Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BisikletSaha DışıŞampiyonun Sırları

Gabriel Garcia Marquez bir zamanlar spor yazıyordu... Büyük edebiyatçının kaleminden bir bisiklet hikâyesi...

Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazdıktan ve gezegenin her tarafında okuyucuları olan ünlü bir yazara dönüştükten sonra 1981 yılında Gabriel Garcia Marquez’in kariyerinde yeni bir eşik açılır. 20. yüzyıla damgasını vuran büyük yazarları röportaj sandalyesine oturtan Paris Review dergisine konuşma sırası ona gelmiştir. Kolombiyalı, ses kayıt cihazlarından hoşlanmadığını belirttiği söyleşinin başında gazetecilik kariyerine dair sorulan bir soruya şu yanıtı verir: “Her zaman gerçek mesleğimin gazetecilik olduğuna inandım.” Hayatı boyunca yazının peşinde koşan, Kolombiya’da hukuk fakültesinde okurken öyküler karalayan ve edebiyat çevreleriyle ilişki kurmaya çalışan genç Marquez, 1948’de gazetecilikle tanışmıştı. Cartagena’da başlayan kariyeri 1950’lerin ortasında onu Bogota’ya götürmüştü. Film eleştirileri yazıyor, siyasetçiler üzerine dosyalar hazırlıyor, denizci hikâyelerini kaleme alıyordu. Gün boyunca gazetede çalışıyor, geceleri herkes gittikten sonra ise romanlarını, hikâyelerini yazmaya koyuluyordu. İştahlı ve zevkli bir okur olarak William Faulkner ile tanışmıştı ve ilk okuyuşta çarpılmıştı. Yine de gazeteciliği geçilmesi gereken bir basamak olarak görmüyor, bu mesleğe de en az edebiyat kadar değer veriyordu. Marquez’in gazetecilik yıllarında üzerine kalem oynattığı alanlardan biri de spordu. 1955’te Kolombiya Turu’nu takip etmiş, sporcularla özel söyleşiler yapmıştı. Döneminin ünlü bisikletçilerinden Ramon Hoyos ile karşılaşması da o yıl gerçekleşti. Okuyacağınız yazı, Gabo’nun kaleminden çıkmış ve El Espectador gazetesinde 1955’te yayımlanan Ramon Hoyos Vallejo biyografisinin önemli bir parçasını oluşturmuştu. Yazı, Hoyos’un ağzından kaleme alınmıştı…

9 Şubat 1939’da -Marinilla, Antioquia’nın 10 kilometre uzağındaki- Chorro Hondo kırsalındaki okula utangaç, yabani, üstü başı çamur içinde ve her yanından kirli su damlayan yedi yaşında bir çocuk geldi. O çocuk, Ramon Hoyos Vallejo, bendim. Anlatacağım hikâye hatırladığım en eski anım: İki ağabeyim -şu anda kafeterya işleten- Juan de Dios ve -bugün taksi şoförü olan- Jose’nin beni portakal ağaçlarıyla çevrili okula götürdükleri ilk gün. Götürdüler çünkü yürümeyi öğrenmekte zorlanan ben, okuma-yazma öğrenme yaşına eriştiğimi iddia etmeye başlamıştım. Kontrol edilemeyen rekor kırma arzusunu da ilk kez o günün sabahında hissettim: Beni okula götürürlerken bir dereyi -küçük geçitten geçebilecekken- atlayarak aşmayı denedim ve suya düştüm.

İlk kazam olarak değerlendirdiğim o düşüşe engel olamamama, doğuştan gelen hızlı yürüme arzum sebep oldu. Doğduğumdan beri o kadar hızlı yürüyorum ki nasıl olur da ailemin en yaşlı üyesi değilim, kendime açıklayamıyorum. Yeteri kadar güçlü ya da uzun olmamama karşın -dereden atlayıp daha okula gitme yaşına gelmeden- okula gittiğim ilk gün sadece yedi yaşındaydım. Şimdiden üç sakramenti olan bir Hıristiyandım: Vaftiz, günah çıkarma ve komünyon. Şu anda ne olduklarını hatırlamıyorum ama ilk günahlarımı dört buçuk yaşındayken Marinilla’nın güçlü ve müşfik papazı Toro’ya itiraf ettim. Elbette bu günahları ne hatırlıyor ne de hayal edebiliyorum.

“PAPAZ HOYOS”

Adımı Ramon koymuşlar çünkü babamın babasının adıymış. 26 Mayıs 1932’de, La Cuchilla’nın acımasız bölgesi Marinilla’da, babaannemin çiftliğinde doğdum. Dünyaya gelmemden kısa bir süre sonraya kadar annem Maria Jesus ve babam Antonio orada yaşıyordu. Daha sonra Chorro Hondo’da bostanı ve domuzları ile tavuklar için birer kümesi olan bir çiftlik aldılar. Kendilerini muz ile mısır yetiştirmeye ve hayvancılığa adadılar. Okula ilk kez gidene kadar ne yaptığımı hatırlamıyorum. Lakin okula gittikten sonra olanları tamamen anımsıyorum: Okulda anne ve babasıyla yaşayıp aynı zamanda çocuklara ve portakallara bakan öğretmen Ana Arbelaez bana “ressam olmayı öğrenebilmem için” renkli kuru boyalar hediye etti. Ama ben çok uzaklara gitmiştim: Papaz Toro gibi din adamı olmak istiyordum.

“ARİTMETİK BİLMENİN ÖNEMİ”

İki yıl boyunca köy okulundaydım. İki yıl, bir yıla denkti çünkü erkekler olarak sadece sabahları dersimiz vardı.  Hâlen en büyük endişem olan yazmayı, ve özellikle imlayı, anlamak oldukça zorlayıcıydı. Öte yandan ilmihali -din adamı olmak istediğim için- olduğundan daha çabuk ve kolay öğreniyordum. Tevazu bir tarafa, aritmetikte en iyi öğrenciydim. Artık ilk yeteneğimi kaybettim. Ama ikincisi pratik ile birlikte gelişti. Özellikle zaman, hız ve yüzde  hesaplarını akıldan fark edilir bir kolaylıkla yapabiliyorum. Bisiklete binerken, birkaç dakika içinde, kalem kâğıt kullanmadan, bir yarıştaki pozisyonumu tam olarak hesaplayabiliyorum.

ÇORAPLI VE AYAKKABISIZ

Dokuz yaşımdan bu yana mesafeleri kat ediyorum. O yaşta, köy okulu yetersiz kaldığından beni Marinilla İlkokulu’na kaydettiler. Bir bisiklet görmemden, hatta insanın iki teker üzerinde gidebileceğini öğrenmemden çok önceki o dönem ilk antrenman periyoduydu. Sabah altıda, buz gibi havada, dik ve terk edilmiş üç kilometreyi yürümek zorundaydım. İlk başlarda evden bir bloğun tamamını kaplayan Marinilla İlkokulu’na varmam bir saatten fazla sürüyordu. Mevcut şartlar altında, aynı koşullara sahip yolu, eğer dört kez lastik patlatmaz ya da taşlar yüzünden boynumu kırmaz isem bisikletle otuz bir dakikada tamamlıyorum.

İLK TEKERİM

Değişim ile birlikte ilgi alanlarım farklılık göstermedi; ilmihali ve aritmetiği anlıyor, yazım ve imla ile problemler yaşıyordum. Ama artık bir başka sorunum daha vardı: Tarih. Marinilla’nın ünlü eğitimcisi Simona Duque’nin devasa fotoğrafının yanındaki portrelerden birine asılı olan Bolívar de Santander’i Duque’den ayırt etmekte zorlanıyordum. Sabırlı ve candan, zayıf bir adam olan öğretmen Miguel Rivera, Marinilla’da ilk sportif zaferlerimden birini elde ettiğimde onuruma verdiği bir bankette yaptığı konuşmada birkaç yıl önceki o dönemi hatırlattı.

Gidiş dönüş (altı kilometre) çok sürmüyordu. Ailem Chorro Hondo’daki çiftlikten Marinilla’daki bir eve taşındı. Taşındığımız dönemde yaklaşık yarım saatte üç kilometreyi, şimdi yaptığım gibi iki teker üzerinde değil, tek tekerin, okula çevirerek gittiğim çemberin arkasında katediyordum. Tekerlerle ilk ilişkimdi.

HER ŞEYİN BAŞLANGICI

Çemberim ilkti. Ama ikincisi çok gecikmedi. Marinilla’daki evimden okula giderken dar, taşlı ve sert eğimli bir sokak vardı. O sokakta çemberi idare edemiyordum. O sokağın Marinilla postacılarının malları taşıdıkları dört tekerli tahta el arabalarından biriyle inmek için ideal olduğunu düşündüm. Bu fikri kafama yerleştirdim. Okulda teneffüs için verdikleri bozuklukları feda ettim. Düzenli olarak onları biriktirdim. Son olarak da iki pesoya ulaşmak için annemin yardım etmesini sağladım. Adını hatırlamadığım bir marangoz el arabasını yaptı.

Gazeteler iyi bir tırmanışçı olduğumu söylüyor. İnişlerde zaman ve pozisyonumu kaybedeceğim kesinmiş gibi kabul ediliyor. Yine de hız ile ilişkim, yukarıdan aşağıya doğru, okula doğru inerken bindiğim ilkel ve külüstür tahta el arabasında başladı. Bugünlerde bisiklet üzerindeyken, öğretmen Rivera’nın “Ramon, unutma, çok fazla yarış yorar” dediği günlerdeki, Marinilla’daki okula kadar giderken her gün ulaştığım hıza ulaşamıyorum.

Gabriel Garcia Marquez 17 Nisan 2014’te hayata gözlerini yumdu. Ramon Hoyos ise 19 Kasım 2014’te 82 yaşında vefat etti. Bir zamanlar gazeteci ve bisikletçi olarak kesişen yolları şimdi de yılın kayıpları listesinde onları buluşturdu.

DARBELER ÖĞRETİR

Hızın keyfine ulaştığım o ilk taşıtı kullandığım yıllarda hiçbir kazaya karışmadım. Buna karşın, profesyonel bisiklet kariyerimde karıştığım kaza sayısı zaferlerimden çok daha fazlaydı. Aslında kaza yapmadığım tek taşıt üç tekerli bisiklet: Çocukluğumda hiç üç tekerli bisikletim olmadı. İlk üç tekerli bisikletim olduğunda da ona binecek yaşı geçmiştim.

La Route de France’a katılmak için Paris’e yapacağım yolculuğa odaklanmadan iki gün önce Envigado yolunda bir kamyonet kamyonla çarpıştıktan sonra hurdaya döndüğünde neredeyse kendimi öldürüyordum. Geçen sene Ordu Milli Takımı’yla birlikte Cali’deki Ulusal Oyunlar’a katılmadan iki gün önce motosikletle giderken kafamı ve iki elimi kırdım. Son Kolombiya Turu’nda Pasto’dan Popayán’a uçak ile geçerken motorlardan biri çalışmayı bıraktı. Zorunlu iniş yapmak zorunda kaldık. Hayatımı kazalar ışığında daha detaylı anlatacağım. Şimdilik hayatımın bir kazalar zinciri olduğunu göstermek cezbedici geliyor. Şu anda Medellin’den alınmış, yeşil, 2993 plakalı üstü açılır arabam var. Çok dikkatli, normal hızlarda kullanıyorum; çünkü kazalar hep beni buluyor. Buna rağmen, arkadaşlarım arabayı bisiklete biner gibi kullandığımı söylüyor: Hızlı.

BENİM SUÇUM DEĞİLDİ

Bu dünyada bisikletlerimden daha çok sevdiğim bir şey yok. 11 yaşında, Marinilla’da iken hiçbir şeyi tahta el arabamı sevdiğim kadar sevmiyordum. Onu boyardım. Yarış arabasıymış gibi türlü türlü süslerle donatır ve en iyi şekilde korurdum. Birkaç ay geçtikten sonra yarış arabası oldu: Okul arkadaşlarım da benzer arabalar aldılar. Her sabah, öğlen ve akşam, bıçakla oyulmuş lastiklerin sürekli takırtıları eşliğinde Marinilla sokakları boyunca yokuş aşağı gidiyorduk. Bisiklet yarışlarında uzun bir süre şampiyon olamadığım gibi, bu yarışlarda da kazanamıyordum. Aracım bana yardım etmiyordu. Aslında Üçüncü Kolombiya Turu’na katılana kadar güzel ve iyi durumda olan bir bisikletim olmadı.

HOŞÇAKAL MARINILLA

Bir yere ulaşma telaşım, 1942’de okulu bırakıp Medellin’e taşınmayı düşünmeme sebep oldu. Orada, iki abağeyim de o dönem Pedro Nel Restrepo’nun sahip olduğu -hâlen Abejorral ile Bombona’nın kesişiminde faaliyet gösteren- San Ignacio Dondurmacısı’nda çalışıyorlardı. Ağabeylerimin büyük bir avantaja sahip olduklarını, benim ise okulu bırakıp iki teker üzerinde hareket edebilecek herhangi bir alete binip Medellin’deki dondurmacıda çalışan ağabeylerime yetişmekten başka seçeneğim olmadığını düşünüyordum. Marinilla yolu uzun bir yokuş olsaydı tahta el arabama binip uzaklaşırdım. O dönem istediğim tek şey buydu, ama ne yazık ki tırmanmak için herhangi bir taşıt yoktu.

İki yıldan kısa bir sürede -ve şu anda neden bilmiyorum- Chorro Hondo’daki okuldayken hemen büyüyüp din adamı olmak istediğimi unutmuştum bile.

HER ŞEY BÖYLE BAŞLADI

Marinilla, 16 bin nüfus ve sayısız bisikletle birlikte büyük ve refah seviyesi yüksek bir yerleşim yeri. 1942’de on yaşındaydım ve Marinilla’ya geleli iki yıl olmuştu. O zamana kadar Marinilla’da bisiklet gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Ama o yıl kente şişman ve sarışın, soyadı olmayan, Juan de la Cruz adıyla anılan biri geldi. Bu adam alışılmadık bir işe girişti: On beş dakikası on sente bisiklet kiralama. Tellerle tutturulmuş, dört eski turistik bisikleti vardı. Dükkânın önünden geçerken birçok kez o gizemli iki tekerli taşıtları gördüğümü hatırlıyorum. Lâkin öteki taşıtların, parçalanmış at arabalarının parçalarından yapıldıklarını düşündüğümü hatırlıyorum. İki teker üzerinde ilerleyebileceğim aklıma gelmemişti.

BU KADAR GARİP OLAN NE?

Her zaman olduğu gibi dört tekerli arabamla saat beş buçukta okuldan eve dönerken şaşakaldım. Gözlerime inanamıyordum. Bir çocuk efor harcamadan, serinkanlı bir şekilde o iki tekerli taşıtta rahatça oturarak yokuş aşağı gidiyordu. İmkânsız görünüyordu.

Şaşkına dönmüş bir şekilde arabamı durdurdum. Dengesi bozulmadan bir merkez etrafında dönüp duran bu alet hakkında kafa yordum. Bir dakika sonra onu süren çocuğa sormaya cesaret ettim:

-Düşmemek için ne yapıyorsun?

Cevap verdi:

-Bu bir sır.

Hâlâ şaşkınlığımı üzerimden atamadığım o gece bana, o garip taşıtın bisiklet olduğunu açıkladılar.

Bu yazı, Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır. Bütün sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz. 

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

1159 Gün

1159 Gün

4 sene önce
İstasyon

İstasyon

4 sene önce
Rüya Gibi

Rüya Gibi

4 sene önce