Kasım. Bisikletin görkemli günlerinden -bu sezonluk- yavaş yavaş uzaklaşıyoruz. Champs-Elysees’de içilen şampanyaların tadı damaktan silineli çok oldu. Giro’nun şatafatlı kupasının parıltısı artık sadece ilkbahardaki anıları aydınlatıyor. Roubaix’nin velodromundaki bir sonraki randevuya, Matthew Hayman’ın kazandığı yarışa olduğumuzdan daha yakınız. Rio’yu da bir süre Greg Van Avermaet’ın altın rengi bisikletiyle anıp 2020’ye kadar olimpiyattan çok fazla bahsetmeyiz. Aslında Katar’daki Dünya Şampiyonası’ndan çok uzaklaşmış sayılmayız ama şu da bir gerçek ki çoğumuz o şampiyonaya hiç yakın olamadık.
Sonbahar, bisiklette hem takımların hem de bisikletçilerin en azından bir sonraki sezon için kaderinin belirlendiği dönem. Takımlar, bütün büyük yarışların geride kaldığı bu dönemde sponsorlarını korumaya ya da yeni sponsorlarla anlaşma yapmaya çalışır. Kontratı biten veya takımı kapanan bisikletçiler ise yeni bir sözleşme arayışındadır.
Bu sonbaharda da birçok bisikletçi bu anları yaşamak umuduyla yeni başlangıçlar yaptı. Bazıları bu yolda ikinci bir şans elde etti. Bazıları için ise bu görkemli günler, ulaşamayacakları bir hayal. Ve yine bazıları artık bu hayalin peşinden koşmaktan vazgeçti.
Onları kim suçlayabilir ki? Her sene sadece şanslı bir azınlık bu sporun görkemli tarafıyla tanışma fırsatı elde ediyor. Bisiklet, dünyanın en acımasız sporlarından biri ama bu sadece fiziksel bir acımasızlıktan ibaret değil. Evet, temmuz sıcağında mistik dağlara tırmanmak ya da karlı bir günde 300 kilometrelik Milan-San Remo’da yarışmak fiziksel bir test. Ama asıl test, verdiğiniz emeğin karşılığını alamayınca başlıyor. Ya da bu kadar emek harcayacak mental gücünüz kalmadığında…
O gücü kaybedenlerden biri Matt Goss. Bisiklet yayınlarında bir süredir sıkça duyduğumuz bir isim değildi bu ve adını artık daha da az anacağız. Zira kendisi 29 yaşında, bisiklet için çok erken bir yaşta emeklilik kararı aldı. Bu kararın nedenini de CyclingTips’teki röportajında ‘artık bisikleti sevmemek’ olarak açıkladı: “Start çizgisinde yüzde 110’unuzu vermeye hazır olmamak, yarışa herkesin gerisinde başlamak anlamına geliyor.”
Goss’un erken biten kariyeri, Benjamin Button-vari bir çizgide ilerlemişti. Daha 25 yaşına bile gelmemişken Giro’da bir etap ve Milan-San Remo zaferleri elde etmişti. 2011 Dünya Şampiyonası podyumunda birlikte yer aldığı Mark Cavendish ve Andre Greipel, ilerleyen yıllarda bu sporun en büyük yıldızlarından oldu. Goss ise her geçen sezon biraz daha geriye gitti ve bunun nedeni yetenek eksikliğiyle açıklamak mümkün değil. Bir şeylerin eskisi gibi gitmediği ortadaydı. Ülkesi Avustralya’nın takımlarından Orica GreenEDGE ve sonrasında MTN-Qhubeka’da yeniden başlama şansı elde etti ama işler istediği gibi gitmedi.
Silik geçen sezonlarda sakatlıklar da etkili oldu ama Goss’un da açıklamaktan çekinmediği gibi asıl nedenin bıkkınlık hissi olduğunu düşünmek zor değil. Onun için son umut, 2016 sezonunu geçirdiği Pro-Continental takım ONE Pro Cycling’di. O da olmadı.
“Bisiklet romantizmi peşinde bir Socrates yazısı daha” diyebilirsiniz belki ama bisiklet, sadece maddi bir beklenti için yapılan bir spor değil. Chris Froome ve Peter Sagan gibi süper yıldızlar bile ortalama futbolcu maaşlarından biraz fazla kazanıyor. Küçük takımlardaki ortalama bir maaş, gelişmiş ülkelerdeki asgari ücretten daha az. Yani çoğu bisikletçi, çektikleri acının karşılığını maddi olarak almıyor. Gerçi onlar bisikletin şanslı sayılabilecek bir azınlığı. Sonraki sezonu da “kurtaracak” küçük bir kontrat bulamayanların da sayısı az değil. Adam Phelan gibi.
Phelan da birkaç hafta önce bir mektupla bisiklete veda ettiğini açıkladı. Fakat bundan haberiniz olmayabilir. Hatta onun adını daha önce duymamış bile olabilirsiniz. Ama merak etmeyin; bu, bisikletle düşündüğünüz kadar yakından ilgili olmadığınız anlamına gelmiyor. Çünkü Phelan, Goss’un aksine kariyerinin herhangi bir döneminde büyük yarışlar kazanamadı. Matt Berninger’ın deyimiyle “ponpon kızların kollarında taşınan biri” olamadı hiçbir zaman.
Fakat onun henüz 25 yaşında bisikleti bırakma nedeni artık bisikleti sevmemesi değil. Phelan, profesyonel kariyeri boyunca Avustralya takımı Drapac’ta yarıştı. Drapac, bu sezon sonunda Cannondale’le birleşince Phelan’ın 2017 sezonu için akıbeti belirsizleşti. Veda mektubunda Cannondale-Drapac’la WorldTour seviyesinde yarışmaya yaklaştığını yazsa da yeni takımda kendine bir yer bulamamıştı. Phelan, ardında belki önemli başarılar bırakmadı ama katıldığı yarışlarda hazırladığı videolar ve kaleme aldığı yazılarla pelotonun ilginç karakterlerinden biriydi. Ve o ilginç karakterlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor.
Yine bu sonbaharda bisiklete bir mektupla veda eden Phil Gaimon da nevi şahsına münhasır bisikletçilerden biriydi. Onun emeklilik nedeni ise bir kendine bir takım bulamaması değil. Geçtiğimiz sezonu Cannondale’de geçiren Gaimon’ın adını sele üzerindeki yeteneklerinden çok kitabı, yazıları ve podcast’iyle duysak da 2017 sezonu için küçük takımlardan iyi teklifler almıştı. Fakat WorldTour takımlarında kendine yer bulamayan Gaimon, alt seviye takımların tekliflerini de genç bisikletçilere ‘engel olmamak’ için kabul etmedi.
Gaimon, böylesine asil bir düşünceyle bisiklete veda etse de, mektubunda bu kararın ne kadar zor olduğunu da söylemekten çekinmiyordu: “Vuelta kadrosuna seçilmeye çalışıyordum ama takım beni Alberta’ya göndermişti. Girona’daki evimden Alberta’ya yolculuğumda Andre Agassi’nin otobiyografisini okudum. Tenisten nefret ettiğini söylüyordu. Onun için üzülmeniz normaldi ama benim hissettiğim duygu kıskançlıktı. Eski fotoğraflara her bakışımda gülümsemesem belki veda etmek de çok daha kolay olurdu.”
Bisiklette sezonun son büyük klasiği Il Lombardia, ‘düşen yaprakların yarışı’ olarak anılır. O ‘düşen yapraklar’ı bisikletin en acımasız mevsiminde veda ettiklerimiz için bir metafor olarak da kullanmamız mümkün. Goss, Phelan ve Gaimon, onlardan birkaçı. Kim bilir küçük takımlarda yarışan ve henüz adını bile duymadığımız kaç bisikletçi bu sonbahar yol yakınken dönmeyi tercih etti… Bisiklet izlemeyi çok sevsek de yine aynı soru karşımıza çıkıyor: Onları kim suçlayabilir ki?