Kuzey Amerika sporlarının en tarihi kupası olarak bilinen ve Ulusal Hokey Ligi (NHL) şampiyonuna verilen Stanley Kupası’nı kaldırdım. Kazanmadan. Daha doğrusu kupayı tuttum. Çünkü henüz 9 yaşında olduğumdan, idollerimin yaptığı gibi 15 buçuk kiloluk kupayı başımın üzerine kaldıramadım. 1993 yılının yazında aile dostumuz sporcu Mathieu Schneider, Montreal Canadiens takımıyla buz hokeyinin zirvesine ulaştı ve NHL şampiyonlarına tanınan özel bir ayrıcalıktan faydalanarak Stanley Kupası’nı düğün kutlamasına getirtti. Kupaya kazınmış isimleri teker teker incelerken yalnızca iki hayalim vardı; profesyonel bir buz hokeyi oyuncusu olmak ve o kupayı tekrar kaldırmak!
İkincisi hiç olmadı. İlki ise o düğünden 21, umudumu kestikten 12 sene sonra Zeytinburnu Büyükşehir Belediyesi sayesinde, İstanbul’da gerçek oldu. 24 Ocak 2015 Cumartesi günü Belediye, o sezon katıldığım Türkiye Buz Hokeyi Federasyonu Süper Ligi’nde mücadele eden Koç Üniversitesi takımını küçük bir pistin açılışına davet etti. Zamanın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ve Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın’ın önünde Zeytinburnu Belediyesi Buz Hokeyi Takımı ile bir gösteri maçı yapıp kişi başı 150 lira aldık. Böylelikle hayatımda ilk kez buz hokeyi oynayarak para kazandım. Artık profesyonel olmuştum.
Tarihi bostanların yanında bulunan Silivrikapı Buz Pisti’nde asılan yazıya göre Mustafa Kemal Atatürk, “Sporcunun zeki, çevik ve aynı zamandan ahlaklı olanını” severmiş. Peki ya ben? Zeki? Olur. Ahlaklı? Elimden geleni yaptım. Çevik? Asla.
Yaz-kış fark etmeksizin buzda büyüdüm. Hırslı olmama rağmen açıkçası pek yeteneğim yoktu. Senaryoyu biraz değiştiren olay ise lisenin ilk ve ikinci yılları arasında, sihirli toprağa serpilmiş bir tohum gibi, aniden 1.77’den 1.92’ye uzamam oldu. Bu olayın hem iyi hem kötü tarafları vardı. Çoktandır zaten az sahip olduğum koordinasyonumu artık tamamen kaybetmiştim. Bunun yanında boyum göğe uzanırken vücudum buna ayak uyduramadı. Günde 5-6 kere yemek yememe rağmen, buz hokeyine pek de uymayan bir şekilde, 4. sınıfta “Oz Büyücüsü” oyununda canlandırdığım korkuluğun cüssesine ancak sahip olabilmiştim. Ya uzamanın iyi tarafları? 1.92’lik bir boya sahiptim. Korkuluk gibi bir vücudum olsa da omzumun diğer oyuncuların başlarıyla aynı hizada olması buz kabadayısı olmama yol açmıştı.
Lisede, cuma ve cumartesi akşamları kaskımı takınca, başka bir insan olma fırsatını yakalamıştım. Sınıfta olduğum ineğe, boğa olma izni verildi, hatta bu teşvik bile edildi. Sonuç olarak buz hokeyi tenis değil, gayet şiddetli bir spor. Yine de o gürültülü çarpmalar ve bağırışlar arasında bir gencin sıradan dertlerini unutarak tuhaf bir huzur bulduğu bir yer olmuştu benim için buz hokeyi pisti. Lise 4’te lise takımının kaptanı oldum, hatta playoff’lara kadar ulaşıp ligimizin şampiyonu olduk, pek tarihi olmayan bir kupayı kaldırdık.
Sonraki gün kalktığımda oyunculuk kariyerimin bitişiyle yüzleşmek zorunda kaldım. Üniversitede oynamak için yeterince yetenekli bir oyuncu değildim. Devam edeceksem çocukluğumda idmanlarımızın ardından geç saatlerde “Vay be! Ne kadar da yaşlılar…” diyerek izlediğim Bira Ligleri’nde (Kuzey Amerika’da eğlence için abilerin ve nadir olsa da kimi ablaların oynadığı liglere “Bira Ligleri” deniyor çünkü maçlardan sonra hep beraber bira içiliyor) buza çıkan abilere katılmam gerekiyordu.
Ben de zamanla yeni kimlikler buldum, yeni hobilerle uğraştım, üniversiteyi bitirdim, çalışmaya başladım. Tek bir Bir Bira Ligi sezonu hariç çocukluğumla beraber buz hokeyini de geride bırakmaya çalıştım.
2014 kışında Pazartesi sendromlarımın farklı bir rengi vardı. İşe gidip masama oturuyor, bir ihtiyar gibi tuvalete kadar topallıyor ve sırtımı eğerek kalkıyordum. Başka şekilde yürüyemiyordum. Yine bir pazartesi, buz torbası omzumda sürekli dururken, iş arkadaşlarım beni Fight Club filminde Edward Norton’un canlandırdığı anonim anlatıcıya benzeterek “Ne oldu sana?” diyordu. Bir önceki hafta sonu arka arkaya buz hokeyi maçlarım vardı. Arkadaşlarım hem sporcu olmama hem de Türkiye’de buz hokeyi olmasına epey şaşırdı.
Önceki sene Koç Üniversitesi’nin, aynı zamanda aynı şehirden olduğum antrenörünün davetiyle birkaç antrenmana katıldım. 2014’te takımın Türkiye Buz Hokeyi Federasyonu Süper Ligi’ne yükselmesiyle yabancı oyuncu sınırı 4’e çıktı ve benden oynamamı rica etti. “Genç bir takım, oyuncuların çoğu tecrübesiz, ağabeylik yaparsın” diye anlattı. Açıkçası önce tereddüt ettim. Buz hokeyini bırakmıştım, hatta bırakalı tam 12 sene olmuştu. Takımın en yaşlı oyuncusu olacaktım. Formda değildim. Tam zamanlı bir işim vardı ve hafta sonları çalışmam gerektiği oluyordu. Buna rağmen teklifi kabul ettim.
“Buz hokeyi”ni alçak sesle söyleyerek, her fırsatta “süper lig” oyuncusu olduğumdan bahsetmeye, spor salonuna gidip ağırlık kaldırmaya başladım. Silivrikapı’da gerçekleştirdiğimiz antrenmanlar perşembe akşamları 11.30’da başlıyor, 00.30 veya 01.00’de bitiyordu.
İlk maçımız 20 Aralık; Büyükşehir Belediyesi Erzurum Spor Kulübü’ne karşı, ev sahibi takım da biziz. Maçtan önce lisede her maçtan önce dinlediğim Notorious B.I.G. şarkısını dinliyorum. Kolları fazla kısa olan formayı giyiyorum. Tedirginim. O ilk çarpma bana nasıl gelir? Korkuyor muyum? Korkak mıyım? Bilemiyorum. Sonuç: 3-1 galibiyetle buzdan çıktık, 1 gol ve 1 asist yapmama rağmen iki kolay gol fırsatı kaçırdım. 12 sene sonra bazı şeyler hiç değişmemiş. Bu ilk galibiyetin ardından bu işin o kadar zor olmayacağını düşünmeye başladım. Sonraysa dayaklar geldi.
27 Aralık; İzmir’deyiz. Erken kalkıp uçakla gittik. İzmir Büyükşehir Belediyesi bizi 11-2 yendi. Sonraki gün katılamadığım maçta 19-0 yenildik. Bir Amerikan futbolu maçı olsaydı skor buna yakın bile olmazdı. Tam bir buz faciasıydı.
4 Ocak; lig şampiyonu olacak Zeytinburnu Belediye ile oynuyoruz. 10-5’lik bir skorla galip geldiler. Sonraki gün 23-6’lık bir skorla aynı takıma yine yeniliyoruz.
10 Ocak; kazanma şansımız olan tek maç Erzurum’daydı ve yeterli oyuncu getirmediğimizden ceza aldık ve hükmen kaybettik. Sabah 5’te kalkıp Erzurum’a günübirlik gitmemin tek faydası cağ kebabı yemekti. Keşke sezonda attığım gol sayısı (4) o akşam yediğim şiş sayısından (5) daha fazla olsaydı.
Geri kalan dört maçı da kaybederek toplamda 10 gol attık, 54 gol yedik. Spor kariyerimde birçok maç kaybetmiştim; ama sporcu olalı böyle zulüm hiç görmemiştim. Ayrıca, bu dayakların fiziksel bir boyutu da vardı. Savunmacılarımızdan birinin köprücük kemiği kırıldı. Başka bir savunmacı sarsıntı yaşadı. Yedek oyuncularımızdan biri yumruk yiyerek burnu kırıldıktan sonra ameliyat oldu. Ben de bir kere hastaneye gittim, ama omuz çıkığım yoktu. Gençken hissettiğim dokunulmazlığın yerine kendi kırılganlığımı seziyordum artık. Aynen Alper Kamu’nun söylediği gibi zaman acımasızdı ve ben yaşlanıyordum.
Bunun yanı sıra Stanley Kupası’nı kaldırmak için oynamadıysam da gururum ve egom beni hiç yalnız bırakmadı. Yenildikçe daha da sinirleniyordum. Bu süre boyunca Türkçemin hep en zayıf tarafı olmuş olan küfür dağarcığım çok gelişmişti. Nasılsa yavaş yavaş sezon sona eriyordu.
14 Şubat; Zeytinburnu ile karşılaşıyoruz. Skor yakın bile değil. Karşımızda yedek kalecileri var.
Sol kanatta topu sürerek rakibimizin savunma bölgesine doğru kayıyorum. Mavi çizgiyi geçtikten sonra ilk savunmacıya yaklaşınca aldatmalı atışla donduruyor, tam kontrol ile topu back-hand’ime koyarak ilk onu geçiyorum. Sağ bacağımı uzatmam sağ kanattan gelen ikinci savunmacının müdahale etmesini engellerken, kaleye ulaşınca kendimden beklemediğim kadar doğal bir hareketle topu sağ tarafıma çekiyorum. Kaleciyi geri bıraktıktan sonra şut atıyor ve buza düşerken ağı dalgalandırdığımı görüyorum.
19-5’lik skorla yenilginin ortasında ağzım kulaklarıma varıyor. O anda 9 yaşındayım, 18 yaşındayım, 30 yaşındayım.
O hafta sonu sezon benim için bitti. Tek playoff maçımız, hafta içi iş saatlerinde olacağından oynayamamış olacaktım. Tekrar emekli oldum ve bu kararın bir daha geri dönüşü olacağını düşünmüyorum.
Geçen Aralık’ta annemler, Stanley Kupası’nı kazanmasının yanı sıra iki kez All-Star seçilen, NHL’de bin 289 maç oynayıp Olimpiyatlar’da da mücadele eden Mathieu Schneider’in ABD Buz Hokeyi Hall of Fame’e giriş kutlamasına davet edildi. Schneider’in yanında hiç yer alamayacaksam da, annemlerden ona benim de profesyonel olduğumu söylemelerini rica ettim.