Yaşı kaç olursa olsun, NBA ile kıyısından köşesinden ilgilenen hemen herkes Michael Jordan’ın 1989’da Craig Ehlo’nun üzerinden attığı, Cleveland Cavaliers’ı yıkan basketi bilir. The Shot. Kimilerine göre Jordan mitinin ilk büyük kilometre taşlarından. Maçın anlam ve öneminden, o seneki play-off mücadelesinden ziyade bizim için o görüntü önemlidir. Jordan şutu sokar, yumruğunu sıkarak havaya zıplar, Ehlo dizlerinin üzerine çökmüştür. Daha sonra Where Amazing Happens reklamlarına konu olacak, birkaç farklı jenerasyonun hafızalarına kazınacak o an.
NBA kütüphanelerinin başucu eserlerinden Undisputed Guide to Pro Basketball History, o şuta dair özel bir bölüme sahiptir. Daha doğrusu yazar Pasha Malla, NBA tarihini ve arşivlerini algılama biçimimizi anlatırken The Shot‘ı örnek olarak seçer. O unutulmaz akşamda maçı yayınlayan CBS aslında Jordan’ın son şutundan sonra koç Doug Collins’in tepkisini ekrana getirmiştir. Oysa bizim yıllar sonra izlediğimiz görüntülerde koç yoktur. Jordan mitinin ilk büyük anı efsaneleştirilirken Doug Collins dışarıda bırakılır. Kurgu masası ona acımamıştır.
Tarih, tam olarak böyle bir şeydir. Sabaha kadar bir akademik disiplin olmasından, bilimsel metotlarından, gelişiminden bahsedin. İş, özellikle sıradan okuyucu için dönüp dolaşıp neyi, kimden, nasıl okuduğunuza kalır. Fatih Sultan Mehmet’i Reşad Ekrem Koçu’dan başka türlü, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan başka türlü okursunuz. Sadece büyük siyasi liderler değil, herkes ve her şey bu bakış farkından nasibini alır.
LeBron James de 2000’lerin başından beri farklı bakışların merkezinde. Bir yandan şimdiyi anlamlandırıyor, bir yandan da yaptığı her hareketle tarihin malzemesi oluyor. Etki yaptığı en özel alanlardan biri de maç izleme deneyimi. Socrates‘in mayıs sayısını ayırdığı malum konu. Caner Eler’in giriş yazısını okuyabilir, neden bu konuyu seçtiğimizi anlayabilirsiniz. Hepsinden sonra, eğer canlı seyretmediyseniz, Cleveland Cavaliers’ın 2015 Doğu Konferansı yarı finalinde Chicago Bulls ile oynadığı dördüncü maça bakın. Maç, çok değil, birkaç saat önce sona erdi. Ve “LeBron İzleme Deneyimi” bütün yaşanmışlıkları ile orada, bizi karşıladı.
Amerika’yı yeni baştan keşfetmeye gerek yok. Hepimiz o deneyimi yakından biliyoruz. Kimimiz küfrederek, kimimiz alkışlayarak. Peki neler bu deneyimin bir parçası? Birincisi, gerginlik. Bilhassa play-off zamanı geldiğinde derinden tanıdığımız, LeBron ve takımlarının çıkacağı her kritik maç öncesi bizi sarmalayan o his. Söylemeye bile gerek yok, bu adam ve takımları için büyük karşılaşmalar öncesi yazılanlar hep benzer minvaldedir: Bu maç, LeBron’un kariyerini belirleyecek. Bugün yapacakları ileride hatırlanacak. Kazanırsa adını tarihe şöyle yazdıracak, kaybederse ismi böyle anımsanacak. Bu maç, “legacy”sini çizecek.
Sadece öncesi değil, elbette maçların kendisi de bu izleme deneyiminin bir parçası. LeBron’un başrolünde olduğu kritik bir maçta Twitter’da online olan herkes ne dediğimi anlayacaktır. Tahminen ilk periyotta kavga başlar, sinir harpleri 140 karaktere sığmaya çalışır. Kaçırdığı her büyük top beraberinde “choke” kelimesini getirir. Son 15 senede, play-off zamanı en fazla son saniye basketi atan adam olması, bu alanda istatistiklerinin Jordan’a yakın olması pek de önemsenmez. Herkes gerçeğe kendi penceresinden bakar ve gerçekler, çoğu pencere için o kadar da mühim değildir.
LeBron’un kariyerinde oynadığı en büyük maç belki de bunun en iyi örneği. 2013 NBA Finalleri’ndeki altıncı maçtan bahsediyorum. Yine mayıs sayısında Kaan Kural, yerinde izlediği maçın anlam ve önemini yazmıştı. Daha ziyade o deliliği kaleme almıştı. Hatırlamayanlar için Heat, San Antonio Spurs’ü Ray Allen’ın son saniye basketiyle yıkmıştı. LeBron maça berbat başladıktan sonra kafa bandını düşürmüş, peşinden dökülmüş saçları iyice gözümüze girerken yeniden oyuna dönmüştü. Game 6, tıpkı The Shot gibi jeneriklerin malzemesi artık. Ve NBA’in 2000’lerdeki en büyük süperstarı kariyerindeki en büyük maçta “o an”a imzasını atamadı. Önceki hücumunda bir üçlük soktu, sonraki maçta, Game 7 zamanı geldiğinde, baştan sona sahnedeydi ama Ray Allen’ın jeneriklere kalan o üçlüğünde kadrajın kenarında bir yerlerdeydi.
Chicago Bulls serisine kadar LeBron’un kariyeri o The Shot’a yaklaşan birkaç son saniyeye rastlamıştı ama hiçbiri Jordan’ınki gibi değildi. Mesela 2009’da Doğu Konferansı Yarı Finali’nde Orlando Magic’e attığı inanılmaz son saniye şutu, devamında Cavs o seride elendiği için çok da hatırlanmıyor. Yine 2013’te Indiana Pacers’a karşı soktuğu şut da kritikti ama efsanevi değildi. Fakat dün gece Bulls’a dördüncü maçın sonunda attığı, geleceğe kalabilecek adaylardan biri.
Neden? Zira o an ve öncesi, “LeBron İzleme Deneyimi”ne dair ihtiyacımız olan her şeye sahip. Maç öncesi yazıları. Twitter gerginlikleri. Berbat hatalar. “Acaba artık bitti mi?” soruları. Top kayıpları. Sonra, daha fazla top kayıpları. Uğruna üç mola harcanmasına rağmen kenardan düzgün sokulamayan top. Birkaç hücum sonra molası kalmayan David Blatt’in mola almaya çalışması. Hakemlerin bunu görmemesi. Son topta LeBron’un içeriye bodoslama dalışı. Çalınmayan faul. Duran oyun. Hakemler bu anı kenarda izlerken Blatt’in çizdiği hücumu sallamayıp kendi son topunu çizen LeBron. En son, o şut.
Maçı izlemeyenler, önümüzdeki birkaç saatte görüntülere bakacak. Son saniye, Tyronn Lue’nun Blatt’i kenara çekerek koçluk kariyerindeki en utanç verici andan kurtarması, Bulls yedeklerinin kaybettikten sonraki tepkisi. Hepsi birkaç saniyelik Vine’larla önümüze gelecek ve maç sürekli, yeniden üretilecek. Eğer Cleveland Cavaliers bu seriden çıkıp finale doğru yürürse o anlar uzun yıllar bizimle birlikte gelecek. Hatta olası bir şampiyonlukta son top “o an”a dönüşecek. Elendikleri takdirde dahi belli aralıklarla karşımıza çıkacak. LeBron 35 yaşına geldiğinde, emeklilik kararını açıkladığında, gerçekten emekli olduğunda, 40’a geldiğinde…
Nereden mi biliyorum? Tahmin etmesi çok da zor değil. Geride kalan normal sezon içerisinde, LeBron James 30. doğum gününü kutladığında birçok özel dosya yapılmıştı. Onlardan biri Instagram’a konulan bir videoydu. Yanılmıyorsam NBA resmi hesabı, LeBron’un kariyerinin en iyi 5 anını derleyen bir klip ile ‘The King’in 30’unu kutlamıştı. Altta gelen yorumlarda birçok takipçi “NBA’in en iyi oyuncusu dediğiniz adamın en iyi anları bunlar mı?” diye yakınıyordu. Haklılardı ama sorun onda değildi. Kurgu masasında kesilip biçilecek hiçbir an, LeBron’un kariyerini takip etmenin verdiği o hissin yakınından geçmiyordu. Zira onun kariyeri asla Jordan gibi değildi. ‘Majesteleri’, fiziksel güzelliğiyle oyunundaki estetiğin de verdiği etkiyle birlikte steril, hatırlanacak ve anlatılacak anlar bırakmıştı. LeBron ise kariyerinin en kusursuz sayılabilecek anlarında bile kusurlarla bir hâyli içli dışlı olmuştu. Bulls maçındaki gibi.
Geleceğin bize neler getireceğini bilmiyoruz. Sonraki birkaç haftada göreceklerimizden de pek emin değiliz. Beklemek zorundayız. Şimdiki zaman arşivlere dönüşmeden, bugünün yıldızları tarihin malzemesi olmadan önce yapabileceğimiz tek şey gerçekten de bu. Bir de, hatırlamak. Tarih, bütün bunları kısaltacak ve yeni bir hero ball jeneriğine dönüştürecek. Kurgu masasında çöpe atılan yüzleri, sinemada her kesmenin ahlâki bir problem olduğunu, saçma top kayıplarını, David Blatt’in mola almaya çalıştığı o anı hatırlamak gittikçe daha da zorlaşacak. Yine de unutmamaya çalışın, LeBron James’in kariyerinin tamamı gibi o anları da kusursuz değil. İki yanına tırnak işareti geldiği zaman da olmayacak. Bunu gerçekten anladığınızda rahatlayacaksınız. Bir sonraki sinir harbine kadar.