Son iki sezonu şampiyon olarak tamamlayan Galatasaray, buna karşılık 2014-15’ten bu yana çıktığı 24 Avrupa maçında yalnızca 2 galibiyet alabilmiş (15-16’da Benfica, 18-19’da Lokomotiv karşısında) bir takımdı. Bir önceki sezon zayıf bir Şampiyonlar Ligi grubuna düşülmesine karşın beklentilerin altında kalınması, Fatih Terim’in de bizzat ifade edeceği üzere (“Bu bir bahane değil; bir tespit, bir gerçek.”) son dönemde Avrupa ile makasın ne denli açıldığının acı bir göstergesi olmuştu. Galatasaray’ın yaz transfer döneminde izlediği agresif politika ve Premier Lig menşeili birçok oyuncunun tercih edilmesi öncelikle bu durumla ilişkilendirilebilir: Kulüp ciddi bir kalite eksikliği çektiğini düşünüyor ve Şampiyonlar Ligi faktörünü kullanarak (hem kulüp için ciddi bir gelir kapısı hem de yabancı oyuncular için önemli bir tercih sebebi) bu farkı eritebilmeyi hedefliyordu.
UEFA ile yapılan anlaşma gereği net transfer gelirinin negatif olamaması ise kulübü bonservis bedeli ödemeden yapabileceği ileri yaşlı transferlere, Terim’in daha önce çalıştığı maliyeti düşük yerlilere ve kiralık kontratlara yöneltti. Ama bunun yanı sıra ortaya çıkan bir diğer sonuç, önceki iki yılda kadrosunun darlığından şikâyet eden Galatasaray’ın oldukça kalabalık bir oyuncu grubuyla sezona başlaması oldu. Öyle denebilir ki Galatasaray önüne çıkan her fırsatı kullanmak istedi, bu karmaşık süreç de nihayetinde Martin Linnes’in dışarıda kalmasını gerektirecek bir oyuncu fazlalığını beraberinde getirdi. 2019-20, Galatasaray’ın fazlasıyla iddialı girdiği bir sezondu. Son yılların en iyi kadrolarından birinin kurulduğu düşünülüyordu.
“Herkes 30’a 40’a 100’e kadar alırken siz satmadan alamıyorsunuz. Eskisi gibi değil artık, makas çok açıldı. ‘Her şey para değil’ gibi bir cümleyle üstesinden gelemiyorsunuz. O yüzden bunu her basın toplantısında özellikle hatırlatıyorum. Bu bir bahane değil; bir tespit, bir gerçek.”
Fatih Terim, 10 Aralık 2018’de Porto maçı öncesindeki basın toplantısından
Sezona yapılan kötü başlangıç, transferlerin geç gerçekleşmesi ve bu sebeple oyuncuların henüz hazır olmaması gibi (hem fiziksel açıdan hem de takıma adaptasyon anlamında) makul bir gerekçeyle açıklanmaya çalışılmıştı. Nitekim Terim’in gerek önceki Galatasaray gerekse milli takım dönemlerinde bu tip başlangıçlar fazlasıyla mevcuttu. Örneğin Popescu’nun transfer edildiği 1997-98 sezonunda kasım ayındaki Samsunspor maçına gelene dek deplasman galibiyeti alınamamış; tecrübeli oyuncunun bu maçta orta sahadan üçlü savunmanın ortasına çekilmesiyle başlayan süreç takımı sezon sonunda tekrar şampiyonluğa taşımıştı. Üçüncü Terim döneminde 2011-12’ye kadrosunun büyük kısmını yenileyerek giren Galatasaray, hatırlanacağı üzere o sezona 2-5-3 gibi bir dizilimden bahsederek başlamış; 15 gol atıp 19 puan toplayabildiği 11. haftanın sonrasında 4-4-2’ye geçen takım bundan sonraki süreçte aldığı 58 puanla (aynı süreçte en yakın rakibi Fenerbahçe’den 14 puan fazla) dominant bir şampiyonluk kazanmıştı.
Kötü başlanan Euro 2008 ve sonrasındaki geri dönüş(ler) veya Selçuk İnan’ın son dakika frikiğiyle katılım hakkı kazanılan Euro 2016 elemeleri aynı bağlamda değerlendirilebilecek diğer örneklerdi. Ama en yakın tanıklık elbette bir önceki sezondu. Kısacası, daha sonraları ocak ayını işaret edecek Terim, bu iddianın altını dolduracak yeterince başarmışlığa sahip biriydi. İlk yarıyı liderin 10 puan gerisinde kapatan Galatasaray, pandemi sebebiyle lige ara verildiğinde birinciyle farkı 3 puana indirmiş ve üçüncü sıraya yükselmiş bulunuyordu.
“Açıkçası ocak ayını gösteriyorum. Burada sıkıntı ve sorun varsa, hata benim. Israr eden benim, oynatan benim. Dolayısıyla hata benim. Bu, takım halinde de bireysel anlamda da Fatih Terim’in takımına benzemiyor.”
Fatih Terim, 27 Ekim 2019’da 1-0 kaybedilen Beşiktaş maçı sonrasındaki basın toplantısından
Dolayısıyla yavaş sezon başlangıcı veya daha sonraki (kısa süreli) toparlanma birer sürpriz olarak değerlendirilmeyebilir. Diğer yandan geçen sezonun ilk yarısında yaşanan kriz ile bu sezon pandemi sonrası ortaya çıkan tablo arasında benzerlikler olduğundan da söz edilebilir. Üst üste yaşanan sakatlıklar ile takımın istikrarının kaybolması, santrfor pozisyonundaki eksiklikler ve mücadelenin saha dışına da taşınması iki döneme ait ortak özellikler olarak öne çıkıyor.
Bu sezonki dibe vuruş iki ana hususta kırılma meydana getirmiş olabilir. Bunlardan ilki, Galatasaray’ın kiralık kontrat ve tecrübeli oyuncu ağırlıklı transfer politikasından uzaklaşma kararı alması gibi duruyor. Esasında bu süreç zaten bir önceki sezonda başlamıştı. Birçok altyapı oyuncusunun A takıma yükseltilmesi, kış transfer dönemindeki Marcao ve Luyindama hamleleri ve her ne kadar daha sonra kötü bir yatırım olduğu ortaya çıksa da yüksek bonservis bedeliyle satılacağı beklentisiyle transfer edilen Diagne, bu politikaya bağlılığın göstergeleriydi. 19-20 yaz transfer dönemi ise aynı süreci birkaç yıl önce yaşayan Beşiktaş’ın tercihlerini hatırlatıyor.
Galatasaray’ın UEFA ile yaptığı anlaşmanın bir benzerine 2015 yılında imza atan Beşiktaş, ciddi ekonomik kısıtlamalara tabi olduğu dört sezonluk süreçte çok önemli sportif başarılar elde etmiş fakat bu dönemde yapılan tercihlerin bazı önemli faturaları da olmuştu. Ayrılan oyuncuların (bkz. Sosa) yerlerinin farklı profildeki ve kiralık olarak alınan (bkz. Talisca) oyuncularla doldurulmaya çalışılması takımın oyun stilinde yıldan yıla değişen derin dalgalanmalar yaratmış; sportif başarıların etkisiyle gelir kalemlerinin artması fakat yüksek bonservis bedeli ödenememesi de bu paranın düşük bonservis bedelli ama yüksek maaşlı tecrübeli oyunculara yatırılmasının önünü açmıştı. Beşiktaş ancak Şampiyonlar Ligi’ne katılım hakkı elde edemediği 18-19 sezonunda Dorukhan Toköz, Güven Yalçın gibi oyunculara yatırım yapmaya başladı. Tüm bu süreç, Galatasaray’ın yaşadıklarına fazlasıyla benziyor.
Bu açıdan Türk kulüplerinin FFP sebebiyle kısıtlamaya girmeyi bir yeniden yapılanma fırsatı olarak görmek yerine FFP’ye rağmen rekabetçiliği koruma şeklinde bir refleks ile hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Dahası, bu anlaşmaların yapıldığı dönemlerde -anlaşmalara rağmen- elde edilen sportif başarıların radikal değişimleri geciktirerek sorunları daha derinleştirdiğinden de bahsedilebilir. Kulüplerin bu şekilde hareket etmesinin önemli bir yönünü muhtemelen taraftara karşı sorumlu hissetme anlayışı oluşturuyor. Takdir edilmenin şampiyonluk kazanma veya bilinirliği yüksek oyuncuyu transfer etmeden farklı alanlara kayması, kısacası topyekün bir kültür değişimi, ileriki dönemlerde kulüp yöneticilerinin başka biçimlerde davranmasının önünü açabilir veya belki de başka biçimlerde davranabilmenin ön şartı olarak düşünülebilir. Pandeminin etkisi ile ekonomik darboğazın daha da görünür hâle gelmesi ve Fatih Terim, Sergen Yalçın gibi camiaları üzerinde etkili isimlerin bu yönde ısrarlı açıklamalar yapması son derece değerli olsa da bu gelişmeler kamuoyu nezdinde (taraftarlar ve medya) henüz önemli bir dönüşüm ortaya çıkarmamış gözüküyor.
“İstikbal günümüz değil, önümüzdeki yılların sıkıntısı var. Bunları aşmamız lazım. Çok sert, ısrarla üzerinde durmamız gereken sorunları iyi planlamamız lazım. Geçen sene böyle gitmez dedim ama kimse ‘Bu adam niye böyle diyor?’ diye sormadı. Bu çok aşikardı. Bu ekonomik durumda, hele pandemiden sonra Şampiyonlar Ligi’ne katılmak küçük bir pansuman yapabilir ama asıl yarayı nasıl kapatabiliriz bunları düşünmemiz lazım.”
Fatih Terim, 18 Temmuz 2020’de 3-1 kazanılan Göztepe maçı sonrasındaki basın toplantısından
Kırılmanın yaşandığı bir diğer husus ise Galatasaray’ın nasıl oynaması gerektiğine dair (pas oyunu) daha da ikna olmuş biçimde yoluna devam etmesi olarak ifade edilebilir. Sezonun ilk yarısındaki Fenerbahçe maçı sonrası Levent Şahin’in daha iyi bir pas takımına dönüşerek sorunları giderebileceklerine dair açıklaması ve daha sonra Hasan Şaş’ın ikinci yarıdaki galibiyet serisini geriden oyun kurulumundaki gelişim ile ilişkilendirmesi, teknik kadronun sıkıntıların kaynağını ve de çözümünü nerede gördüğüne dair bazı ipuçları veriyor.
Süreci 17-18’de Tudor ile başlatırsak, o dönemden bu yana fizik kapasite odaklı bir takımdan teknik kapasite odaklı bir takıma geçiş olduğundan bahsedebiliriz. Bu gelişimin Terim’in ilk planda aklında olan bir plan doğrultusunda ortaya çıkmaktan ziyade değişen kadro yapısının dayatması ve yeni deneyimlerin eklenmesiyle daha fazla ilişkili olduğu da söylenebilir. Nitekim Gomis’in satılması, yaz hazırlık kampında Feghouli’nin sağ iç olarak denenmesi ve sezona kenar forvet özellikli Sinan Gümüş ile başlanması gibi gelişmeler, sezon ortasında geldiğinde radikal değişiklikler yapmaktan kaçınan Terim’in esasında nasıl bir yol takip etmek istediğine dair önemli göstergelerdi.
18-19’un ilk yarısında yayıncı kuruluş Galatasaray’ın saha içi dizilimini hâlâ 4-2-3-1 olarak gösteriyor ve Younes Belhanda da bir 10 numara olarak konuşulmaya devam ediyordu. Galatasaray’ın saha içindeki değişimi (ve yaşadığı sorunların kaynağı) ancak sezonun ikinci yarısında takımın kendi içinden gelen açıklamalar sonrası kamuoyunun gündemine girmeye ve kavramsallaşmaya başladı. Belhanda’nın Antalya kampındaki çıkışı (“Basın mensupları da görevlerini iyi yapmalı. Aynı mevkide oynamadığımı bilmeleri gerek.”) ve Terim’in zaman zaman teknik ifadelere başvurur olması (‘atakları sonuçlandırmak’) bu açıdan önemliydi.
“Basın mensupları da görevlerini iyi yapmalı. Aynı mevkide oynamadığımı bilmeleri gerek. Her defasında maç başında başında beni 10 numara mevkiine koymamalılar. Oysa 10 numara değilim. Badou ve ben aynı pozisyonda oynuyoruz.”
Younes Belhanda, 10 Ocak 2019’da Antalya kampında NTV’ye verdiği röportajdan
Bir önceki sezon tercih ettiği çift tutucu orta sahalı (Donk – Fernando ikilisi) düzenden savunma önünde tek bir süpürücünün yer aldığı iki sekiz numaralı bir sisteme geçen Terim, muhtemelen bu şekilde takımda daha fazla yaratıcı oyuncuya yer verebilmeyi ve kendisiyle özdeşleşen felsefeye daha uygun bir oyuna ilerleyebilmeyi hedefliyordu. Galatasaray’ın toplamda üç galibiyet alabildiği (her bir ay için bir galibiyet) ekim, kasım ve aralık dönemi ise Terim’in cezası, sakatlıklar ve santrfor problemi üzerinden okunmuş olsa da takımın arka planda kalan sorunlarından bir diğeri uzun geri koşular yapmaya zorlanıyor hâle gelmesiydi.
Önemli olabilecek bir ayrımdan bahsetmek gerekirse, Galatasaray’ın bu aşamadaki temel problemi topu geri kazanamamaktan ziyade savunmada istenmeyen pozisyonlarda yakalanmak gibi görünüyordu. Bunun sebebi çok oyuncuyla hücum ederken ön alanda pas hatası yapmak (ve daha sonra hızla topu geri kazanamamak) olabileceği gibi rakibin presi kolayca geçmesi sonucu kendini uygun bir pozisyonda bulması da olabilirdi elbette (2-1 kaybedilen Benfica maçındaki ilk gol gibi). Terim’in bu dönemde üçlü savunma denemelerine başlaması, tam da bu sorunu gidermeye yönelik arayışlardan biri olarak açıklanabilir.
Sezonun ikinci yarısına ise Marcao ve Luyindama eklemeleriyle başlayarak hem ‘temaslı oyun’ seviyesini hem de pas kalitesini arttıran Galatasaray, takıma kasım ayında dahil olan Feghouli’nin artan formu ve sağ koridorda yakalanan uyumun da etkisiyle pek çok sorununu örtebilir hâle gelmiş ve oyun kalitesiyle tekrar bir şampiyonluk adayına dönüşmüştü. Marcao’nun maç başına 100 paslara çıktığı (sezonun ilk yarısında 100’e ulaşan yoktu), Mariano – Belhanda – Feghouli üçgenleri ile klasikleşen o takım, bugün ortaya çıkan takımın da ilk taslağıydı. Galatasaray savunmadaki problemlerini daha az pas hatası yaparak ve atakları ‘doğru noktalarda’ bitirerek büyük oranda örtebiliyor; yetenekli ayaklarıyla da hücumda istediğini alıyordu.
“Bizi tehdit edecek olan tek unsur biz hücumdayken kaptırdığımız toplardır, özellikle merkezde. O zaman yapmamız gereken bir önemli şey her atağı sonuçlandırmak.”
Fatih Terim, 10 Şubat 2019’da 3-1 kazanılan Trabzonspor maçı sonrasındaki basın toplantısından
Dolayısıyla takımda atletik özellikleriyle öne çıkan az sayıdaki oyuncunun da (Badou ve Onyekuru) yeni sezonda yerini teknik özellikleri ön planda olan oyunculara bırakması bu gelişimin doğal bir sonucu olarak görünüyordu. Fakat Galatasaray bu kez de karşı kaleye gitmekte ciddi anlamda zorlanan bir takım görüntüsü vermeye başladı. Fatih Terim’in Ömer Bayram’ı henüz yaz hazırlık kampında sol iç olarak denemesi ve oyuncunun bu sezonki beklenmedik katkısı, bir yandan da takımın yaşadığı sıkıntılar için bir semboldü.
Galatasaray’a yedek sol bek olarak katılan ve sezon başında takımdan ayrılması gündemde olan Ömer Bayram, enerjisi, topla dikine çıkışları ve Nagatomo’nun merkeze geldiği anlarda sol kenara deplase olarak oyunu genişletişiyle bir dönem Galatasaray’ın neredeyse en kilit oyuncusu olarak öne çıktı. Bu sıra dışı durum, takımın bu özelliklere sahip bir tamamlayıcıya ne denli ihtiyaç duyduğunun bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Sezonu 55 golle tamamlayan ve Süper Lig’in 18 takımla oynanmaya başladığı 1994-95’ten bu yana sadece 2010-11’de daha düşük gol sayısında kalan (Opta verileri) Galatasaray’ın durumunu, Terim’in dostlarından Jose Mourinho’nun şubat ayında yaptığı bir benzetme ile şöyle özetlemek de mümkün: “Battaniyenizi yukarı çekiyorsunuz, ayaklarınız dışarıda kalıyor; ayaklarınızı örtüyorsunuz, bu kez vücudunuz üşüyor. Bu biziz!”
Nitekim Galatasaray’ın bir pas takımı olduğuna (yeniden) ikna olduğu ve Seri’yi savunma önü oyuncusu olarak kullandığı pandemi sonrası dönem, doğabilecek savunma zaaflarına dair de bir uyarı niteliği içeriyordu. Özellikle Fenerbahçe maçındaki üst düzey performansı, Galatasaray’ın galibiyet serisi yakaladığı döneme dair anlatıyı daha sonra Seri (ve pas oyunu) lehine kaydırsa da Galatasaray’ın o dönemki kısa süreli çıkışında esas pay sahibi ismin Lemina olduğu söylenebilir.
Galatasaray’ın takım olarak karşı yarı alana yığılabilmesi, oyun hızını arttırabilmesi ve Seri gibi oyuncuların top kayıplarının tolere edilebilmesi büyük oranda Lemina gibi bir ‘yangın söndürücü’nün tamamlayıcılığı ile mümkün olmuştu. Diğer yandan bu sezon da zaman zaman başvurulan üçlü savunmanın (Gaziantep deplasmanı, son Antalyaspor maçı) özellikle takımın enini genişletme ve bek oyuncularından alınan verimi arttırma açısından son derece iyi sonuç verdiği görüldü. Kısacası, mevcut sorunların artık tanımlanmış olduğundan ve bu sorunlara dönemsel olarak bazı çözümlerin de bulunduğundan bahsedebiliriz. Ama şimdi yeni baştan başlamak gerekiyor.
Battaniyeyi uzatabilme lüksü olmayan (FFP kıskacı) Galatasaray, tüm bu yaşananlar sonrası yeni sezona hazır olarak girmek; bir kez daha adaptasyon süreciyle geçecek bir ilk yarı oynamadan sezonu tamamlamak zorunda. Fakat gerek önceki sezonlardan kalma oyuncuların fazlalığı (ve bu oyuncuların gönderilmesinin zorluğu), gerekse yeni sezon öncesi çok kısa bir ara verilecek olması işlerin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Fatih Terim’in işaret ettiği 12 Ağustos tarihi, Galatasaray’ın gelecek sezondaki akıbeti açısından son derece önemli olabilir.
“Birtakım oyuncuları bünyemize katıp, bazı oyunculara da teşekkür edip ayrıldıktan sonra net bir takımla sezon başını, 12 Ağustos’u hep beraber görmeyi ümit ediyorum. Bu bizim için çok önemli.”
Fatih Terim, 24 Temmuz 2020’deki sezonun son basın toplantısından
Yazı: Güner Çalış