Grand Slam’lerde 17 şampiyonluk, 302 hafta dünya sıralamasının zirvesinde yer almak, binin üzerinde maç galibiyeti. Bunlar Roger Federer denince akla gelen sayılar. Ve bu sayılar, ona istatistiki olarak ‘gelmiş geçmiş en iyi tenisçi’ payesini vermek için -en azından şu an- yeterli. Geçtiğimiz hafta İstanbul, bu büyük spor efsanesinin kariyerindeki 85. kupayı kaldırışına tanık oldu. Onu yakından izleme şerefine nail olanlarsa artık bir şeyden çok emindi.
Erkekler Turu takvimine bu sene dahil olan İstanbul Açık ilk duyurulduğunda, en üst profilden bir yıldızın şehre geleceği haberleri ortalığı sarmıştı. Yapılan anketlerdeyse sonuç çok belliydi. Türk halkı, tıpkı dünyanın geri kalanı gibi Federer’i izlemek istiyordu.
Federer 2005-2010 arasında Nadal’ın ardından dünyanın belki en iyi toprak kort oyuncusuydu ama 2012 Madrid’den beri bu zeminde bir kupa kaldırmamıştı. İlerleyen yaşı ile birlikte, bu zeminde başarı hedefi de eskisine nazaran düşüktü. Hem kendisine verilen yüklü para, hem de artık toprakta bir şeyler kazanabilme isteği onu nispeten düşük profilli İstanbul Açık’a getiren etkenlerin başındaydı. Tabii ona yüklenen bir misyon daha vardı. Hafta boyunca onu sıklıkla izleyen gençlere ve çocuklara bu sporu sevdirecek ve ülke tenisinin geleceğine bir tuğla koyacaktı. Bu, ‘Ekselansları’nın kolayca yapabileceği şeydi çünkü onu izlemek ve sporu sevmek arasında her zaman bir pozitif korelasyon vardır.
Beklendiği üzere Federer turnuvayı kazandı. İkinci turdaki Jarkko Nieminen maçının ikinci setinden başlayarak tam üç buçuk maç boyunca epeyce zorlanarak. Ama buradan onun da çıkaracağı olumlu sonuçlar mevcut. Zira son üç maçında (Gimeno-Traver, Schwartzman, Cuevas) üç safkan toprakçı ile oynadı ve Fransa Açık öncesi makul miktarda bir toprak antrenmanı yapmış oldu. Bizler ise onu bu görece daha zayıf olduğu zeminde izlerken bile hayranlığımızı bir an olsun gizleyemedik. Federer bize kort üzerindeki hareketleri, alçak gönüllülüğü ve önceden bildiğimiz ancak yakından görünce tekrar tekrar şaşırdığımız insanüstü becerisi ile neden en büyük olduğunu uygulamalı olarak gösterdi. Hatta bazı anlarda, tenisin kolay bir spor olduğu yanılgısına bile düştük.
Tüm rekorların bir yaşam süresi vardır ve insan ırkı atletik gelişimini sürdürdükçe, nice büyük sporcunun rekorları tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gidecektir. Federer’in bile bazı ulaşılamaz görünen rekoru, çok da uzak olmayan bir gelecekte kırılabilir ancak onun seyircilere verdiği ilham hep orada duracak. Geçtiğimiz hafta efsaneyi yakından izleyenlerin emin olduğu şey ise onu en büyük yapanın sadece kupaları ve rekorları olmadığı. Bunca şeyi kazanırken bu çok zor oyunu icra etme şekli ile en büyüktü Roger. Onu kanlı canlı izleyen bizlerin tek umudu ise ‘Ekselansları’nın sihrini de yanına alıp yeniden bu topraklara dönmesi çünkü şaşkınlık ve hayranlığımız henüz bitmiş değil.