Hemen ileride 2017 Euroleague Final Four’un ilk perdesi için son hazırlıklar yapıladursun, artık Sinan Erdem’in bir türlü boy atamayan küçük kardeşi gibi duran emektar Ahmet Cömert’in zemininde 18 yaş altı yetenekler sahne alıyor. Adidas Next Generation Tournament adıyla düzenlenen şampiyonanın İstanbul’daki karar maçlarında, Olympiakos dışındaki üç Final Four katılımcısı da temsil ediliyor. Real Madrid, ilk maçında Sırbistan basketbolunun yeni altyapı lideri Mega Basket’in gençleri önüne çıkacak.
Ahmet Cömert’in tribün sıraları, uzun zamandır görmediği uluslararası konukları ağırlıyor: menajerler, gözlemciler, aileler… Konu Mega Basket olduğunda, aynı anda üçü birden olabilen ‘yetkili’ abiler. Balkanlar ve Afrika’yı çok önceden keşfetmiş İspanyolların kadrosuna global bir rayiha yayılmış durumda. İlk çeyrekle birlikte, sahanın “çocuklar içinde bir adam” benzetmesini hak eden tek oyuncusu da birkaç adım öne çıkıyor; Real Madrid’in 1999 doğumlu Karadağlı yeteneği Dino Radoncic. Fiziği ve zekâsıyla işleri kontrolü altına alıyor, ikinci çeyrekte farkı çift hanelere tırmandırıyor. Ama herkes için olayın tüm büyüsünü kaçıran bir şey var. Radoncic’in ismi de hiç yardımcı olmuyor doğrusu. Az sonra Radoncic’le başlayan her cümle, daha sonunu getiremeden Doncic’e evrilecek.
Real Madrid oyuncusu Luka Doncic de 1999 doğumlu; Radoncic’ten neredeyse iki ay daha küçük. Ama bu seviyeyi iki yıl önce fethettikten sonra U18 takımından mezun olmuştu. “Şu anda Çırağan yakınlarında imza dağıtıyor olmalı” diye düşünüyoruz. Bu sırada Radoncic’e rakip çıkan ‘nemesis’ Nikola Miskovic’e iki takım arkadaşı ekleniyor; dördüncü çeyreğin başında ilk kez süre alan Igor Drobnjak, bir arkadaşa bakıp çıkacak gibi girdiği sahada 7 dakika içinde momentumu değiştiriyor ve maç boyunca şutunu bulamayan Bogdan Nedeljkovic’in iki üçlüğüyle Mega Bemax maçı çalıyor. Görünüşe bakılırsa, Igor’un Predrag’la bir bağı yok. Günün en can sıkıcı haberi.
Dino Radoncic, geçen sezon bir Kızılyıldız maçında iki dakikalığına sahaya atılmıştı ve ismi yarın Fenerbahçe önüne çıkacak A takımın kadrosunda da geçiyor. Ama bu hafta sonu o da –bizler gibi– Luka Doncic’in dünyasında yaşıyor.
Luka Doncic
Hepimiz Doncic hakkında konuşmak istiyoruz. Bazılarımız hakkında konuşamayacak kadar az izlediler onu ama ziyanı yok, onları da daha fazla gevezelik için teşvik etmeliyiz. Doncic’in bir hareketinden ilham alan dahi bir Amerikalı, basketbol literatürüne “Slovenian Split” adında bir şey sokmaya çalışırken hayıflanmaktan iyidir.
“Doncic’i ben keşfettim” trenini kaçırmış olabiliriz, 13 yaşındayken ona beş yıllık imza attıran Real Madrid yöneticisine gitmeli tüm krediler belki. Ama Doncic’in, kolektif algılarımızda, son iki yılda kat ettiği yolu kendi payıma şöyle özetlemeye çalışayım. Genç yaşta olgunlaşan Avrupalılar için ‘Standart A’ olarak gördüğüm Toni Kukoc’un (Kukoc’un yanında Ricky Rubio bile ancak A1 olabilir gibi geliyor) 1985-86 Jugoplastika istatistiklerini araştırırken buldum kendimi geçen ay. Bu yaşandı. Belki sadece meraktan, belki sonra daha büyük bir soruya dönüşecek bir düşünceden.
“Toni Kukoc’un 20 yaşında Avrupa şampiyonu olduğunu biliyoruz, peki 18 yaşınd…”
Doncic’i hiç izlemediyseniz, size Doncic’i YouTube’un anlatmasını tercih ederim. Geçen ay öğrendiğim bir diğer “iyi Doncic bilgisi” de babası Sasa’nın aslında bayağı yeteneksiz bir oyuncu olarak gereğinden uzun bir kariyer yapmış olması. Luka hakkında bambaşka-bir-oyuncu haberleri çıktığında babasının ismini hayal meyal de olsa hatırladığımı, birkaç kez izlemiş bile olacağımı düşünmüştüm. Euroleague Adventures ekibiyle yaptığı sohbet sırasında Ermal Kuqo’nun tarif ettiği Sasa Doncic profili ise başka şeyler düşünüdürüyor. (Ermal, Doncic Sr. ile Pivovarna Lasko sezonunda karşı karşıya gelmiş.) Türkiye basketbolunun geleceğinin Ümit Taş’ın oğlunun elinde olduğunu düşünün…
Anthony Randolph
Anthony Randolph’un Amerika’da geçirdiği 25 yıl, kolay bir 25 yıl değildi. LSU ile bir sezon takıldıktan sonra erken profesyonel olma kararı aldı. Henüz çiğ bir atletizmden fazlasını göstermemişti. Çiğ bir atletizm, o günlerde kararlarını çok da etraflıca düşünerek veriyormuş gibi gözükmeyen (Jerry West ve “Strength in Numbers” öncesi) Warriors’ı ikna etmeye yetmişti. “Ama en iyi uzunlar Georgetown ve LSU’dan çıkıyordu.” Buna tutunabilirdi. Gelgelelim, Don Nelson gençlik yıllarındaki kadar sabırlı değildi. Randolph’a süre vermediğinde, medyanın içgüdülerini dinleyip ona arka çıkacağından emindi. İkinci sezonundan önce harika bir Yaz Ligi oynadı; fantezi basketbol yazarları onu ikinci kez keşfetmiş ve oy birliğiyle “seçmeyen pişman olur” listelerine eklemişlerdi. O yazı da zor bir kış takip etti. Kendine bir lakap bile bulamadı. Ne Ant-Rand, ne de A-Dolph akılda yer ediyordu; hatta ikincisinin yaptığı çağrışımları düşünürsek neredeyse hakaretamiz sayılırdı. Yerel kanalların reklam dönüşlerinde, “Würzburg’da doğan iki NBA oyuncusundan diğeri kimdir?” sorularının cevabı olarak yer buldu televizyonlarda bir süre. Sonrasını çok takip edemedim. O yazarlara kulak verip 2009-10 fantezi basketbol sezonu için kendisini 4. turdan seçtiğim için belki, adını gördüğümde bir çarpıntı geliyordu.
Ama bazen yetenekleriniz öyle bir bileşim oluşturur ki, NBA’de sahaya girmenize engel olan şey sizi Avrupa’nın en değerli oyuncularından birine dönüştürür. Avrupa’da oynananın farklı bir oyun olduğu gerçeğinin altını çizen bu örnekleri son yıllarda daha sık görüyoruz. NBA’e dönüp All-Star olan ve gelişimi için Fenerbahçe’ye ve Zeljko Obradovic’e teşekkür eden bir Ekpe Udoh fikri hepimizin hoşuna gidiyor ama bunun olası olmadığını biliyoruz. Ya da Chris Singleton’ın ortalama bir NBA takımında asla 25 dakika süre alamayacağını.
Randolph, Udoh, Singleton. Vadettikleri hiçbir zaman vücut bulamamış üç NBA ilk 20 sıra seçimi. Bugünse, başka bir oyunda, şampiyonu belirleyecek kudrette üç sporcu.
Jeffery Taylor
Vanderbilt’ten mezun olduğu sıralar çok seviyordum Jeffery Taylor’ı… Mezuniyet törenine çağırsa ertesi gün Amerikan konsolosluğunun önündeydim, öyle söyleyeyim. Ve şöyle bir yazıyla döktüm içimi kendisine. Yazıya oturduğumda nasıl bir oyuncu olduğunu çok iyi bildiğimi zannediyordum ama asıl fikirlerim yazıyla senkronize şekillenmişti. Saha içinde ve dışında bazı şeyleri yerli yerine oturtamamış, depresyona bir girip bir çıkan bir gençti. Ben de öyleydim. Bilindik senaryo.
Sonra kadına şiddetten tutuklandı, NBA’den 24 maç ceza aldı ve bipolar yapısıyla beraber Avrupa’ya taşındı. Geçtiğimiz sezonun başındaki (saha içi) bunalımlarından bir parça kurtuldu sanırım, takımda iyi kötü bir role oturmuşa benziyor. Ama 2015’te K.C. Rivers ve Andres Nocioni ile uğraştıktan sonra, Fenerbahçeli oyuncular Real Madrid kadrosuna bakıp onun ismini gördüklerinde (ve Nocioni’nin İstanbul’a liderlik meziyetleri olan bir kadavra olarak geldiğini hatırladıklarında) rahatlıyorlardır bence. Öyle de olmalı. Beni biraz rahatsız edecek varlığı, top ona geldiğinde başka bir yerlere bakacağım.