlarını tutamadığı bir basın toplantısıyla bisikleti bıraktığını açıklamasının üzerinden bir sene geçti ve şu an telefonun diğer ucunda. Heyecandan yerimde duramıyorum ama beklemeliyim. Çünkü Andy’nin bitirmesi gereken bir iş var. Özür diliyor ve “Senin için br mahsuru yok değil mi?” diyor. Evet, Andy. Bir mahsuru yok. Bebeğine mama yedirebilirsin. Sadece telefonu çok uzağa koyma, duyamayabilirim. Röportaj süresince ben soruları soracağım, Andy cevaplayacak ve küçük oğlu arkadan bağıracak. Bu gerçeği kaydı çözerken sıkça hatırlayacağım.

İlk soru, ilk cevap. Bunun ısınma turu olmasını beklersiniz fakat öyle olmuyor. Lüksemburglu, çok geçmeden “Hiçbir şeyden pişman değilim” diyor. Bu, iki tekere veda ettiğinden beri en sık kullandığı cümle. Şık, kullanışlı, manşete uygun. Fakat aynısını zaten başka gazetecilere de söylemedi mi? Defalarca. Peki gerçekten hiçbir şeyden pişman değil mi? Modern zamanların gördüğü en büyük yeteneklerden biri olarak kıyısında dolaştığı zaferlerden, aldığı ikinciliklerden rahatsız olmuyor mu?

“Her zaman iyi adam olmaya, her zaman kendim için doğru gördüğüm, adil gördüğüm şeyi yapmaya çalıştım. Beni şimdilerde mutlu bir insan yapan bu. Birçok gazeteci bana ‘Andy, sen bir şampiyon olmak için göstermen gereken agresif tavırdan hep yoksundun’ diyor fakat ben bir şampiyon olduğuma inanıyorum. Hâlâ bir şampiyonum. Hiç de değişmedim. İlk günden itibaren ihtiyacı olan herkese yardım etmeye çalıştım. Bisikletçi olduğum için ya da kazanmak istediğim için değişecek değildim.”

Veda günü bisiklet dünyasında büyük bir fırtına kopmuştu. Andy Schleck’i kariyeri boyunca eleştirenler, yeteri kadar profesyonel olmadığını belirtenler bile Lüksemburglu iyi aile çocuğunun emekliliğini güzel sözlerle selamlıyordu. Saygıda kusur etmeyen rakipleri arasında Alberto Contador vardı. İspanyol bisikletçi, eski meslektaşını “Bugüne dek sahip olduğum en büyük rakip” şeklinde tanımlıyordu. İkilinin yaşadığı savaşa rağmen iyi geçindiğini, çok iyi arkadaş olduğunu mu düşünüyorsunuz? Andy, bu inancı boşa çıkarabilir:

“Geri dönüp baktığımda yaptıklarımdan gurur duyuyorum. Öncelikle, bu gururun nedeni çok güzel bazı zaferlere sahip olmam. Ama bundan da önemlisi her zaman adil yarışan bir sporcu oldum. Fair play’e inandım. Hiçbir zaman doping yapmadım, kimseyi kandırmadım, Alberto Contador’la ilişkim bile her zaman saygı çerçevesinde oldu. 2010 Port de Bales tırmanışında zincir problemi yaşadığım sırada bana karşı atak yapmasını bile affettim. Ertesi gün televizyona çıktım, beni destekleyen milyonlarca insana, yol kenarındaki seyircilere Contador’a saygılı davranmalarını rica ettim.“

Oh Andy, “Contador’la ilişkim bile” ne demek? Buna daha sonra geleceğiz.

Nereye Gitti Bahar?

Yazarlar ve okuyucular düşmüş yıldızları sever. Bu yüzden Micheal Jordan’ın 50. doğumgününde Amerikalı gazeteci Wright Thompson’a anlattıkları çok konuşuldu. Zira kazanılabilecek her şeyi kazansanız bile hayat en büyük beladır. Sizi orada bekler. 20. yüzyıla damgasını vuran bir başka spor kahramanının hikâyesi de buna benzerdir. Bir zamanlar Marilyn Monroe ile evli olan beyzbol efsanesi Joe DiMaggio hakkında Gay Talese’nin kaleme aldığı yazıda dramatik bir sahne vardır. Monroe ile DiMaggio, Tokyo’da balayına giderler. Bir Amerikalı generalin ricası üzerine Monroe orduyu selamlamaya gider. Dönüşünde büyülendiği manzarayı eşine anlatır: “Joe inanılmazdı. Böylesine bir şeyi hayatında görmemişsindir.” DiMaggio’nun cevabı “Gördüm” olur.

Andy Schleck bu adamlar kadar kazanmadı. Yanlarına bile yaklaşamadı. Ama çok sevildi. 2007 ile 2012 arası belki de bisikletin en sevilen yüzüydü. Dopinge bulaşmamış, medyayla ve seyircilerle kurduğu ilişkilerde her zaman çok nazik ve güleryüzlü olmuştu. Daha da önemlisi, muhteşem yarışmıştı. Dağlarda onun kadar heyecan veren hiç kimse yoktu. Sıska vücudu ve bacaklarıyla 19 yaşında girdiği profesyonel bisiklet dünyasında fark yaratmış, en baştan tarzını ve korkusuz ataklarını belli etmişti. 2011 Fransa Bisiklet Turu’nda Galibier tırmanışında kazandığı etap, kısa sürede bisiklet tarihinin en büyük klâsiklerinden birine dönüşmüştü.

Bu yüzden Lüksemburglu hâlâ hatırlanıyor. Peki o ne yapıyor? Bisikleti özlüyor mu? “Elbette. Fakat yeni bir perspektif edinmeye çalışıyorum. Bebeğimin büyümesini izlemek harika bir deneyim. Bisiklet hayatımın büyük bir parçası oldu. Bu işte iyiydim, dünyayı dolaştım, insanlar beni tanıdı, zaferler kazandım. Ama artık başka hedeflerim var. Ocak 2016’da kendi adımı taşıyan bir bisiklet dükkanı açacağım…”

Lütfen Andy, bisiklet dükkanından sonra konuşalım.

Anlatmaya devam ediyor. Benim aklım ise soruda. Acaba şimdiki yarışları nasıl izliyor? Bu soru, birkaç dakika sonra başka şekilde cevabını alıyor. Doping cezasından dönen ağabeyi Frank Schleck’i sorduğumda Andy şöyle diyor: “Frank’le çok iyi bir ilişkimiz var ama her zaman hayata ve dünyaya bakışımız farklıydı. Bence onun çok büyük bir özgüven eksiği var. Hiçbir zaman ne kadar yetenekli olduğunun farkına varmadı. Mesela 2015 İspanya Bisiklet Turu’na bakın. Harika bir etap kazandı. Ama genel klasmanda üstünde olan Mikel Landa gibi isimleri izlediğimde Frank’tan daha yetenekli olduklarını düşünmüyorum. Frank hep çok daha yukarılarda olmayı hak etti.”

Büyük yazarlar başka yazarlardan söz ettiklerinde aslında kendilerinden bahseder. Bu, büyük bisikletçiler için de geçerli olabilir. Andy günümüz bisikletini yakından takip ediyor ve muhtemelen hâlâ tepedekiler kadar iyi olduğunu düşünüyor. Bu anekdotta Marilyn Monroe yok, Mikel Landa var ama benim DiMaggio anım da bu olsun.

İkinci Basamak

İki teker, Schleck Kardeşler için bir aile geleneği. Andy ve Frank’tan önce babaları Johny tanınan bir bisikletçiydi. 1970’lerde kariyerine başlamış, hiçbir zaman bir yıldız olamamış, başkalarının hizmetinde parlak bir domestik olarak adını duyurmuştu. Fakat bir sorun vardı. Johnny, bisiklet tarihinin tartışmasız en büyük ismi Eddy Merckx’e karşı yarışıyordu. Johny, Merckx’in karşısındaki isimlerin domestiğiydi. Bu yüzden belki de yenilmenin ne demek olduğunu en iyi bilenlerden. Peki Baba Schleck, sürekli anılarını anlatan ihtiyarlardan mıydı? Hayır diyor Andy: “Babam pek anılarından konuşmazdı. Bisikletin ne kadar tehlikeli bir spor olduğunu, profesyonel olma uğruna nasıl fedakârlıklar yapıldığını yakından biliyordu.”

1985 doğumlu Andy babasını hiç canlı izlememişti. Belki de bu yüzden ilk tercihi bisiklet olmamış: “Spor önce yan bir meşgale olarak başladı. Futbol oynadım, yaklaşık beş senelik başarılı bir buz hokeyi deneyimim oldu, teniste pek parlak değildim, sonunda bisiklette karar kıldım. Şansım yaver gitti ve devam ettim.” Babasının ise tek bir ricası varmış. Eğitimini tamamlaması. Andy, bunun ülkesinde bir hâyli zor olduğunu itiraf ediyor: “Almanya, Fransa gibi ülkelere baktığınızda çok başarılı sporcuların uzun yıllar eğitimlerine de devam ettiklerini görürsünüz. Lüksemburg’un tarihinde çok fazla büyük sporcu yok. Bu yüzden eğitim sistemi de buna uygun değil. Okula giderdim, öğlen eve gelirdim. Çalışmamı da buna uydurmaya çalışırdım. Bu sayede diplomamı almayı başardım.”

İşler bir süre Andy için yolunda gitti. En ünlü antrenörlerden Cyrille Guimard’ın elinde pişmesi, VC Roubaix amatör takımında Fransız bisiklet adamının tedrisatından geçmesi Lüksemburglu için büyük bir şanstı. Eski antrenörünü şöyle anlatıyor: “Yeteneği koklayabiliyordu. Beni ilk kez izlediğinde sadece 20 dakika bisiklet üzerinde olmam yetti. Yanıma geldi ve ‘Andy, önünde büyük bir kariyer uzanıyor’ dedi. Tek istediği, sabırlı olup çalışmamdı.”

Genç isim çalıştı. Bugün, ona yöneltilen bazı eleştirilere bu yüzden tepki gösteriyor: “Her zaman hayal kurdum. Ama en başta Fransa Bisiklet Turu ya da Liege-Bastogne-Liege kazanabileceğime inanmıyordum. Fakat çok çalıştım, hedeflerimi hiç küçük tutmadım. Profesyonel olduğum ilk seneyi hatırlıyorum. Sezon başlamadan yaptığımız çalışma kampında o kadar emek harcıyorduk ki odanın yolunu zor buluyordum. Lâkin odaya gelmelisiniz ve ertesi gün kalkıp yeniden çalışmalısınız. Yeniden, yeniden, yeniden. Bu çalışma sürekli devam etmeli. O yüzden insanların bana ‘Sen yeteneğe sahiptin, yeterince çalışmadın demesinden’ hoşlanmıyorum. Baktığınızda şu an profesyonel seviyeye ulaşan herkes yetenekli. Zaten yetenekli olmayan biri o seviyeye çıkamaz. Yeteneğiniz olsa bile çalışmak zorundasınız.”

Çalıştı ama o kadar da sabırlı değildi. İlk İtalya Bisiklet Turu’na 2007’de katıldığında çevresindeki herkes rahat olmasını, sadece tecrübe edinmek için Giro’da olduğunu ona hatırlatıyordu. Andy, takvimin Le Tour de France’tan sonraki en zorlu ikinci yarışını 21 yaşında ikinci sırada bitirdi. Yükselişi devam edecekti. 2008’de Fransa Bisiklet Turu’nu 12. bitirdi. 2009’da bu kez zirvenin yakınındaydı, Le Tour’u ikinci bitirdi. 2010’da yine ikinci olmuştu. 2011’de bir kez daha ikinci basamak Lüksemburglu bisikletçinindi.

“Giro’da ilk ikinciliğimi beklemiyordum. O sene yarış başlarken ilk 30’da bitirmek veya ilk 15’e çıkmak hedefimdi. Fakat çevremdekiler sakin olmamı söylüyordu. Sakin olmamı, yavaş yavaş deneyim kazanmamı istiyorlardı. Ama ben denemek istedim. Cesaretim ve yeteneğim vardı, atak yaptım. Bu sayede genel klasman ikinciliğini aldım. Daha sonrasında işler kolaylaştı. İyi olduğumu anladım. İlk kez Fransa Bisiklet Turu’nda ikinci olduğumda bu da beni çok mutlu etti. Fakat bir noktada ikinciliğin bana yetmediğini anladım. Kazanmak istedim. Daha fazla çalıştım, daha fazla özel antrenman yaptık. Ancak hayatım boyunca hiç Paris’te ilk basamağa çıkamadım. Yine de bundan zerre pişmanlık duymuyorum. Zira ben ne yaptığımdan çok bunu nasıl yaptığıma bakıyorum. Sadece çok çalıştım. Yıllar boyunca evime çok nadir uğrayabildim, ailemi çok az gördüm. Fakat bir noktada olmadı. Yine de bununla mutlu olmalısınız. İkincilik de bazen fena değildir. Ben elimden geleni yaptım. Daha fazla kazanabilir miydim? Bilmiyorum ama yapabileceğim daha fazla şey yoktu.”

Andy, bir kez daha hiçbir şeyden pişman olmadığını söylüyor.

Ne Ekersen Onu Biçersin

Contador, çoğu ikinciliğin sebebiydi. Andy ile hep savaştı ve genelde kazanan taraf oldu. 2010 Fransa Bisiklet Turu aralarındaki en özel mücadeleydi. Port de Bales tırmanışında sarı mayo sahibi Andy atağı başlatmış, birkaç saniye sonra zincir probleminden ötürü durmak zorunda kalmıştı. Bisikletin yazılı olmayan kurallarına göre sarı mayo problem yaşadığında rakiplerinin beklemesi gerekiyordu. Contador, Andy’nin sorun yaşadığını görmesine rağmen beklemedi, atağını yaptı ve ona 2010 Le Tour’u getiren farkı elde etti. Lüksemburglu o etabından ardından “İliklerime kadar öfke doluyum” açıklamasını yapmıştı. Bugünlerde hâlâ zincir vakasını hatırlıyor: “O gün Contador avantaj elde etti. Fakat daha sonra, o yılki Fransa Bisiklet Turu’nda doping yaptığı ortaya çıktı ve şampiyonluk bana verildi. Bu yüzden hayatta yaptığınız hiçbir şey karşılıksız kalmaz diyorum.”

O gün, Andy Schleck’in kariyerinde Galibier etabı kadar belirleyici anlam taşıyor. Şu günlerde 2010 Fransa Bisiklet Turu şampiyonu olarak hatırlanıyor ama o sene, henüz Contador’un idrarında yasaklı clenbuterol maddesine rastlanmadığı için, Champs-Élysées’de ikinci basamakta durmuştu. Bir sene sonraki Le Tour’da kariyerinin en büyük zaferini elde edecek, 60 kilometre kala atak yaptığı ve son ana kadar tek başına gittiği Galibier tırmanışında ipi göğüsleyecekti. Bir gün sonra Cadel Evans zamana karşıda Fransa Bisiklet Turu şampiyonu olurken bir gün önce kariyerinin en önemli etap zaferini alan Andy yine ikincilikle idare etmek durumunda kalacaktı. Lüksemburglu, o yıl Le Tour’u kaybetse de hayatına altın harflerle yazılan Galibier’yi şöyle tanımlıyor: “Galibier etabından gurur duyuyorum. O sabah takımıma ‘Bugün etabı kazanabileceğime inanıyorum’ demiştim. Eğer denemeseydim mutsuz olacaktım. Planım yolunda gitti. Denedim, başardım.”

Belki de bu yüzden “Sizi büyüten şey yaş değil, yaşadıklarınız” diyor. Andy parlak bir genç yetenek olarak girdiği bisiklet dünyasında çok şey yaşadı. Artık olgun bir adam. Babası gibi o da bisikletin ne kadar fedakârlık gerektiren bir spor olduğunun farkında: “Profesyonel olduğum ilk seneyi hatırlıyorum. Sezon başlamadan yaptığımız çalışma kampında o kadar emek harcıyorduk ki odanın yolunu zor buluyordum. Lâkin odaya gelmelisiniz ve ertesi gün kalkıp yeniden çalışmalısınız. Yeniden, yeniden, yeniden. Bu çalışma sürekli devam etmeli. O yüzden insanların bana ‘Sen yeteneğe sahiptin, yeterince çalışmadın’ demesinden hoşlanmıyorum.”

Ocak 2016, Andy Schleck için yeni bir dönemin başlangıcı. Artık o bir işadamı. Daha önce benzeri görülmemiş bir bisiklet dükkanı açacağını söylüyor. Sevgilisi Jil ve küçük oğlu Teo’yla birlikte mutlu bir aile portresi çiziyor. Geçmiş yaşamının zorlu yanlarının bilincinde olmasına karşın avantajlarını da itiraf etmekten geri durmuyor.

“Bisiklet bir insanın yapabileceği en zor sporlardan biri. Ama bir yandan da sizin için çalışan bir sürü insan oluyor. Size masaj yapan birileri oluyor, banka hesabınıza bakan birileri oluyor, bir hastalığınız ya da sorununuz olduğunda başınızın çaresine bakan birileri oluyor. Yani, aslında bir sürü yardımcınız var. O yüzden de bisikletçi olmak büyük bir şans. Olgunluk daha sonra başlıyor. Şimdi bir işim var. Her sabah 06:30’da kalkıyor, işe gidiyorum. Ofisim var, insanlarla konuşmak, bir sürü işi tek başıma halletmek zorundayım. Hayata dair bilmediğim bir sürü şeyi bu sayede keşfettim.”

Yani mesela?

“Bisikletçiyken mektubunuzu bile kendiniz yollamıyorsunuz, başkaları hallediyor. Bıraktıktan sonra bunu öğrendim, posta işleri gerçekten zormuş. Pulu zarfın neresine yapıştırmak gerektiğini hâlâ çözemedim.”

Bu röportaj, ilk olarak Socrates’in Kasım 2015 sayısında yayımlanmıştır.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

1159 Gün

1159 Gün

3 sene önce
İstasyon

İstasyon

4 sene önce
Rüya Gibi

Rüya Gibi

4 sene önce