*Sports Illustrated’da yayımlanan Jack McCallum imzalı yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Tim Duncan ile yapılan röportajlar (ki bu, bir beyaz leoparın fotoğrafını çekmekle eşdeğer) sırasında, Spurs efsanesi yanından geçen herhangi bir takım arkadaşına takılmaktan hiç geri durmadı. Bu kesinlikle sohbetin akışını bozuyordu -Duncan’la akıcı bir şekilde sohbet edilebileceği söylenirse tabii- fakat muhabire herhangi bir mesaj göndermiyordu. Daha çok takım arkadaşına yönelikti. Bunun anlamı “Senden üstün değilim. Burada oturup kendim hakkında konuşmaktansa seninle olmayı tercih ederim. Duşu açık tut, birazdan orada olacağım” demekti.
Duncan sahada gösterişsiz duruyordu, bu yüzden onun ayrılışının da gösterişsiz olacağı belliydi. Belki, sadece belki, yakın zamanda Duncan’ın birkaç sıradan yorumdan sonra sürekli kapılara bakmaktan yerinde durmadığı bir basın toplantısı olacak.
St. Croix’da doğup Wake Forest’ta eğitim gören Teemy -Fransız takım arkadaşı Tony Parker sempatik bir şekilde ona böyle hitap ediyordu- maçların özetinde kendine yer bulabilecek bir sosyal medya adamı değildi. Bunun aksine o, şehri için yaratılmış bir adamdı. San Antonio onu doğrudan kollarının arasına aldı ve sıkıca sardı; özellikle 2000 yılında serbest kaldığında, Orlando’nun ona yaptığı cazip teklifi reddetmesinden sonra onu daha da bağırlarına bastılar. Alamo şu sıralar Disney World’e göre daha mantıklı bir tercih gibi gözüküyor ama o zamanlar değildi. Duncan’ın yanında henüz Parker ya da Ginobili yoktu ve onun “The Twin Towers” (Duncan-David Robinson ikilisine “İkiz Kuleler” deniliyordu) partneri Robinson yaşını başını almıştı.
Ama Duncan kaldı ve bunu dört şampiyonluk takip etti (ilkini 1999’da ‘Amiral’ Robinson ile kazanmıştı). San Antonio’da kalmasının krallıkla uzaktan yakından bir alakası yoktu, bu nedenledir ki, Duncan’ın şampiyonluk rekoru onu kralların arasına koymuştu. Sahip olduğu beş yüzükle, 11 yüzüğe sahip Bill Russell (ve hanedanlık yıllarındaki diğer birçok Celtics oyuncusu) ve her ikisi de altı yüzük sahibi olan Kareem Abdul-Jabbar ve Michael Jordan’ın arkasından geliyor. Magic Johnson ve Kobe Bryant gibi değerli isimlerle aynı şampiyonluk sayısıyla emekli oluyor.
Pozisyonundaki benzersiz yeteneği ile zamanının en iyi ilk 10 oyuncusunun arasında olmadığını iddia etmek çok zor. 2.11’lik Duncan’ın takımın pivotu mu yoksa uzun forveti mi olduğuna dair uzun uzun tartışmakta da özgürsünüz, ama gerçek şu ki; o her ikisi birdendi. Pozisyonlara uyumu ustalıkla sağlayan ilk oyuncu değildi (Elvin Hayes ve Bob McAdoo ondan önce bunu yapıyordu, Kevin Garnett ise onu takip etti) fakat Duncan ligin görmüş olduğu, 4 ve 5 numarayı karma olarak oynayan -ki ona bu yüzden 9 derler- en iyi oyuncuydu.
Birçok listede Duncan’dan daha üst sırada yer alan uzunların (Russell, Wilt Chamberlain ve Abdul-Jabbar) hepsi saf pivottu; en rahat oyununu potaya sırtını vererek oynuyorlardı ve kendilerini potaya yaklaştıran hook atışlara ve fiziksel güce sahiptiler. Duncan da fiziksel olarak güçlüydü ama dışarıdan da bir o kadar etkiliydi. Genellikle savunmacısını driplingle yıkmazdı, fakat pozisyon almada ve panyalı şutu çıkarmada çok yetenekliydi. Üçlük atış uzmanı değildi (Kariyerindeki 168 üçlük denemesinin sadece yüzde 17.9’unu sayıya dönüştürebildi) ama ona uygun biçimde, kaydettiği üçlüklerinden biri oyunculuk tarihindeki en unutulmaz atışları arasına girmişti. 2008 Batı Konferansı’nın playoff ilk turunun ilk maçında, ikinci uzatmanın son saniyelerinde attığı üçlükle, San Antonio’nun Phoenix Suns’ı 117-115 yenmesini sağladı. Duncan o maçta 40 sayı attı ve Spurs de beş maç süren seriyi kazandı.
Metronomik doğasına yakışırcasına, Duncan’ın istatistikleri de komik derecede istikrarlı. 1997-98 çaylak sezonundan başlayarak, 13 sezon üst üste double double ortalamayla oynayan Duncan, sonraki beş sezon boyunca da sayı ortalamasını çift hanelerde tutmayı başarırken ribaunt ortalamaları sırasıyla 8.9, 9.0, 9.9, 9.7 ve 9.1’di. Playoff’larda nispeten daha da iyiydi -251 Playoff maçında oynadı, Derek Fisher’ın 259 maçlık rekorundan sonra Duncan geliyor- ama daha ilginç olan şey 15 All-Star maçındaki istatistikleri. 2000 yılındaki All-Star maçında Shaq ile birlikte maçın en değerli oyuncusu seçildi. Sonraki maçlarda ise çok fazla skor kaydedemese de, ribauntlarda çift haneleri bulmayı sürdürdü. Birinin ribauntları alması lazım ki kalan herkes şut atabilsin.
Gregg Popovich bunu belirtse de Duncan’ın savunması üzerinde pek fazla durulmaması gerçekten garip. Savunma, Duncan’ı Russell ve Garnett’le birlikte basketbolun en iyileri arasına sokan faktörlerden.
Duncan, pivotları ve uzun forvetleri (hatta bazen kısa forvetleri bile) başarıyla savundu. Ve NBA daha çok pick and roll oyununa döndükçe, çember sorumluluğunu asla bırakmayarak üç sayı bölgesinde daha çok sorumluluk almayı kabul etti. Hem adam adama mücadelede hem de alan savunmasında kimse Duncan’dan daha iyi değildi.
Duncan bunu pozisyon almadaki başarısı, elinden gelenin fazlasını vermesi, her zaman düşünmesi ve sahadaki arkadaşlarıyla konuşması sayesinde başardı. (Evet, sahada konuşmayı severdi). Bu fazlaca basite indirgenmiş bir düşünce fakat yıllar geçtikçe San Antonio, savunmasını üç sayı bölgesini agresifçe savunmak ve orta mesafe şutlarına -yani NBA’in en zayıf hücum silahına- izin vermek üzerine kurdu.
Eğer Duncan’ın içinde olduğu bir pozisyon düşünürsem, o da şu olur:
Pick and roll yapılacağı zaman serbest atış çizgisi civarında pusuya yatardı (basketbol terminolojisinde show-up olarak bilinir) ki adam değiştiğinde topu tutan guard’ı daha rahat savunabilsin. Bu yüzden rakip pick and roll amacına ulaşamazdı. Pick and roll yapılamadığı için guard penetre etmek zorunda kalırdı ve Duncan nazik bir şekilde topu bloklardı. Aslında blokladığı 3 bin 20 atışın büyük bir bölümü (2.2 gibi bir ortalamayla) etkileyici bloklar değildi; daha çok kendisinin de katılabileceği hızlı hücumlara zemin hazırlayan hafif dokunuşlardı.
Duncan, sahada hiçbir zaman ilgi odağı olmak için çabalamadı. Eğlenceyi asla oyununun bir parçası yapmayan ‘Big Fundamental’, buna rağmen her zaman takım arkadaşları için gerçek bir dost olmayı başardı. “Evet, o her zaman bizden biriydi.” Spurs’ün savunma gurularından Bruce Bowen’ın zamanında bunu söylüyordu. “Bu da büyük bir fark yaratıyordu. Tim her zaman böyleydi, asla değişmedi.” Kulislerde sıklıkla söylenen şey, Popovich’in Duncan’a antrenmanlarda sürekli yüklendiği, hatta bazen diğer oyunculara örnek olsun diye biraz fazla sert davrandığı ve kışkırtmasına rağmen Duncan’ın asla sesini çıkarmadığıdır.
Bu önemli fakat şampiyonluk serisinin dönüm noktasında benchte kalmayı kabul etmek bambaşka bir şey. Duncan’ın başına gelen bu durum, 2013 Finalleri’nin altıncı maçında, Popovich’in Boris Diaw’ı Heat’in kısa beşine karşı oyuna aldığında gerçekleşti. Geleceğin Hall of Famer’ı bu durumu sadece sabırlı bir şekilde kabullenmekle kalmadı -bench’te her zaman aynı yüz ifadesini takınırdı- sonrasında bu hamleyi savundu da. Spurs önce o maçta yakaladığı farkı, sonrasında da şampiyonluğu kaybetti. Popovich ve Duncan ne derse desin, oyuncu değişikliği bir hataydı.
Bu güçlü oyuncu, takımın herkesin arkasındaki yapı direği, şimdi modern dönemim en iyi takımlarından birinden ayrılıyor. Aynı zamanda da bu oyuna veda ediyor. Duncan gibi bir modelin bir daha geleceğini düşünmek oldukça zor; çünkü dört yıllık kolej kariyerinin ardından NBA’e neredeyse eksiksiz bir oyuncu olarak geldi. Hiçbir zaman serbest oyuncu olmanın şehvetine kapılmadı. Hiçbir zaman değişmedi, sürekli kazandı. Ve sessizce bu oyuna veda etti. Bunu ne kadar kolay yaptığını düşünürken de yüzünde bir gülümseme vardı. Muhtemelen.
Ama şunu bil ki Tim Duncan; senin bizi özlemeyecek olman, bizim seni özlemeyeceğimiz anlamına gelmiyor…
Çeviri: Görkem Demir