Türkiye’nin 2016 Avrupa Atletizm Şampiyonası’na toplamda 16 yabancı kökenli (Kenya, Etiyopya, Jamaika, Güney Afrika, Ukrayna, Azerbaycan ve Küba) atletle katılıp; 12 madalyasının 10’unu yurt dışından gelen sporculardan elde etmesi yabancı basında tepki çekti. Britanya’nın yüksek tirajlı gazetelerinden The Telegraph‘ın atletizm muhabiri Ben Bloom’un yazısının ekseninde Mert Aydın, Caner Eler, Şevket Furkan Erbay ve Murat Ağca’ya üç soru yönelttik.
AA: Tarihin en iyi turnuvası
“(…) Şampiyonada erkekler 400 metre engellide Yasmani Copello Escobar, 10 bin metrede Polat Kemboi Arıkan ve kadınlar 5 bin ile 10 bin metrede Yasemin Can altın madalyaya uzandı. Erkekler 100 metrede Jak Ali Harvey, 200 metrede Ramil Guliyev, 3 bin metre su engellide Aras Kaya, 10 bin metrede Ali Kaya ve yarı maratonda Kaan Kigen Özbilen’in gümüş madalyaya ulaştığı şampiyonada, kadınlar 3000 metre su engelli yarışında Özlem Kaya ve gülle atmada Emel Dereli bronz madalya elde etti. Ayrıca Türkiye, kadınlar yarı maratonda takım sıralamasında 3. sırada yer alarak bronz madalyaya ulaştı. Bugüne dek toplam 12 madalyası olan milli takım, bu rakamı bir şampiyonada elde ederek tarihi bir başarı yakaladı.
(Anadolu Ajansı)”
Bloom: Komedi
“Hızlıca dört ay ileri sararsak; Kenya doğumlu, hâlâ Kenya’da yaşayan ve Kenya’da antrenman yapan, Türkiye’yle herhangi bir bağlantısı olmayan bir atletin Avrupa Şampiyonasının 10 bin metre yarışında rakiplerini darmadağın ettiğini görebiliyoruz. Lafı döndürüp dolaştırmanın bir anlamı yok: Can, Avrupalı değil. Hatta Can, Can bile değil. 19 yıllık ömrünün, ilk 18 yılını, Kenya adına yarışarak, gelecek vadeden bir orta mesafe atleti olarak isim yaparak ve gerçek adı Vivian Jemutai ismini kullanarak geçirdi.
Yazının devamı…“
1- Devşirme sporcular ülke atletizmini nasıl etkiliyor? Olumlu ve olumsuz etkileri neler?
Mert Aydın: “Devşirme” kelimesinin kullanımı çok doğru değil; yurt dışından sporcu getirme diyebiliriz. Bunu bütün ülkeler yapıyor ve bence biz de yapabiliriz ama toplam sporcu sayımızda bu sporcuların sayısının sağlıklı bir oranda olması gerekiyor. Sadece atletizm değil, diğer sporlar için de bunu söylüyorum. Fakat atletizme zarar getirdiğini düşünmüyorum. Çok faydalar getirdi mi? Bunu tartışabiliriz ama çok büyük bir zarar getirmesi için Türkiye atletizminin zaten olağanüstü bir seviyede olması ve yabancı sporcuların gelişiyle bu seviyenin düşmüş olması lazım. Biz atletizmde hiçbir zaman çok iyi olmadık ama onlar geldiği için de kötü olmadık. Genç yerli yeteneklerin çıkmasını engellediklerini de düşünmüyorum. Atletizm bir derece işi. İyi bir derece yaparsanız yerli ya da yabancı atlet fark etmez, siz kazanırsınız. Fakat bunu uzun vadeli bir politika olarak uygulamak doğru değil. Bunu belli amaçlarla ve kısa vadede yapmak lazım.
Olumlu yönünü görmek için de Avrupa Şampiyonası’nda Türkiye’nin kadrosunda bulunan yabancı atletlerin durumuna da bakmak lazım. Jak Ali Harvey, Emre Zafer Barnes ve Ramil Guliyev üçlüsü olduğu için üç de Türkiye doğumlu genç atlet 4×100 takımıyla birlikte Rio’ya gidecek. Eğer onlar olmasaydı İzzet Safer’in ya da diğer iki genç sporcunun olimpiyatı görme ihtimali yoktu. Bunu sonsuza kadar devam ettirmeye kalkarsak iyi bir şey olmaz ama kısa vadede bence sorun yok.
Murat Ağca: Tabii ki bu konunun olumlu ve etkileri var. Atletizm bireysel bir spor ve en iyi zamanı yapan sporcular şampiyonalara katılma hakkı elde ediyorlar ve orada da en iyi dereceyi elde eden kazanıyor. Bu nedenle devşirme sporcuların kimsenin önünü kestiğini düşünmüyorum. Türkiye’de yetişen bir sporcu eğer başka ülkeden gelen sporcudan daha iyi bir derece yaparsa zaten kimse onun yerini alamaz.
Caner Eler: Devşirme kavramını bir kere bir açmak lazım. Zira farklı yollar izlenme durumu söz konusu. Bir çok spor dalında görülen bir uygulama devşirme. Atletizm cephesinden bakarsak, bazı atletler daha iyi finansal şartlar sunularak diğer ülkelerden transfer ediliyor. O atletler de, ki büyük bölümü Kenya, Etiyopya, ABD, Küba, Jamaika, Fas gibi atletizm kültürü ve geleneği yüksek mertebe ülkelerden seçiliyor. Bazıları ise çeşitli sebeplerle farklı ülkelere gitme durumunda kalıp, daha genç yaşlarda o ülkenin sisteminde yetişiyor. Mo Farah mesela 9-10 yaşında İngiltere’ye ailesiyle göç edip, İngiltere spor sisteminde atlet oluyor. Somali kökenli olması ve genetik avantajı bir gerçek ancak sonuçta İngiltere’de büyüyor. Ya da Meb Keflezighi gibi Eritre’den iç karışıklıklardan kaçıp mülteci olarak ABD’ye sığınıp, o sistemde atlet olarak serpilenler var. Ya da tarihte sömürgeci ülke olarak çeşitli deniz aşırı topraklardan farklı etnik kökenlerden gelen temsilcileri oluyor. İngiltere, Fransa veya Hollanda bu şıkta fazlaca hikayeye sahip. Bir başka örnekte ise Britanya basının daha faşist tarafı mesela, 2012 Londra Olimpiyat Oyunları öncesinde annesi İngiliz olmasına rağmen milli marşı söyleyemediği için Tiffany Porter’ a “Plastik Brit” demişlerdi. İspanya, İtalya, Almanya ve İsveç gibi ülkelerden çeşitli örnekler eklenebilir. Bilhassa da artık dünyada göçlerin oluşturduğu toplumların neredeyse bir çok ülkede ikinci hatta üçüncü jenerasyonlarına ulaştığını düşünürsek zaten doğal bir süreç de var bir yanda. Örneğin İsviçre futbol milli takımının büyük bölümünü Arnavut kökenlilerin oluşturması gibi. Hatta daha da vurucu olarak, Suriyeli mülteciler ve Rusya’da sorun yaşayan bazı sporcular başka bir tarafsız bayrak altında yarışabilecekler. Bu temsiliyet kavramıyla alakalı. Çok uzattım fakat bizim burada Türkiye özelinde bahsettiğimiz opsiyonda transfer edilenler söz konusu. Bu tarz devşirme atletlerin etkisi hem pozitif hem de negatif olabiliyor. Bu devşirmenin ne niyetle yapıldığı ve ne kadar süre ile bu politikanın güdüldüğü ile alakalı tam olarak. Ayrıca bu tarz sporcular genel sporcu şampiyona kadronuzda ne oranda kullanılıyor. Bu Avrupa Şampiyonası’nda en çok kullanan Türkiye değildi belki de ancak madalyalar Emel Dereli, Özlem Kaya hariç yakın zamanda diğer ülkelerden transfer edilen atletlerden gelince çok dikkat çekti. Başa dönersek, 1990’lardan sonra bilhassa Katar ve Bahreyn gibi ülkeler orta ve uzun mesafelerde devşirme atletlere yöneldiler. Bu Türkiye’nin başlattığı bir şey değil ama genel olarak devşirmenin yapılma sebebi tabandan bir ilgi oluşturma imkânı olmayan ülkelerin üstten bir başarı dalgası yaratma isteğidir. Biraz da zorluk yaşayana ve ihtiyacı olana kucak açmaktan çok, madalyaya ulaşmak kestirmeden. Hazır eğitilmiş, belli bir genetik avantaja sahip ve bir ekol ülkeden gelenleri transfer etmek. 2000’lerin başında Kenya’dan Katar’a geçen Saif Saaeed Shaheen (aka Stephen Cherono) ilk örneklerinden biri. 1 milyon dolar aldığı söylenirdi. Eski Dünya rekortmeni 800 metreci Wilson Kipketer ise, mesela Kenya’dan Danimarka’ya geçerken zaten Kopenhag’da yaşıyordu. Bir Danimarkalı kıza aşık olmuştu. Danimarka adına yarışmak istiyordu. Bu farklı-zıt bir hikaye ve örnek. Sonuçta atlet yetiştirmek meşakkatli bir iş ülkeler için. Bir kere bulunduğunuz coğrafyaya göre belirli fiziksel genetik miraslar söz konusu oluyor. Devşiren ülkeye dönersek; o ülke hâlihazırda var olan bir sporcuyu transfer eder. O sporcu da kendi ülkesindeki ağır rekabette şampiyona kadrosuna giremiyordur. Gelir, siz de onun başarılı olmasıyla, o branşa bir hareketlilik getirir ve sonra kendi sisteminizde atlet yetiştirirsiniz. Ama bunun için önce bir altyapı hazırlanması lazım. Mesela Katar bunun için Aspire Academy diye bir şey kurdu. Dünyanın en iyi antrenörlerini getirdiler ve her sporun tesisinin olduğu büyük bir akademi kurdular. Sonra da Mutaz Essa Barshim gibi Olimpiyat Şampiyonluğu’nu hedefleyen bir yüksek atlamacı yetiştirdiler. Her şeyi çok iyi yaptıklarını söylemiyorum ama devşirme mantığını anlatmaya çalışıyorum.
Ülke atletizminde çok ciddi bir doping sorunu mevcut. Uzun zamandır üstü örtülen ve çok ciddi bir kanayan yaraya henüz daha yeni pansuman yapılmaya çalışılıyor. Hemen üzerine sistematik bir devşirme planı izlemek ve ülke adına madalya alan sporcuların çoğunun bu atletlerden oluşması da biraz rahatsız ediyor insanları. Bu “Türkiye’den değil, o yüzden bizden değil.” demek anlamına gelmiyor. Onun adı faşizm, ırkçılık ve insan haklarına aykırılık olur. Burada kendi ülkende yetişen sporcunun başarısı daha farklı şeyler hissettirir insanlara kavramı devreye giriyor. Bu tabanda daha büyük bir hareketlilik sağlar. Süreyya Ayhan belki kötü bir hikâye olarak sonuçlandı ama onun lokomotifliği sayesinde o dönemde birçok kız çocuğu atletizme yöneldi ve şimdi onların bazıları kadın atletizmi için önemli isimler. Devşirme atletlerle madalya alıyorsun ama Türkiye’de yaşayan gençlerin spora yönelmesi için gerekli altyapıyı kuruyor musun önemli olan o. Evet şimdi Avrupa Şampiyonası’nda madalya alan diğer ülkelerde de İtalya ve İspanya gibi mesela devşirme atletler mevcut. ABD gibi ülkeler de devşirme yapabiliyor. Fakat sen kendini öyle bir atletizm ve spor sistemi olan dev bir ülke ile karşılaştırırsan sağlıklı olmayabilir. Nihayetinde önemli olan onların ne yaptığı değil, senin ne kadar iyi imkanlara sunup, doğru tesisler inşa edip; o tesislerde de planlı bir şekilde sporcu ve yetkin antrenör yetiştirme sistemi kurup kurmadığındır bence. Hatta “onlar bu kadar devşirme yapıyor biz de yapalım”dan çok “bu ülke şu eğitim-spor sistemiyle başarıya ulaşmış, bize uygun model olabilir” diyerek düşünmek gibi geliyor bana. Bunu yapıyorsan devşirme atleti getirirsin ve kısa vadeli bu politikayı uygulayarak bu tarz atletlerin başarılarıyla bir hareket sağlarsın. Rol modeli olurlar. Bir süre sonra da gençlerin de ilgi gösterdiği bir altyapı sistemin olur. Halk da spora sadece başarı için ilgi göstermez böylece. Her şey ülkenin genel spor politikasıyla alakalı. Tek ölçüt kazandığın madalya mı olmalıdır? O madalyaları nasıl kazandığın önemli değil midir? Kolaycılıktan kaçmak, halka spor kültürünü aşılamak, emek, istikrar, plan ve sistem bizde en çok şiar edilen erdemler olmadı her zaman ne yazık ki. Endişem bu yüzdendir özellikle.
Şevket Furkan Erbay: Olumlu etkisi, görece rol modeli etkileri. Elbette yerli doğumlu bir atlet gibi lokomotif etkisi yapmıyorlar, ancak belli oranda gelen başarılarla katılımı artırdıkları ve tanıtımda olumlu etki yaptıklarını görüyoruz. Bir de yerli atletlerin rekabet gücün artırarak kendilerini geliştirmelerine sebebiyet veriyorlar. Türkiye’de bunun katkısını sprintte bu yıl çok net gördük. Milli takıma girebilmek için iki Jamaikalı ve Ramil’e yetişip Olimpiyata gitmek için neredeyse tüm sprinterler 10:50’yi zorladı, altına indi. Oysa birkaç yıl önce 11 saniyenin altını koşan kendisini öne çıkarabiliyordu.
Olumsuz etkisi ise bazı atletlerde ve çalıştırıcılarda bıkkınlığa yol açması. Emeklerimiz boşa gidiyor, milli takımlardan uzak kalıyoruz havası var. Pek çok sporcudan/antrenörden bizzat duyduğum bir şikâyet bu. Ve özellikle Türkiye gibi “kabul sınırlarının” çok geniş olmadığı ülkelerde sıkıntı olabiliyor. İnsanların desteklemediğini atletler de hissediyor ve bir süre sonra yeni ülkeleriyle bağları zayıflıyor. Elbette burada dil bariyeri önemli. Aynı dili konuşabilen ithal atletlerde bu durum yaşanmıyor.
2- Sizce Uluslararası Atletizm Federasyonu (IAAF) devşirme sporcu politikasını yakın zamanda değiştirip bir sınır getirecek mi?
Mert Aydın: Bence böyle bir şey yapamazlar. Amerika bile son üç yıl içerisinde 22 sporcu devşirmiş. Bahreyn ve Katar’ı söylemiyorum bile. Türkiye ilk üçte değil devşirme konusunda.
Şunu da belirtmek lazım: Büyük şampiyonalara her ülkeden üç sporcu gelmesine izin veriyorlar. Amerika, Kenya, Jamaika ve Etiyopya gibi atletizmin önde gelen ülkelerinden sporcular devşiriliyor. Örneğin Amerikalı bir atlet İsrail adına koşabiliyor. Amerikan takımına girme şansı var mı? Yok. Bunu değiştiremediğiniz sürece bunun önüne geçme şansınız yok. Bir dalda 100 sporcunuz katıldığı bir şampiyona olmaz, o nedenle mecburen yapıyorsunuz ama o sporcular da kendileri için bir çıkış yolu arıyorlar. Jak Ali Harvey için bir kayıp değil ama Avrupa kıtasına geldiğinde bambaşka bir güç oluyor. Yasmani Copello için de aynı şeyler geçerli. Küba’da kendini bir noktaya getirme şansı daha az olduğu için Avrupa’ya geliyor. IAAF’in atletizmin gelişmiş olduğu ülkelerdeki bazı atletlerin atıl kalmasını önlemesi gerekiyor. Bunu başarmadan devşirme olayının önüne geçilemez.
Belli bir noktaya kadar bu proje devam edebilir ama o nokta sonrasında da bu durum devam ediyorsa sıkıntı var demektir. Sporcu yetişmediğiniz anlamına gelir bu.
Murat Ağca: Bence bunu temelden yasaklamak gibi bir şey söz konusu bile olmamalı. Temel insan haklarına aykırı bir durum olur bu. Herkes istediği ülkede yaşayabilir ve o ülke için mücadele edebilir. Fakat daha geçen sene başka ülkeden gelen ve o ülke federasyonundan izin alıp hemen Türkiye adına yarıştırabildiğimiz atletlerimiz var. Hatta birçoğunu ilk defa Avrupa Şampiyonası’nda izleme şansı bulduk. Türkiye’de sporla ilgilenen insanlar için bile bu atletlerin birçoğu yeni. Sadece Türkiye için değil, başka ülkeler adına yarışan sporcuların yarıştıkları ülkelerle daha iyi uyum sağlaması lazım. O ülkenin bayrağıyla koşan bir atlet olmaktan daha öteye gidilmeli.
Baktığımızda madalya kazanan sporcularla iletişime geçmek bile zor dil engelleri nedeniyle ve zaten çoğu Türkiye’de yaşamıyor. Genelde kamplarda olsalar da vakit bulduklarında da Türkiye’ye gelmek yerine yaşadıkları ülkelere gidiyorlar. Bu nedenle “devşirme” dediğimiz sporcuların adına yarıştıkları ülkelerle aralarındaki sosyal ve kültürel bağları güçlendirmek lazım bir şekilde.
Caner Eler: Çok kolay değil ama olabilir. Bilhassa da bu devşirme prosedürünü büyük yarışlara katılmak açısından zorlaştırabilirler. Vatandaşlık değiştirdikten ne kadar süre sonra diğer bir ülke için yarışabilecek, burada mühim olan zaten bu. Ama IAAF’in de kendi içerisinde süregelen başka sorunları var. Doping sorunu onların yeterince başlarını ağrıtıyor. Daha da büyüyecek gibi. Şu sıralar zaten tüm dünyada diğer sporları yöneten kurumlara da bir güvenilmezlik var. Sebastian Coe ve ekibi de çok güvenilir bir konumda değiller. Son zamanlardaki problemler nedeniyle. Bu devşirme mevzusunda bir denge ve bir rot balans ayarı gerektiği aşikar. İş kolay yoldan madalya ihtirasına tekabül ettiğinde, suistimale dönüşüyor. Sonuçta bu sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir durum değil. Eğer herkes madalyalarını ağırlıkla devşirme atletlerden elde eder hale gelirse bu futboldaki Şampiyonlar Ligi mantığına dönüyor ve kimin en iyi atleti transfer edecek parası varsa o madalya sıralamasında yukarılara oynayacak manasına geliyor. Evet dereceler önemli ama bunu kendi ülkenin yaptığı sistemli ve planlı bir yatırımla, ülkede yaşayan gençlere spor kültürü aşılayarak ve rekabet ortamı yaratarak elde etmek başka bir şey. Diğer ülkelerin ekol olmuş sistemleri sonucu ve atletizm kültüründe yetişen atletlere hazıra konup, sadece bu yolu izleyip başarıyı kollamak bana çok doğru gelmiyor. Bu niyeti taşımamak lazım. Evet geldikleri ülkedeki atletlerin daha sıkı çalışmalarını sağlayabilirler. Ama bunun için senin o biyosferi yaratman lazım önce. Bir ülkeyi Dünya Şampiyonası’nda temsil ediyorsun; 12 ay sonra başka bir ülke adına yarışabiliyorsun. Bunun futbolcu transferinden farkı kalmıyor.
Olaya bir de sporcular açısından bakmak gerekiyor tabii. Kenya, Jamaika, Etiyopya, Küba vs. gibi ülkelerde yetişen çok fazla sporcu var ve olimpiyata gitmeleri için kendi ülkelerinde ilk üçe girmeleri gerekiyor. Ayrıca bazıları federasyonlarıyla maddi-manevi konularda ters düşüyorlar. Ülke seçmelerini geçemeyen atlet hem olimpiyata gitmek hem de biraz para kazanmak için Türkiye gibi ülkelere transfer oluyorlar. Bunların tamamen yer değiştirdiğini düşündüğünüzde o zaman bazı ülkelerin spora yatırım yapmalarına gerek kalmıyor. Transfer parasından başka. Bu genel bir atletizm sorunu. IAAF’in de bazı sınırlamalara gitmesi gerekiyor gibi.
Şevket Furkan Erbay: IAAF’in devşirme politikasıyla ilgili bir sınırlama gündeme gelebilir. Şimdilik atletizm çevrelerinde böyle bir şey konuşulduğunu duymadım. Ama bu ticareti tüm ülkelerin yaptığını sıklıkla unutuyoruz. Örneğin -habercilik ülkede yerlerde süründüğü için bu tartışmaya sebep olan bilgiyi bile bir İngiliz’den “ödünç” alıyoruz- Türkiye’nin 15 devşirmesi olduğu tartışılıyor, ama İtalya’da 16, İspanya’da 13, hatta çok uluslu olmanın ekmeğini yemesine karşın Britanya’da bile beş tane devşirme var. Bu bir ticaret haline gelmiş durumda ve kolayca yasaklanabileceğini sanmıyorum.
3- Yasemin Can’ın kazandığı yarışta dördüncü olan İrlandalı sporcu Fionnuala McCormack, sonuç için “şaka gibi” demişti. Sporcular bu tepkilerinde haklı mı sizce ve tepkilerin devamı gelir mi?
Mert Aydın: Aynı yarışta Belçika adına yarışan bir Kenyalı da vardı. İrlanda şu an öyle değil ama yıllarca Büyük Britanya içerisindeydi. Şu an Büyük Britanya adına yarışan sporcuların çoğu emperyalist politikalar sonucunda getirdikleri kölelerin çocukları/torunları. Şu an tabii ki Britanyalılar. Sonuçta orada büyüyüp yetişmişler ama çok uzun bir emperyalist dönemin ürünleri bu sporcular. O yüzden tepki vermek çok sağlıklı değil.
Biz hep ülke politikaları üzerinden gidiyoruz ama bu durumu esas tetikleyen sporcular. Mesela Kenya’daki uzun mesafe yarışlarında ilk 10’a giren herkes uluslararası şampiyonalarda madalya alabilir denir hep. Tepkiler devam edecektir ama Kenya’da seçmeleri geçemeyen sporcular ne yapacak?
Murat Ağca: Avrupa kıtasında Afrikalı atletlerin yarışması “haksız rekabet” gibi karşılanıyor. Dolayısıyla Afrikalı atletlerle Avrupalı atletler arasındaki güç farkını da düşündüğümüzde bu çok doğal. Sanıyorum şu anda 16 devşirme sporcumuz var. Bu sayı son yıllarda arttı ve eskiden genellikle uzun mesafe disiplinlerinde Afrikalı devşirmeler vardı ama şimdi sprintten engel koşularına kadar çeşitli branşlarda devşirmeler var. Bu sporcuların Türkiye’de yetişmediğini ve bu yaşamadıklarını göz önüne alırsak özellikle Anglosakson medyasında tepkiler olması çok normal. Fakat baktığımız zaman diğer ülkelerde de benzeri adaptasyon sorunları olabiliyor.
Yine de şunun farkını anlamak gerekiyor: Eski sömürge ülkelerine geçmişte oraya yerleşmiş ailelerin çocukları şimdi o ülkeler için yarışabiliyor. Yani o ülkelerin ırkından olmayan sporcular da var ama bunlar biraz farklı. Kuzey Afrika’dan gelip Fransa adına yarışan sporcular var mesela. Bunun örneklerini hem atletizmde hem de futbol gibi sporlarda görebiliyoruz. İngiltere’de de zamanında Commonwealth ülkelerinden gelen ve artık İngiltere’nin parçası olmuş sporcuları görüyoruz. İspanya ve Portekiz’de de benzer durumlar var. Fakat dediğim gibi bu biraz farklı bir durum. Türkiye’deki devşirme sporcuları ise bizim gidip bulduğumuz ve başarı amacıyla ülkeye getirdiğimiz sporcular. Bunların birçoğu Türkiye’de yaşamadığını ve burayla bir bağlantıları olmadığını biliyoruz. Bence tepkileri önlemek istiyorsak önce işin bu tarafına eğilmemiz gerekiyor.
Caner Eler: Kural dışı bir şey yok belki ama şampiyonanın adı Avrupa Şampiyonası olunca ve devşirme atletler kendi ülkelerinden zorluklardan dolayı değil de, başka ülkenin başarısı için koştuğundan bazı Avrupalı atletler tepki gösteriyorlar. İrlandalı atlet uzun mesafeci ve İrlanda’nın bu branşlarda bir geleneği var. Uzun mesafe yarışlarında dünyada Doğu Afrika ülkeleri başta olmak üzere, belli ülkelerin bir doğal üstünlüğü var. Avrupalı bazı atletlerin kariyerlerindeki en büyük başarılar Avrupa şampiyonalarında oluyor. Başarılı olabilecekleri ender yerlerden birinde Afrikalı atletlerin başka ülkeler adına yarışması onları rahatsız edebiliyor. O ülkeye göç edip, orada yaşayan atletlerden bahsetmiyorum. Sonuçta dünya artık çok değişmiş durumda. Kozmopolit, çok fazla kökenden gelen insanların yaşadığı, hayatını sürdürdüğü ülkeler çoğunlukta. Kenya, Avrupa kıtasında olsa ve Avrupa Şampiyonası’nda bir Kenyalı atlete geçilse kimse bir şey demez zaten. Buradaki mesele o ülkeden transfer edilmiş atlet olması sanırım daha çok McCormack’in tepkisinde. Bunu kolaycılık olarak görüyor. Bu çift yönlü bir olay. 10 bin metre erkekler yarışında da Türkiye’yi temsil eden Polat Kemboi Arıkan ve Ali Kaya, yani iki Kenya kökenli atlet adeta ayrı bir yarış koştular. Bir ara arkadaki atletler buhar oldular. Şimdi o ülkeler de bir sonraki şampiyonaya bu duruma düşmemek için Afrikalılar transfer ederse, bunun sonu nereye varacak? Kenya gibi bir ülkenin de sadece üç atletle büyük şampiyonalara gitmesi, o kadroya giremeyenleri başka ülkelere transfer olmaya zorluyor. Bu da artık kıta şampiyonasında bu tarz tepkileri doğuruyor. Haklı haksız ayrı ama bunu bir nevi pasaport dopingi olarak görüyorlar.
Şevket Furkan Erbay: Fionnuala McCormack’in ne için “şaka gibi” dediğini bilmiyorum. Ama Yasemin’in bu yarışta olmaması gerektiğini belirtiyorsa, öncelikle legal olarak kendisiyle aynı koşullarda olan rakibine bir saygısızlık olarak değerlendiririm. Sporda öncelikle saygı esas olmalı ve adil koşullarda her rakibe bu saygı gösterilmesi gerekir.