“Ya kahraman olarak ölürsün ya da kötüye dönüşmeni izleyecek kadar uzun yaşarsın.”
-Harvey Dent (Batman: Dark Knight filminden)
4 Kasım 2003… San Jose’deki Fairmont Otel’in hiç duygu barındırmayan konferans salonu kocaman ve sessizdi. Sükûneti, federal ajanların süreklilik arz eden sorularını kesiyordu. Ama sorular bıçak gibi değil, daha çok beton delme aletleri gibi; kesintisiz, darbeli ve sabır sınayan cinstendi. Karşılarında, avukatlarıyla birlikte, kesinlikle yalan söylememesi tembihlenmiş Marion Jones oturuyordu. Avukat Rich Nichols, o günü şöyle anlatıyor: “Marion’a, ‘Ne olursa olsun, her hâlükârda bağlı kalman gereken tek şey, doğruyu söylemek’ demiştik. Şartsız ve koşulsuz. Eğer tıkanırsa, tereddüt ederse veya emin olamazsa ‘Take a break’ deyip, yani ara isteyip, odadan çıkabileceğini ısrarla anlatmıştık.”
Jones, hiçbir şart altında yalan söylememeliydi zira federal görevlilere yalan söylemenin geri dönüşü yoktu ve karşılığı hapis cezasıydı. Kaliforniya’daki BALCO laboratuvarının büyük bir sporcu grubuna performans artırıcı ilaçlar sağladığına dair bir soruşturma yürütülüyordu. Ünlü atletizm antrenörü Trevor Graham ve öğrencileri listedeydi, tıpkı Marion Jones gibi… Jeff Novitzky adlı federal görevli, sorgulamanın kreşendo anında, çantasından içinde zeytinyağı renkli sıvı bulunan bir kapsül çıkardı. Novitzky, yıllar sonra Lance Armstrong’u da köşeye sıkıştıran adam olacaktı.
Noviztky, Marion Jones’a arka arkaya sorular yöneltmeye başladı: “Bunu hatırladın mı? Gördün mü? Kullandın mı?” Jones geveledi, köşesinde yumruk yiyen bir boksör gibiydi. Çünkü kapsülü tanımıştı. Bu, antrenörü Trevor Graham’in ona defalarca verdiği ve “İçinde keten tohumu yağı var, yutmadan önce dilinin altında erit!” dediği besin takviyelerinden biriydi. Graham, bunların BALCO’dan geldiğini söylemişti. Jones, sonradan verdiği ifadeye göre, bunun doping olduğunu ancak o odada anlamıştı. Kapsülde; ‘The Clear’ denen, THG olarak da bilinen, BALCO’nun sahibi Victor Conte’nin tasarladığı, testlerde tespit edilemeyen ‘berrak’ bir performans artırıcı steroid bulunuyordu. Jones’un dürüst olma şansı vardı. Fakat o anda, antrenmanlarla, fedakârlıklarla ve başarılarla geçen uzun yılları düşündü; onca parayı, sponsorları, üç yıl öncesinde aldığı beş olimpiyat madalyasını, itibarını ve ailesini… Sonra, iki yanında oturan avukatlarına bakmadan “Hayır!” dedi, “Hayır, görmedim.” Ara vermeyi talep etmedi. Tutuldu kaldı. Görevli bir kez daha sordu. Yine “Hayır” dedi. Ve artık, çok şey değişmişti. Sadece bu, o an anlaşılamamıştı. Aradan geçen yıllarda, önce Conte, sonra da doping cezalısı eski eşi CJ Hunter, Jones’un 2000 Sidney döneminde bu ilaçları kullandığını anlatmışlardı. Üzerindeki baskı artıyordu. ABD’li atlet sürekli, doping yapmadığını söylüyordu. İkinci eşi ünlü sprinter Tim Montgomery de BALCO Skandalı’nın baş aktörlerinden biri olunca teker patladı.
Dört yıl sonra, 7 Ocak 2007’de kameraların ve mikrofonların karşısına geçen ünlü atlet, gözlerinden yaşlar akarken, “Büyük bir utançla… Güveninize ihanet ettim” dedi. Jones, yalan söylemişti ve bu itirafı sonucu altı ay hapis cezasına çarptırıldı. 2008 yılında hapse girdi. Henüz yalanların bu kadar gerçeğe dönüştürülmediği; post-truth (hakikatin ötesi) kavramanın lügata girmediği; Donald Trump ve şürekasının, alternatif gerçekler diye pişkince yalanlar pazarlamadığı günlerdi. Ben Johnson’ın üzerinden zaman geçmişti, Lance Armstrong depremine ise daha zaman vardı. Çok sarsıcıydı. Meğer dünya, yıllardır Marion Jones’un alternatif gerçeklerinin girdabındaydı.
Jones, bilhassa 1990’ların ikinci yarısında yeteneği, güzelliği ve hipnotize edici gülümsemesiyle herkesi etkilemişti. İmkânsız olasılıkların ve saf neşenin pist üstündeki sureti gibiydi. Ama yalandı. Yalanlar nerede başlamıştı, orası ise muğlaktı. Ortaokuldan itibaren, atletizmden basketbola, birçok spor dalında yeteneği fark edilmişti. Daha lisede ulusal rekorları altüst etmeye başladı. Atletizme bir yıl ara verip North Carolina Üniversitesi’ne geçtiğinde, basketbola odaklandı. Takımın yıldızı olarak ulusal şampiyonluk yaşadı. Sonra ayağı kırıldı. Atletizme döndü.
1992 yılında Jones, yarışma dışı bir doping testine katılmamıştı. Sonraları O. J. Simpson davasıyla ünlenecek avukat Johnnie Cochran, Jones’un savunmasını yaptı ve sorunun bir iletişim hatasından kaynaklandığını kanıtladı. Jones, ceza almadı. Acaba dopinge o günlerde mi başlamıştı? Bunu kimse bilmiyor… Jones, hapisten çıkıp Oprah Winfrey’in programına katıldığında doping yaptığını itiraf etti ama bunu bilmeden yaptığını söyledi. O yükü hâlâ tam anlamıyla üstünden atamamıştı. Tarihin belki de en çok yönlü sporcularından biri, en çok yönlü yalanlardan birinin kahramanına dönüşmüştü.
Geçtiğimiz ay Aslı Çakır Alptekin de The Oprah Winfrey Show özentisi bir programa konuk oldu. Her şeyi doğal ve samimi bir şekilde anlatma şansı vardı ama bunun yerine, önceden hazırlandığı belli olan şeyler söyledi. Her şeyi -yine ve yine- ülkenin güncel alışkanlıkları gereği kumpaslara bağladı. Tamam, IAAF ve WADA’nın güvenilirliği üzerine tartışmalar sürüyordu ama Aslı Çakır Alptekin de gerçekten ‘konuşmak’ yerine, ‘konuşma yapmayı’ tercih ediyordu. Her geçen gün George Orwell’in Okyanusya’sına daha da çok benzeyen bu dünyada, yalanlarını gizleme gayretindeki herkes gibi.
Marion Jones da onlardandı ve yaşamaktan korktuğu her şeyi yaşadı. Fakat 2010’da hapisten çıktıktan kısa süre sonra 34 yaşında WNBA’de profesyonel basketbol oynamayı başardı. İkinci bir şans yarattı kendine. Jones bugünlerde, kendisi de eski bir atlet olan eşi Obadele Thompson ile birlikte, üç çocuk sahibi bir anne olarak hayatına devam ediyor. Okullarda ‘Take a Break’ adını verdiği konferanslar düzenleyip gençlere kendi yaptığı hataları anlatıyor.
Bu sayı; şanslarını kendi yaratıp hakikatin, bilimin peşinde koşanlar ve şanssızlıklara rağmen hayata tutunanlar için… Stephen Hawking’in dediği gibi;
“Her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu ve buna karşı hiçbir şey yapılamayacağını iddia eden insanların bile, karşıdan karşıya geçerken sağa ve sola baktıklarını fark ettim.”