“Tutku, ormana giden yol değil; ormanın ta kendisidir. Ormanın en derin ve vahşi tarafıdır hatta. Aynı anda perilerin hâlâ dans ettiği ve zehirli yılanların dallarda uyukladığı…” –Tom Robbins
Ofis telefonu devamlı çalıyordu. Aranan numara, o günlerde New Jersey Nets Genel Menajeri olan, bir zamanların efsane basketbolcusu Willis Reed’e aitti. Sekreteri sonunda ahizeyi kaldırdı. Bir kadın, Drazen Petrovic’in telefon numarasını istiyordu. Sekreter bu bilgiyi vermelerinin mümkün olmadığını; eğer numarasını verirse Petrovic’e ileteceklerini söylemişti. Hırvat basketbolcuya bu bilgi iletildi. O da yakın arkadaşı Mario Miocic’e danıştı. Sonunda kızı, Klara Szalanty adındaki Macar basketbolcuyu maça davet ettiler. Klara, aynı zamanda modeldi. Bir arkadaşıyla New York’a tatile gelmişti. Maçtan sonra Houlihan’s adlı restorana gittiler. Hayranlarına karşı genelde çok kibar davranan ama onlarla kişisel iletişime hiç geçmeyen Drazen ondan hoşlanmıştı. Yine de konsantre olmak istediği tek şey basketboldu. İki günlüğüne gelen Klara bir hafta kalıp Almanya’ya döndü. Petrovic ise hayatının basketbolunu oynadığı sezona…
1992 kışıydı. New York için soğuk ama umut dolu günlerdi. Hudson Nehri’nin diğer yakasında; New Jersey’de yaşayanlar ilk kez NBA takımları Nets ile ilgili heyecan duyuyordu. Genelde küçümsedikleri deniz aşırı ülkelerden gelen bir basketbolcu, oyunun başka bir yanını ortaya koyuyordu. Sunduğu, koşulsuz aşk ve bağlılıktı. Petrovic, Avrupa’da zaten bir efsaneydi. Onu izlemek hayat boyu unutulmayacak bir deneyim gibiydi. Aynı Wolfgang Amadeus Mozart’ı ilk kez dinlemek gibi. İtalyan gazeteci Enrico Campana 80’lerin ortasında onu izledikten sonra bu lakabı takmıştı: ‘Basketbolun Mozart’ı.’
Mozart lakabını almak için doğuştan yeteneğin yanı sıra gecesini gündüzünü buna ayırması ve yaptığı her hareketi kusursuzlaştırmak yolunda kendini adaması gerekiyordu. 22 Ekim 1964 doğumlu Drazen bunun için çocukken sabah okula gitmeden önce bile antrenman yapıyordu.
Ağabeyi Alexander’ı örnek alarak başladığı basketbol, hayatının anlamı olmuştu. Her gün salona en erken gidip, en geç çıkan o oluyordu. Binlerce kez şut atıp, serbest atış çalıştıktan sonra bir de sandalyeleri dizerek onların arasında dripling ve perdeden çıkış çalışıyordu. Petrovic bunu ”Sabah altı veya yedi farketmezdi. Gerekirse geceden hademeden anahtarını alıp salonu kendim açardım. O temizliğini yapardı, ben de antrenmanımı. Hayatım boyunca hiç antrenman kaçırmadım” diye anlatıyordu.
Basketbolun soğuk füzyonuydu. Saha içinde vahşi, rakibinin sinirini bozacak derecede kibirli görünen bir sayı makinesine dönüşürken, saha dışında dünyanın en sakin, anlayışlı ve sıcakkanlı insanlarından biri hâline geliyordu. Abisi Alexander ile birlikte Cibona’da kazandığı iki Avrupa şampiyonluğuna Real Madrid formasıyla finalinde 62 sayı attığı Kupa Galipleri Kupası gibi zaferleri eklemişti. Artık Avrupa’da ondan büyüğü yoktu. NBA’e gitme vakti gelmişti. Bu süreçte ülkesi Yugoslavya ile büyük başarılar kazanmıştı. 1990’da dünya şampiyonu olurken savaş çığlıklarının atıldığı toprakların gerginliğinin yansımasıyla beraber yakın arkadaşı Vlade Divac ile arasının bozulmasına yol açan bayrak olayı yaşanmıştı. ESPN’in Once Brothers belgeselinde anlatıldığı gibi artık ait olduğu coğrafyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. O karışıklıktan nispeten uzakta, NBA’de, sorun yaşadığı ilk yılların ardından nihayet kendini bulmuştu.
Ama Hırvatistan’ın kaptanı olduğu için Avrupa Şampiyonası elemelerine katılmak için -gerek olmadığı hâlde- 1993 Haziranı’nda Polonya’ya gitmişti. Yine 40’lı sayılar attığı turnuvanın ardından Zagreb’e takımla birlikte dönecekti. Ancak planını son anda değiştirdi. Almanya’da Klara’yı görmek istiyordu. İlk defa âşık olmuştu. Wroclaw’dan Zagreb’e gitmek için Frankfurt’ta aktarma yapmaları gerekiyordu. Münih’te yaşayan Klara da Frankfurt’a kadar araba sürmüştü. Yanında Almanya’da doğan ama o dönem Galatasaray ve Türkiye Milli Basketbol Takımı’nda forma giyen Hilal Edebal’ı getirmişti. Abisi Alexander’a, takım arkadaşlarına ve koçu Mirko Novosel’e Zagreb’de “Birkaç gün sonra görüşürüz” dedikten sonra Münih’e doğru yola koyuldular. 7 Haziran olmasına rağmen müthiş bir yağmur vardı.
Tepede Hırvatistan takımını taşıyan uçak türbülansa girerken, Petrovic’in öndeki yolcu koltuğunda uyuduğu kırmızı Golf yağmurlu havada seyrediyordu. Klara sürücü koltuğundaydı. Hilal Edebal’ın dediğine göre 120 km hızla gidiyordu. Diğer yöndeki tır kontrolü kaybedip yolu kaplar şekilde kalmıştı. Islak asfaltta frene basıp kontrolü kaybetti Klara. Tam da Petrovic’in bulunduğu taraftan tıra çarpmıştı. Kemeri takılı olmayan Drazen o anda ölmüştü. Nereden mi biliyoruz? Bileğindeki saat, tam 17.20’yi gösterirken durmuştu… Dünya şoktaydı. Mozart ikinci kez ölmüştü.
Klara Szalanty: Kazadan fiziksel olarak fazla yara almadan kurtuldu. Kaza hakkında neredeyse hiç konuşmadı. Hatırlamadığını söyledi. Basketbola ve modelliğe geri döndü. Şimdilerde eski futbolcu Oliver Bierhoff ile evli. Bir kız annesi.
Hilal Edebal: Arka koltuktan öne uçarak ağır yaralandı. Beynine aldığı darbelerin etkisiyle hayatı tedavilerle geçti. İstanbul’da yaşıyor.
Drazen Petrovic: 28 yaşında öldü. Hayatının tutkusu basketbolu herkese miras bıraktı. Adı ve yaptıkları tüm basketbol severlerin kalbine ve zihnine kazındı.
Bu sayı; hayatta tutkusunu keşfedenler, hayatını bu tutkulara adayıp yolunu bulan ya da kaybedenler ve tutkusunu başkalarına aktarıp onları etkilemeyi başaranlar için…
Interpol’ün My Desire şarkısında dediği gibi,
“Tutkum ol benim
Hayal kırıklığına uğramış bir adamım ben
Bazılarımız bu dünyaya düştü
Diğerlerimiz ise kaçıp gitti
Tutkumu da yanlarında götürerek…”
*Alp Alkaş’ın anısına saygıyla.