O zamanlar Galatasaray Dergisi’nde çalışıyordum. Müze ile ortak yürüttüğümüz bir proje vardı ve patronumuz Mehmet Şenol beni görevlendirmişti. Bu çalışmanın bir ayağı için Beşiktaş’ta, eski İnönü Stadı’nın hemen önünde bulunan Profesyonel Futbolcular Derneği’ne gittik. Amacımız, üç eski takım arkadaşını bir araya getirmekti; derneğin başkanlığını yürüten Turgay Şeren, Galatasaray Efsanesi Bülent Eken ve uzun yıllar Galatasaray savunmasının sağında oynayan Fazıl Göknar.
Bülent Amca ile o gün tanıştım. Öncesinde Divan Kurulu toplantılarında, üç yıl önce kaybettiğimiz kardeşi Reha Eken ile birlikte gördüğüm, Galatasaray tarihindeki yerini ve önemini duyduğum ama bugünden bakınca pek de bilmediğim bir ‘sevimli ihtiyar’dı benim için. O gün ise dillere destan beyefendiliği, güler yüzü ve anlattığı çarpıcı hikâyelerle çok etkiledi beni. Bundan dört buçuk yıl önceydi, diğer bir deyişle 89 yaşındaydı Bülent Amca. Dernekteki işimiz bitince beni Abbasağa’daki ofisimize bırakmayı teklif etti; bitmek bilmeyen ısrarına bir şartla boyun eğdim, gelip bir çayımızı içecekti. O anda hesap edemediğim nokta, dört kat merdiven olmuştu. Ama Bülent Amca, bir su içip hemen kendini toparladı ve bütün ekibi birkaç saat boyunca anlattığı hikâyelerle kendisine hayran bıraktı.
Sonrasında, bir kılavuza dönüştü o benim için. Galatasaray tarihine dair yaptığım her işte, danışmak için onu aradım. Her defasında uzun uzun anlattı, merak ettiğim ne varsa detaylarıyla öğrendim. Hafızasına hayran kalmamak elde değildi. Ama beni asıl hayrete düşüren, herhâlde üçüncü dördüncü konuşmamızdı. Yine sordum, yine anlatmaya başladı, birkaç dakikanın ardından, “Ya dur,” dedi, “Bu böyle telefonda anlatılıp geçilecek hikâye değil, ben sizin ofise geleyim. Ama tekrar tarif etmen lazım bana, şoförüm izinli.” Silivri’de oturuyordu Bülent Amca, yani bilmeyenler için, İstanbul’un herhangi bir yere belki de en uzak noktası. 90 yaşında adam, bir Galatasaray Efsanesi, bütün vazgeçirme çabalarıma rağmen, 22-23 yaşında çocuğa Galatasaray tarihi anlatmak için atladı Silivri’den Beşiktaş’a geldi, dört kat merdiven çıktı, yine bir sürü hikâye anlattı ve gitti.
Yine bir defasında, derginin son sayfasındaki ‘Benim 11’im’ bölümü için onu aradım. Türkiye’de ve dünyada izlediği en iyi oyunculardan birer takım çıkarmasını istirham ettim. “Hemen sayayım sana,” deyip isimleri tek tek verdikten sonra baktı tam içine sinmiyor, yine yüz yüze görüşmeyi teklif etti. Bereket bu defa Florya’daydım, hiç olmazsa Silivri’ye biraz daha yakın. Tesislerde oturduk, kâğıt kalem, Bülent Amca’nın kadrolarını çıkardık. Onu kalkıp gelmeme konusunda ikna etmeye çalıştığımda, “Geleyim, hem oradan Fatih’i (Terim) görmeye giderim” demişti. Önemli bir maçın arifesiydi, bunun pek mümkün olmadığını düşünmüştüm. İşimiz bitip A Takım binasına girdiğimizde danışmadaki hanımefendi de öyle düşünmüş olacak ki ‘Yalnız Fatih Hoca şu anda toplantıda’ cümlesiyle karşıladı bizi. “’Bülent Bey geldi’ de, o müsaittir” dedi Bülent Amca. Hanımefendi gitti, birkaç dakika sonra geldi ve onu yukarı davet etti.
İlk sayısından bu yana her ay Socrates sayfalarına anılarını, tecrübelerini bahşeden Bülent Eken’i en son, iki ay önce, yazı işleri ekibinden arkadaşım İlhan Özgen’in nikâhında gördüm. İlhan’ın nikâh şahidiydi. Mikrofonu eline aldığı gibi, nevi şahsına münhasır şakalarıyla herkesin yüzüne tebessüm kondurdu. Çok geçmeden, aynı gün tanıştığım iki büyük sembolün birbiri ardına vefat haberlerini duydum ne yazık ki.
Tarihe mal olmuş isimleri karşılaştırma hadsizliğini yapmayacağım. Ama bugün, Galatasaray tarihinin çok büyük, hatta isminden bile büyük bir efsanesini, hayatının tamamını Galatasaray’a adamış yeri dolmayacak bir ‘İstanbul beyefendisini’ kaybettik. Büyüleyici kariyerini, sahip olduğu başarıları saymıyorum bile. Yalnızca, karınca kararınca üzerime düşeni yapmak ve tanıma şerefine nail olduğum bu eşsiz insana dair birkaç kelam etmek istedim.