Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Saha DışıOfisten Öneriler #8

Socrates ofisinde ne okunuyor, ne izleniyor ve ne bekleniyor?

Pazar günleri, Socrates ofisinden biri, o dönem dinlediği, izlediği, okuduğu şeylerden oluşturduğu seçkiyi, merakla beklediği bir spor etkinliği ile birleştirerek sunuyor. Bu hafta sıra bende.

Ne izledim?

36. İstanbul Film Festivali’ni sonundan yakalayabildim. Üst üste iki seansta Tanrının Unuttuğu Yer (God’s Own Country) ve Son Portre (Final Portrait)’i izledim.

Tanrının Unuttuğu Yer, İngiltere kırsalında iki çiftçinin aşkını anlatıyor. Yönetmen Francis Lee, ilk uzun metrajlı kurmacasında iki müthiş oyuncuyla çalışmış: Alec Secareanu ve Josh O’Connor. İkisi de neredeyse sadece dururken akıllarından geçen onlarca şeyi sezmemizi sağlayabiliyor. Sanırım bunun da etkisiyle, senaryoyu da yazan Lee, fazla replik kullanmaya gerek duymamış. Ya da metni yazdı ve bu rolleri oynayabilecek dünyanın en uygun insanlarından ikisine rast geldi. Her neyse, filmin çekimlerinde bulunmayı ve Lee’nin oyuncu yönetimini izlemeyi çok isterdim.

Stanley Tucci’nin Son Portre’sinde ise Geoffrey Rush, bayağı komik. Heykeltraş Alberto Giacometti’yi canlandırıyor. Ben Ayşen Gruda ile kardeş olabileceklerini düşünüyorum. Sadece burunları yüzünden değil; küçücük birkaç söz, birkaç hareketle dünyanın en tuhaf fikirlerini son derece inanılası kılabilecek kadar sahici olabildikleri için de.

Ne dinledim?

Gevende’nin yeni albümü Kırınardı biraz harika olmuş. Değerli bir yorum yapmam gerekirse, Gevende’nin kendine has şahaneliğinin dinleyiciye iş birliği yapabilecek bir boşluk sunmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Neredeyse soyut albüm kapağından herhangi bir dile ait olmayan kelimelerle yazdıkları şarkı sözlerine, siz de birşeyler tıngırdatsanız şarkılara bir kenarından dahil olabileceğinizi hissettiren, her türlü sese açık gibi duran düzenlemelerine kadar.

Tophane’de Güneşli Günler, albümün en sevdiğim şarkılarından biri. Bu şarkının bana hatırlattığı şahane bir radyoyu da tavsiye edeyim, elim değmişken: The Lake Radio. Efterklang’dan Rasmus Stolberg’in de kurucuları arasında yer aldığı, Kopenhag’dan yayın yapan, her türlü sesli anlatım üzerine kurulu bu 24 saat açık, çevrimiçi radyo, keşif üstüne keşif yapabileceğiniz bir pınar.

Ne okudum?

Edebi metinleri tiyatroya uyarlama üzerine bir atölyeye katıldım. Karşıma daha önce hiç okumadığım Yusuf Atılgan çıktı. Atölyede birkaç hafta Aylak Adam romanının sahneye nasıl taşınabileceğini tartıştık. Metin şaşırtıcı biçimde verimli göründü bana. Aylak Adam, gerçekten etraflıca düşünülüp tasarlanmış, derin bir karakter. Hiçbir iş yapmayan, ailesinden kalan parayla yaşamını sürdüren, hayalini kurduğu kadınla tanışmanın peşinde koşan, zeki, gözlemci, düşünmeyi seven, yetersiz sevilmişliğini narsisizmle tedavi etmeye çalışan biri. Bugüne kadar sinemaya da tiyatroya da uyarlanmaması gerçekten şaşırtıcı.

Ne bekliyorum?

İstanbul’da düzenlenecek Euroleague Final Four’u merakla bekliyorum. Basketbol, izlediğim zaman başka sporlara ne gerek var diye düşündüğüm ama uzun uzun süreler hiç takip etmeyebildiğim bir spor. Bu sefer de maçlarda neler olacağından ziyade organizasyonun Türkiye’de ne kadar, nasıl ilgi göreceğini merak ediyorum. 19-21 Mayıs’ta, Sinan Erdem Spor Salonu’nda yapılacak maçlar. Türk takımları son dörde kalabilecek mi? Kalmazsa maçları yerinde izlemek isteyenlerin sayısı ne kadar azalacak? Sponsor markalar bu olasılıklara nasıl tepki gösterecek? Organizasyon sosyal medyaya nasıl yansıyacak? Böyle şeyler.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler