Gerçekten de o kadar oldu mu? 2016 Fransa Turu sonuna yaklaşırken aklımda bazı sorular vardı ve hepsi aynı eksende dolaşıyordu. Morzine’de biten 146,5 kilometrelik 20. etabın finişinde Chris Froome takım arkadaşlarıyla kutlama yapıyordu, Romain Bardet’nin genel klasmandaki ikinciliği ve önceki günkü zaferi Fransızları mutlu ederken Kolombiyalılar da yarışa üçüncü katılımında üçüncü kez podyum gören Nairo Quintana’ya teşekkür ediyordu. Hepsi, Paris öncesi artık her şeyin sona erdiğini, bir kez daha aynı heyecan, beklenti ve duygularla dolup taşmak için 11 ay beklememiz gerektiğine dair işaretler veriyordu.
Yine de her şey bitmemişti. Bir gün daha yarış koşulacaktı ve konuşulacak çok şey vardı. Sorular da orada kendi kendilerine yanıtlanmayı bekliyordu. Mesela Team Sky’ın ve Froome’un bu sene yenilebileceğini düşündüğümüz andan bu yana kaç hafta geçmişti? Muhtemelen üç. O zamanlar henüz Wout Poels, Sergio Henao ve Geraint Thomas’ın bu kadar muazzam domestik performansları ortaya koyacağını tahmin etmiyorduk. Froome’un sorun yaşadığı her anda oradaydılar, bütün dağ etaplarında pelotonun önündeydiler ve tempoyu da yarışı da başkasına bırakmadılar. Yanlarına bir de artık sadece tırmanışlarda değil, inişlerde de düzlükte de atak yapan bir Froome eklenince her şey daha da kolaylaştı. Kenya asıllı Britanyalı bu sene hiç olmadığı kadar insani bir yüzle yarıştaydı ve Mont Ventoux’da bütün emeği aptalca bir kaza ile paramparça olmak üzereyken şikayet etmekten daha fazlasını yaptı. Bisikletinden indi ve koştu. Bu, bir ömür boyu yanımızda taşıyacağımız bir fotoğrafı da beraberinde getirdi. Orada, kaybettiği saniyelerin organizasyon tarafından iade edilmesi eleştirilerle karşılansa da bu yarışın en iyisi oydu. Açık ara.
Ne kadar oldu? Tam bir sene önce bugünlerde Nairo Quintana’nın artık zamanının geldiğini düşünüyorduk. Hepimiz. Geçen seneki yarışta Paris öncesi son etap olan Alpe d’Huez’de Kolombiyalı imkansız bir şeyi denemişti. Son tırmanışa Froome’un 2 dakika 38 saniye arkasına girmişti ama bu atak yapmasına engel değildi. Britanyalı rakibi bunu karşılamakta zorlanmış, son beş yılda hiç olmadığı kadar kırılgan görünmüştü. Quintana geliyordu, beklediğimiz yere doğru çok yaklaşmıştı, hep hala tam olarak orada olmadığımızı, biraz daha beklememiz gerektiğini düşünsek de o tarihi hızlandırmıştı. Ve herkesin kafasındaki düşünce artık benzerdi. Bir noktada genel klasmanda Froome’u yenebileceğini fark etmiştik. Mühim olan, bunun ne zaman gerçekleşeceğiydi. 2016’da olmadı. Quintana bu kez 2013’teki ve 2015’teki performansının gerisinde kaldı. Hasta olduğu, dağlardaki sıcak etaplarda alerjisinin onu çok hırpaladığı iddia edildi. Ama ne olursa olsun, Kolombiyalı tırmanışçı üç hafta boyunca selesinde kaldı ve rakiplerine neredeyse hiçbir zorluk çıkartamadı. Takımı Movistar da hem yetenek hem form hem de taktik olarak Team Sky’ın çok arkasındaydı. Belki de iki takım arasındaki devasa bütçe farkı ilk kez bu kadar derinden hissedildi. Birinin yakıtının bittiği yerde diğerinin b, c ve d planları duruyordu.
O anın üzerinden de çok geçmedi. Peter Sagan’ın belki de beklediğimiz adam olamayabileceğini düşünmeye başladığımızda 2015 sezonunun ortasındaydık. Slovak bisikletçi, rekor ücretle transfer olduğu Tinkoff-Saxo’da eleştirilerin hedefi olmuştu. Liquigas’taki son dönemlerinde olduğu gibi yeni takımında da sprintlerde eskisi kadar güçlü görünmüyordu ve klasiklerde de bir türlü istediği anıtsal yarışları alamıyordu. 2015 Kaliforniya Turu her şeyi değiştirdi, Sagan kim olduğunu hatırladı. Kaliforniya’daki kazanma şeklinden daha anlamlı olan ise birkaç ay sonraki Fransa Turu’ndaki kaybetme şekliydi. Sagan sprintlerde ilk üçe giriyor, dağlarda kaçış gruplarına dahil oluyor, inişlerde atak yapıyor ve sürekli yeni bir şeyler deneyerek yarışı her gün daha eğlenceli hale getiriyordu. Col de Manse tırmanışının geçildiği günün sonunda Ruben Plaza’nın arkasından inişi ve göğsünü yumruklayıp bağırarak aldığı ikincilik o yarışa bıraktığı imzalardan sadece biriydi. Ardından kısa süre içerisinde o imzaların şekli değişti. Geçen seneki dünya şampiyonluğu kariyerinde açılan bu yeni sayfanın süsü olmuştu. Bu sene ise onu Bahar Klasikleri’ndeki anıtsal Ronde van Vlaanderen galibiyeti izledi. Ve 2016 Fransa Turu’nun en büyük neşe kaynağı yine Sagan’dan başkası değildi. Gelecek sene hangi takımda yarışacağı en büyük tartışma konularından biriydi. Ama daha çok konuşulan şey, her zamanki gibi, yarış stiliydi. Slovak yıldız üç etap aldı, en çok da Montpellier’deki şaheseriyle yarışa damgasını vurdu. O gün rakipleri gibi beklemeyi ve sprint mücadelesine katılmayı seçmedi, kendi şansını çapraz rüzgarların gölgesinde yaptığı atakla yarattı. Peşine takılan Chris Froome’la birlikte finişe kaçışı uzun yıllar unutulacak gibi değildi.
Peki ya Jön Fransızlar? Ülkelerinin 30 yıllık şampiyonluk hasretini bitireceklerini ne zaman fark etmiştik? Evet, iki sene önce. Chris Froome ve Alberto Contador’un kazalarıyla ve vedalarıyla sarsılan 2014 Fransa Turu, Vincenzo Nibali’nin zaferiyle sonuçlanmıştı. İtalyan bisikletçinin dağlardaki rakipleri ise genelde Fransızlar olmuştu. O dönem 37 yaşında olan Jean-Christophe Peraud genel klasmanda ikinci olurken genç Thibaut Pinot üçüncülüğü almıştı. Pinot ile aynı nesilden olan bir başka büyük yetenek Romain Bardet ise ufak şanssızlıklar ve kazalar yüzünden podyumun kapısından dönmüştü. İki sene sonra bu kez Bardet podyuma, hem de ikinci basamağa çıktı. Sürekli kıyaslandığı Pinot’nun erkenden terk ettiği ve unutmak istediği bu turda Fransızların geleceğe umutla bakmasını sağlayan o oldu. Sadece genel klasmandaki ikinciliği de değildi bu mutluluğun kaynağı. Alpler’deki 19. etabı muhteşem bir atakla alması, kontrollü bisikletten haz etmeyenleri ve panache görmek isteyenleri tatmin etti. Tarzı, konuşma stili ve entelektüel birikimiyle Silikon Vadisi’ndeki genç milyarderleri andıran Bardet 30 yıllık hasreti daha fazla büyümeden bitirebilir. Belki seneye, belki daha sonra.
Bunu belki unutmuş olabilirsiniz. Floyd Landis ile Óscar Pereiro Sío’nun dopinge bulanmış fantastik mücadelesine sahne olan 2006 Fransa Turu’nun üzerinden epey zaman geçti. Zaten kimse o lekeli ve kara günleri hatırlamak istemiyor. Genel klasmanda çarpışan ikilinin dağlarda birbirlerine bir anda 10 dakikalık farklar atabildiği o üç hafta bilinmezlerle, skandallarla ve bitmek bilmeyen bir gerilimle doluydu. Şimdi, yıllar sonra, daha temiz bir dünyanın parçası olduğumuzu düşünerek ve yeni bir doping skandalının merkezinde olmadığımızı umarak hayatımıza devam ediyoruz. Elbette Chris Froome, Team Sky ya da modern bisikletçiler hakkında şüpheler ve tartışmalar dinmedi. Ama yine de, işler eskisi kadar sert ve gürültülü bir düzlemde ilerlemiyor. Ve bir kez daha, ‘yeni bisiklet’ dediğimiz şeyin arka arkaya atakların olduğu, herkesin dağlarda gaza bastığı ve insan üstü derecelerle tepeleri çıktığı eski dönemlerden farkını konuşurken temizlenmenin etkisini hesaba katmaya çalışıyoruz. Heyecanın azalmasını, o eski deli ve uzun ataklara artık sık rastlanmamasını böyle bir iyi niyete bağlıyoruz. Bu yüzden de genç nesilden Bardet gibi bir bisikletçi “Doksanlardaki gibi bir açık bar yok, o yüzden her istediğimizde atak yapamıyoruz. Çünkü bugün atak yaptığımızda yarın bunu ödeyebileceğimizi biliyoruz” dediğinde kulaklarımızı ona doğru çeviriyoruz.
Peki Chris Froome’un koşusundan bu yana kaç gün geçti? Benim için, her şey daha dün gibi. Tam 10 gün önce Mont Ventoux’ya tırmanıyor, yakınlarıma bu dağ hakkında yapacağım gevezelikleri düşünüyordum. Her şey kusursuz görünüyordu. Yorulmuş, çeşitli insanlarla tanışmış ve gerçekten tarihi bir güne şahitlik etmiştim. Bir gün sonra Lyon’da uçağıma saatler kala bir restoranda yemek yerken yaşadıklarımı zihnimde yeniden tartıyordum. Sonra bir telefon geldi, karşıdaki ses “Darbe oldu” dedi. Ve bir anda eve dönüş yolum havalimanında uzun ve endişeli bir bekleyişe dönüştü. Hayatlarını kaybeden, yakınlarıyla vedalaşan, ağır yaralanan insanların yaşadıklarının yanında benim ödediğim bedel çok daha fazla değildi. Ucuz kurtulduk ve ben özellikle çoğunuza göre çok daha ucuz atlattım. O sırada ise Fransa Turu devam etti. Etaplar yapıldı, mücadele sürdü, biz de hayatımıza bir şekilde devam ettik ama o geceden sonra bisiklet izlemek, konuşmak ve yazmak çok kolay değildi. Bu yüzden, 10 gün sonra yeniden bakınca sanki her şeyin o koşuda bittiğini düşünüyorum. Her şey Mont Ventoux’nun zirvesinde belli oldu. Sonra hep beraber aşağı indik.