2001, Hırvatistan’a hep Goran Ivanisevic’i ve onun Wimbledon’da kazandığı sürpriz şampiyonluğu hatırlatır. Bunu bir sürprize dönüştüren ise 1990’larda oynadığı üç finali kaybeden Ivanisevic’in turnuvaya wildcard’la ve dünya 125 numarası olarak katılıp -sonunda- bunu başarmasıydı. Patrick Rafter’la oynadığı final ise servis vole oyununun Wimbledon çimlerine hükmettiği son büyük maç olarak hafızalarda kalacaktı.
Maçı takip eden bir yıl içerisinde, All England Club’da hummalı çalışmalar yapıldı. Amaç; tıpkı Wimbledon’ı 1990’larda domine eden Sampras ve son şampiyon Ivanisevic gibi servis volecilerin hızını kesmekti. Bu sayede puanların uzayacağı ve daha seyirci odaklı bir tenis oynanacağı düşüncesi vardı. Yetiştirilen yeni çim türü, topun zemine daha çok tutunmasını sağlayarak amaca hizmet etti. 2002’de Wimbledon finalinde bir tane bile servis vole puanı oynanmadı. İki geri çizgi oyuncusu 1978’ten beri ilk kez Londra’da son günü görmüş ve David Nalbandian karşısında kazanan, Lleyton Hewitt olmuştu.
Bizim hikâyemizin başladığı yer de aynı, sene ise 2003. Son şampiyon Hewitt, bir yıl önce kupaya giderken Wimbledon’ın yeni şartlarına ne denli iyi uyum sağladığını göstermişti. Unvan korumak için korta çıkarken de yine en büyük şampiyonluk adaylarından biriydi. İlk tur maçında olan oldu ve servis vole bir anda geri döndü… Hewitt’in o maçtaki rakibi, kariyerinin ilk Grand Slam maçını oynayan Ivo Karlovic’ti. 2.11’lik boyuyla tüm zamanların en uzun boylu tenisçisi, bir gün onu ‘tarihin en iyi servisçisi’ yapacak vuruşunu sık sık fileye doğru takip etti ve maçı dört sette kazandı. Bu mücadele, hâlâ Wimbledon tarihinde gerçekleşmiş en büyük sürprizlerden biri.
Aradan geçen 13 yıl, Karlovic için sahneye çıkışı kadar şaşalı olmadı. İnişler ve çıkışlar vardı. Rekorlar da kırdı, hayal kırıklıkları da yaşadı. En büyük başarısı ise pozitifliği ve kortlara kattığı renk oldu. Tenis dünyasının en ilginç karakterlerinden biriyle İstanbul’da buluştuk.
Yugoslavya iç savaşına rast gelen bir çocukluk… İzlerini hâlâ taşıyor musunuz?
Savaş korkunç bir şey. Üç yıl boyunca neredeyse her gün bize sığınaklara girmemizi işaret eden alarm seslerini hiç unutamıyorum. Özellikle de bombardımanları ve yer altında geçirilen zamanları. Ama bu uzun yıllar önceydi. Artık bitti ve inan bana o kötü anılara dönüp bakmaya hiç gerek yok.
Boyu hızlı uzayan ve Yugoslavya’da büyüyen bir çocuk olarak basketbol favori spor dalı gibi görünüyormuş aslında… Neden tenis?
Aslına bakarsan, 13 yaş civarındayken basketbol oynuyordum ama dürüst olmak gerekirse çok fazla sevmiyordum. Neden mi? O zaman da boyum çok uzundu ve beni hep 18-19 yaşlarındaki büyük çocuklarla oynatıyorlardı. Bu yüzden, oynarken hiç eğlenmedim. Ama şimdi, ara sıra elime bir top alıp oynamayı seviyorum. Hatta bazen, basketbola devam etsem neler olup biterdi diye düşünmeden de edemiyorum… Yine de tenisi hep daha çok sevdim ve gittiğim yoldan asla pişmanlık duymadım.
2003 yılındaki o maçtan sonra Ivo Karlovic hayatlarımıza girdi. Son Wimbledon şampiyonu Hewitt’i elemek nasıl bir duyguydu? Hem de ilk Grand Slam maçınızda…
İnanamamıştım. İlk kez Merkez Kort’a adım atmış biri olarak son şampiyonu, hem de o sırada dünya 2 numarası olan Lleyton Hewitt gibi muazzam bir oyuncuyu yenmeyi başarmak… Bu her zaman çok özeldir. Kariyerime dönüp baktığımda, bundan daha özel bir an görmekte çok zorlanıyorum.
Peki oyun stiliniz? Uzun boyunuz sizce bir avantaj mı, yoksa aksini tercih eder miydiniz?
Bence avantaj çünkü hep böyle oynadım. Uzun boyum tabii ki yardımcı oluyor ama servis başarımı sadece buna bağlarsam kendime haksızlık etmiş olurum. Çok uzun yıllar servisimin daha iyiye gitmesi için çalıştım, gerçekten çok fazla. Tabii bir yandan da hareket etmem çok kolay değil; çünkü boyum ve bacaklarım çok uzun. Özellikle bunun dezavantajını toprak zeminde gördüğüm oldu. Ama inan bana, 37 yaşında bile hâlâ bunu geliştirmeye çalışıyorum. Umuyorum ki günün birinde 1.80 olurum.
Hırvatistan ve tenis denince akıllara ilk Goran Ivanisevic gelir. Geçen sene, onun yıllaraca elinde tuttuğu ace rekorunu kırmak nasıl hissettirdi?
Tek kelimeyle muhteşem… O, biz Hırvatlar için yaşayan bir efsane. Büyüyüp bir tenis oyuncusu olma yolunda ilerlerken sürekli takip ettiğim isimlerden biriydi. Servis hareketini örnek aldım ve modellemeye çalıştım. Onu herhangi bir şeyde geride bırakabilmek gerçekten inanılmaz.
O zaman Ivanisevic’in başarılı olduğu yılları, yani 1990’lara gidelim… Servis volenin yoğun olarak kullanıldığı yıllar sizin oyununuza daha çok uymaz mıydı?
Bilemiyorum. Şu an tenis dünyasına bakın; belki kortların yavaşlığı anlamında zirve dönemdeyiz fakat oyuncu havuzunda her zaman olduğundan çok daha fazla uzun boylu oyuncu var. Servis volenin hükmettiği bir dönemde oynasam ne olurdu? Tahmini zor. Hızlı zemin, hızlı hareket etmeniz anlamına da geliyor. Belki daha çok ace atabilirdim, hatta kesin atardım ama hareket etmem daha güç olurdu. Ben, içinde bulunduğumuz yıllarda tenis oynamamı mümkün kılacak bir zamanda doğdum. Bu yüzden sorduğunuz sorunun cevabını asla öğrenemeyeceğimizi düşünüyorum.
Novak Djokovic karşısında üç maç oynadınız ve ikisini kazandınız. Bu, sayısal olarak Federer ve Nadal’ın bile kaybettiği bir üstünlük. Özellikle 2015 Doha’daki maçınızı soralım. Muhteşem sezonunun başında onu nasıl yendiniz?
Novak şu anda inanması güç bir oyuncu. Yaklaşık 3-4 yıldır da durum böyle. Yenilmez göründüğü zamanlar da olabiliyor. Ama benim oyunum ve sahip olduğum silahlar düşünülünce… Diğer oyunculara yaptığı şeyleri yapamıyor. Onun oyunu hareket etmek ve koşmak üzerine ama benimle oynarken puanları istediği noktaya getirmesi güç. Çünkü bum! Aniden tepeden bir ace gelebilir…
Lleyton Hewitt ve Novak Djokovic’ten bahsettik. Diğer muazzam oyuncuların bir çoğuyla da oynadınız. Aralarından hangisi en iyisiydi?
Kimin en iyi olduğuna ben karar veremem. Djokovic, Federer, Nadal… Mental olarak diğer herkesten çok daha güçlüler. Bir maçı kaybederken bile odaklanıp, müthiş işlere imza atabiliyorlar. Kort içinde de oldukça hızlılar. Ama sana karşı en iyi performansı sergileyen kim dersen, cevabım Andy Murray olur.
2013’te bir gün uyandığınızda aniden her şey değişti. Bir tür menenjit sonrası, kıpırdayamayacak, adınızı söylemeyecek hâldeydiniz. O hastalıktan tenise nasıl bir motivasyonla dönebildiniz? Daha ne kadar yolunuz kaldı?
Çok zor günlerdi. Sadece ilk anda ne olduğunu bilmediğim bu hastalıkla mücadele etmedim; aynı zamanda topuğumda da ciddi bir problem vardı. Tüm o zorluklar içerisinde sevdiğim şeye, tenise tutundum. Tabii çileliydi ama kendimi motive etmekte hiç zorlanmadım. Gerçekçi olmak gerekirse şu anda da biraz yaşlıyım. Ne kadar daha oynarım bilmiyorum, umarım sekiz veya dokuz yılım daha olur.
Peki sahip olduğunuz tüm avantaj ve dezavantajlarla, 16 yıllık kariyeriniz sizi tatmin etti mi?
Uzun bir kariyerdi. Çok zor ve güzel zamanları oldu. Ama geldiğim nokta beni çok mutlu ediyor. Ben büyürken, kimse sahip olduğum fizikle bu denli başarılı olabileceğimi beklemiyordu. Onları yanıltmaktan çok keyif aldım. Tenis, çocukken tahayyül bile edemeyeceğim güzellikte bir hayat yaşamamı sağladı. Genel anlamda kariyerimin beni tatmin ettiğini söyleyebilirim.
Bitirirken; bu konuda ciddi bir otorite olarak, gördüğünüz en iyi servisçiyi soralım? Ve tabii size karşı en iyi return yapan oyuncuyu?
Tabii ki benim haricimde değil mi? Goran Ivanisevic, John Isner, Andy Roddick… Gerçekten inanılmaz servisçilerdi. Ama dediğim gibi, hepsi benim arkamdan geliyor. Return’ü sorarsan da; ben günümdeysem, ‘en iyi return yapan oyuncu’ diye bir şey yok. Biliyorsun, ace gelir…