*Bryan Curtis imzalı, “1968 Has Been Rebooted” başlıklı bu yazı ilk olarak, The Ringer‘da yayınlanmıştır.
Bir ay önce Donald Trump’ın başkanlık kampanyası, 1968 yılını yeniden canlandıracağını duyurdu. Nixon-vari bir tavırla, Trump ABD’deki suçun kontrolden çıktığını ve şehir merkezlerinin tam anlamıyla felakete dönüştüğünü iddia edecekti. Planlanan strateji beklenmedik bir şekilde geçen Cumartesi saçmalığın zirvesine ulaştı: Trump, Dwyane Wade’in kuzeninin vurularak öldürülmesini Twitter üzerinden siyasi söylemlerle hatırlattı. Eğer olaylı 1968 senesinin tekrarı gibi geldiyse, şunu bakın:
“Siyah ve farklı ırktan insanlara ayrımcılık uygulayan bir ülkenin bayrağından gurur duymayacağım ve ayağa kalkıp ona olan saygımı göstermeyeceğim. Bu benim için futboldan da büyük ve kafamı kuma gömmek bencillik olur. Sokaklarda yatan cesetler var ve bazıları cinayet suçlamasından kurtulup maaşlı izin yapıyor.”
Bunları söyleyen, 1968 Olimpiyat Oyunları’ndaki meşhur Tommie Smith ve John Carlos’u andıran tavrıyla, San Francisco 49ers oyuncusu Colin Kaepernick. Kaepernick, Smith ve Carlos’la, Trump da Nixon’la (Tricky Dick) yer değiştirseydi; cephenin iki tarafı da oldukça benzer bir yapıya bürünürdü. Dünya o zamandan beri çok değişti. Ama spor ve siyasete yaklaşımımız o dönemlere garip bir şekilde benziyor. Tek ihtiyacımız, Howard Cosell’in herkesle röportaj yapması.
Yapılan iki açıklamaya baktığımızda, Trump’ınki çok daha az şaşırtıcı. Trump açısından en garip olay, tweet’lerinden birini silip, Wade’in adını düzgün yazdıktan sonra yeniden yayınlamasıydı. Trump’ın yeni ve nazik kampanyası içinde bu tam bir “özür dilememe-özür dilemesiydi.” Veya kendisinin deyimiyle bir “yumuşatma”.
Ama Kaepernick… En son, oyun kurucu pozisyonunu Blaine Gabbert’e kaybederken, yavaş yavaş gözden kayboluyordu. Ancak önceki dönemlerde de rahatsız bir vicdanın belirtileri önümüzdeydi. Aralık ayında Kaepernick Instragram üzerinden Trump’ın Müslümanları hedef alan açıklamalarına karşı bir açıklama yapmıştı. Şimdi ise Michael Jordan’ın polis şiddeti hakkındaki “cesur” açıklamasından daha net ve LeBron James ve ekibinin ESPY’de yaptığı “bozuk düzen” konuşmasından çok daha dişli bir konumda. Yıldızlar arasında ancak “Artık hashtag yok” yazan Carmelo Anthony bu kadar ileri gidebilmişti.
Daha önce bu tarz şeyler tabii ki yaşandı. Hem de sadece 1968 yılında değil. 1996’da NBA, Denver Nuggets oyuncusu Mahmoud Abdul-Rauf’a milli marş sırasında saygı duruşunda bulunmadı diye ceza vermişti. Diğer yandan NFL ve 49ers, ülkelerine saygı duruşunda bulunmaya devam ederken, Kaepernick’in istediği tavrı sergileyebileceğine dair mesajlar yayınladı. Yirmi yıl içinde kat edilen yol dikkat çekici.
Smith ve Carlos benzetmesi tesadüf değil. Artık sporcular 1960’ların ana akım ideolojisine daha yatkın bir yapının parçası olmayı tercih ediyor. Örneğin ESPY’de Chris Paul; Smith, Carlos, Muhammed Ali, Jim Brown ve Karim Abdul-Cabbar’a, yani sporcuların aslen kendilerine örnek alması gereken isimlere mesafeli duruyordu. Kaepernick’in, Ali’ye atıfta bulunarak, dediği gibi; “Futbolu ve sponsorlarımı benden alabilirler ama ben doğru tarafta durduğumu biliyorum.”
Kaepernick hikâyesi henüz daha birkaç günlük. Ama yine de bu kısa süre, spor içinde birçok siyasi görüş üretilmesine ön ayak oldu. The Giants oyuncusu Justin Pugh milli marş sırasında saygı duruşunda bulunacağını söyledi. Bleacher Report’tan Mike Freeman ise Kaepernick’i destekleyen oyunculardan ve ona karşı çıkan antrenör ve yöneticilerden mesajlar aldığını iletti. İnsan hakları aktivisti DeRay Mckesson tavrı onaylarken, spor yazarı Ross Tucker ters düştü. Clay Travis tam Clay Travis gibi davrandı. Ve Adam Schefter, Kaepernick’in donanmaya birçok asker vermesiyle bilinen San Diego’daki deplasmanda büyük tepki toplayacağını iletti.
Geçen hafta NFL sporcularının dergilere verdiği tartışmalı açıklamaları hatırlıyor musunuz? İşte bu onlardan çok daha önemli gözüküyor. Herhangi birinin bu konuda açık bir demeç vermesini beklemiyorum ama en azından geçtiğimiz yıl boyunca ülke olarak üzerine düşündüğümüz sorulara onların da kafa yorduğunu bilmek önemli.
Kişisel olarak bu meselenin aktivist spor yazılarında bir artışa sebep olacağını düşünüyorum. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, 1996’da birçok yazar ABD anayasasının birinci maddesine, konuşma özgürlüğüne, dayanarak Abdul-Rauf’u savunuyordu. Diğer tarafta ise, Denverlı iki aptalın kafalarında türbanlar ve Abdul-Rauf tişörtleriyle bir camiye girip ABD milli marşını çaldığını bulabilirdiniz.
Kaepernick’in aleyhinde saf tutan sayısız kişi var. Ama spor yazarları konuşma özgürlüğünü ve söylediklerini ciddi bir şekilde savundu. 1968’de Cosell, Robert Lipsyte ve birçok farklı isim için geçerli olan doğrular, şimdi de geçerli. Bir sporcunun yerinde oturma tercihi sayesinde biz gazeteciler ayaklanabiliyoruz…
Çeviri: Suat Alper Orhan